Mustafa ÖZCAN
Şeyh Şaravi ve Bediüzzaman
Konu başlığını ‘Mısırlı Şeyh Şaravi ve düşmanları’ olarak koymak, düşünmek de mümkündü. Şeyh Şaravi onca hoş görüsüne rağmen askerlerin ya da kışlanın ve Mısır’daki kadim Ortodoks kilisesinin hışmına uğradı ve ukdesi haline geldi. Neden mi?
Dini konularda ikna edici bir özelliği vardı ve bundan dolayı da Mısırlılara yani halka dindarlığı sevdirdi. Bu yüzden. Dinden bibehre olanlar ve dindarlık alanının genişlemesinden haz etmeyenler haliyle tali olarak Şeyh Şaravi ve söyleminden de hoşlanmıyorlardı. Onu yıkılması gereken bir engel, kırılması gereken popüler bir ikon olarak görüyorlardı. Bazları onu Halid Cündi ve Amr Halit ve tipleriyle de anıyor, karşılaştırıyorlar. Halbuki Halit Cündi tamamen ‘TRT’nin demirbaşı’ olarak ünlenen Asaf Demirbaş’ı andıran, resmi çerçeveden taşmayan ve bazen de tartışmalı konulara giren bir zattan ibaret. Amr Halit ise ilminden ziyade üslubuyla kitleleri teshir eden bir kişi idi. Şaravi’nin ikisiyle kıyası da, kıyas maal’ farık olur.
Şaravi yirminci yüzyılın ayetlerinden bir ayetti. Elbette sürçmeyen at, tökezlemeyen bir kul olmaz. Bu Muhammed Mütevelli Şaravi için de geçerli. Lakin Şaravi hayatta olduğu dönemden fazla öldükten sonra saldırıya maruz kalıyor. Ulusalcıların veya laik kesimlerin nefret figürü haline geliyor. Adeta manevi mirasına saldırıyorlar? Neden? Zira herkes onu İslam’ın hücceti sayıyor. Onu yıktıklarında hedeflerine ulaşmış olacaklar. Nitekim, ‘Pek güvenecek hoca bulamıyorum lütfen bana güvenilir bir hoca tavsiye edin’ diyen spiker Esma Şerif Münir sosyal medyadaki takipçilerden hemen Muhammed Mütevelli Şaravi tavsiyesini alıyor. Lakin bir saygısızlık yapar ve onun aşırı fikirler taşıdığını söyler. Bunun üzerine kitleler Şaravi’nin müdafii kesilir. Esma Şerif Münir baltayı taşa vurmuştur. Geri manevra yapar ama kitlelerin tepkisinden kurtulamaz. Onu buna iten resmi çevreler de arkasında durmaz bilakis onu kurban ederek kitlelere şirin görünmenin yolunu ararlar. İtidal sembolü olan Şaravi onun ve benzerlerinin nazarında birden radikallik sembolü veya aşırılık sembolü kesilmiştir. Sebebi de başörtüsünü tavsiye etmesi ve bu yönüyle dinde ‘yeni bir bidat çığır açması’ ve aynı zamanda Hristiyanlığı eleştirmesi oluyor.
Bir de Nasirizm meselesi var. Türkiye’de nasıl Kemalizm baskın ideoloji ise Mısır’da da ulusalcıların kutup yıldızı Cemal Abdünnasır’dır. Nasirizmle ilgili sözlerinden dolayı da Muhammed Mütevelli Şaravi paylanmış bir kişiliktir. Merhum Kadir Mısıroğlu, ’Keşke Kurtuluş Savaşını Yunanlılar kazansaydı da kutsal değerlerimiz zedelenmese, masun kalsaydı, zafer ile birlikte suret-i haktan görünenler tarafından payimal edilmeseydi. Yunanlılar zafer kazansaydı bu kadarını yapamazlardı” demiştir.
