Sistem'le mesafe

Erk'i sağlayan ve yöneten Lider(ler)in nitelikleri, seçilmeleri; halklarına karşı görevleriyle, halklarının onlara karşı ödevleri konusunda söylenebilecek hemen her şey İslam tarihi boyunca söylenmiş ve yazılmıştır. Bu değerlendirmeniz vesilesiyle yine de kaynaklardan