Muhammed Mütevelli Şaravi 1966 yılında Ezher tarafından Cezayir’e irşat görevlisi olarak gönderilir. Burada tam 7 yıl kalır. Cezayir onun tasavvuf alanında derinleştiği bir mekana ve zaman dilimine tekabül eder. Burada Cezayirli Şeyhi Muhammed Belkaid ile mülaki olur ve tasavvuf dairesinde sohbetler icra eder.
Cezayir Mısır gibi o sıralarda bir sosyalizm denemesi yaşamaktadır. Sosyalist uygulamayı yürütenler bunu halka mal etmek için sosyalizmi Ebu Zer Gifari ile Hazreti Ömer’e mal ederler. Şaravi Cezayir’de iken İsrail ile Mısır arasında 6 gün savaşı (1967) patlak verir ve Mısır ordusu darmadağın olur. Adeta İttihatçıların küçük Balkan devletleri önünde çil yavrusu gibi dağılmalarına benzer. Orduya siyasi çekişme girmiştir. Sosyalist uygulamalar da tuzu biberidir. Muhammed Mütevelli Şaravi İslam’ın değil ama Nasirizm’in bozgunu üzerine şükür secdesine varır. Kısaca Mısır’ın değil ama modelinin yani sosyalist modelin sukutuna ve yenilmesine sevinmiştir ve bu sevincini de gizlemez, secde ile ifade etmiştir. Bu secdesini şöyle izah edecektir: “Sosyalist düzen ya da Nasirizm zafer kazansaydı bu Mısır halkı için dini bir fitne olacaktı. Dinlerinde fitne yaşayacaklardı. Çoklarının gönlünü Nasirizm ya da sosyalizm çelecekti. Buna engel olduğu için şükür secdesine vardım.“
Bu şükür secdesini başka bir şükür secdesi ile telafi eder. Bu şükür secdesinin kefareti 1973 yılında ödenmiştir. Cezayir’den geldikten sonra Suudi Arabistan’a gider burada iken Yom Kipur ya da Ramazan Savaşı olarak da anlan yeni bir Mısır-İsrail savaşı patlak verir. Sadettin Şazli gibi komutanlar bu defa canlarını dişlerine takarlar ve ‘yenilmez’ efsanesiyle anılan İsrail’i yenerler. Nasır’ın halefi Enver Sedat sosyalizm denemesine de son vermiş, veda etmiştir. Bu nedenle bu defa Şaravi Mısır ordusunun zaferinden dolayı şükür secdesine varmıştır. Birincisi hezimet için, ikincisi ise zafer için şükür secdesidir. Bununla birlikte daha sonra mezarında Nasır ile barışır ve mezarına giderek hezimeti için şükür secdesinden dolayı özür diler. Sebebi sosyalizm değildir. Mezarında Nasır’ı ziyaretinin nedeni Ezher’i taşralılara, fakir fukaraya açmasıdır. Benzeri bir şey ülkemizde de yaşanmış ve Kenan Evren taşralıların üniversiteye intisaplarını kolaylaştırmıştır. Yine de Selim Azuz gibi yazarlar Şeyh Şaravi’nin Kemalizmin Mısır’daki versiyonu ve izdüşümü olan Cemalizmle (Cemal Abdunnasır) barışmasına itiraz ederler ve bunu bir zaaf göstergesi olarak tanımlarlar.
Ölümünden sonra Şeyh Şaravi, Nasır’ı affetse bile Nasırcılar ya da Mısır ulusalcıları mezarında Şeyh Şaravi’yi affetmezler. ‘Fesli Kadir’ tekerlemesinde olduğu gibi sürekli olarak Şaravi’nin etini çekiştirirler. Bunlardan birisi de Mısır’ın Mine Kırıkkanat’ı olan Feride Subaşi’dir. Şaravi’nin Mısır’ın hezimetine secde ettiğini söyler. Halbuki mesele bu kadar basit ve yalın değildir. Her meselede olduğu gibi inişli, çıkışlı ve kıvrımlıdır. Şaravi’ye düşman olan iki bayan isimden ikisi de Hristiyan tortular taşımaktadırlar. Şaravi’yi de Hristiyan düşmanı olarak görürler. Bu da doğru değildir. Bu kadınlardan birisi Esma Şerif Münir diğeri de Feride Subaşi’dır.
Esasında Şeyh Şaravi 1967 yenilgisinde secde ederek isabet etse de 1973 zaferine de şükür secdesi yaparak yanılmıştır. Nasıl mı? Enver Sedat halkın ve ordunun zaferini İsrail ile barışın zemini yapmıştır. Kendisini de savaşın ve barışın kahramanı ilan etmiştir. Şeyh Şaravi’nin ifadesiyle bu da bir fitne olmuştur. Sedat barışı 73 zaferine dayandırmıştır.
Yenilgiden dolayı neden şükür secdesine gittiğini anlatırken zaferin sosyalizmi tezkiye anlamına geleceğini, bunun da halkı iğfal edeceğini ve sosyalizmi sevdireceğini söylemiştir. Kısaca Hazreti Peygamberin (asm) Hazreti Fatıma’ya dair, İkrime’nin kız kardeşiyle Hazreti Ali’nin izdivaç teklifi muvacehesinde sarf ettiği ‘dininden dolayı fitneye düşer’ ifadesi Şaravi için de kalkış noktası olmuştur. Sosyalist modelin zaferi Mısırlıları dinlerinde fitneye düşürecektir. Birçoğu sosyalist modele gönül verecektir.
Türkiye de bu mesele ile birçok sahnede karşı karşıya gelmiştir. İttihatçılar 1915 yılında Çanakkale zaferinden aldıkları güçle ülke içinde medeni hukuku değiştirmeye ve meşihat dairesinin yetkilerinin budamaya yeltenmişlerdir.
1922 yılında da Türk ordusunun Yunan’a karşı galebesinden güç alan Kemalistler dinde reformlara ve inkilaplara yönelmişlerdir. Bunu hem Bediüzzaman hem de Şeyhülislam Mustafa Sabri müşahede etmiştir. Dolayısıyla Mısır’da 1973 yılında gerçekleşen husus Türkiye’de 1915 ile 1922 yılında farklı zaman dilimlerinde aynen yaşanmıştır.
Kader mağlubiyetimize fetva verdi
Bediüzzaman Risale-i Nur’un muhtelif eczasında hikmet nazarıyla Birinci Harbi Umumide neden mağlup olduğumuza dair suale çok yönlü cevaplar verir. Bu cevaplardan ikisi şöyledir:
“Manevi canipten gelen ihtar ile Osmanlı’nın mağlubiyetine sebep olan hikmetleri gösterir. Çünkü galip olsaydık bu rejim-i bid'akarane mukaddes beldelere bizim elimizle kolayca teşmil edilecekti.
Halbuki bu rejim-i bid'akarane o mübarek beldelere girmemesi gerekiyor. Bu büyük hikmet için kader mağlubiyetimize hükmeder. Mağlubiyetin zahiri sebepleri ise üç erkan-ı imaniyenin terkidir. Gelen musibet bu ihmallerin keffaratü’l zünubu olur.”
“O zaman, o manevi meclis demiş ki: "Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harpte Osmanlı Devletinin mağlubiyetinin hikmeti nedir?"
Cevaben Eski Said demiş ki: "Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla alem-i İslam, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevaki-i mübarekeye, Anadolu'da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlahiyeyle onların muhafazası için kader mağlubiyetimize fetva verdi."
Zaferin sonuçlarının din aleyhinde istismarını dair en somut örneklerden birisi Turgut Özakman’ın ‘Şu Çalgın Türkler’ kitabı ve benzerleridir. Bununla dinden arındırılmış ulusal bir destan vücuda getirmek istemiştir.
Şaravi meselesinde olduğu gibi cahiller yarım bilgi sahibidirler. Yarım bilgiyle hüküm verirler. İnsaf ve adaletten de yoksundurlar. Bunun için de meselenin tamamını dinlemeden vaveyla koparırlar, feveran ederler. Söylem ve eylemleriyle, ‘Vurun! Söyletmeyin’ derler.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.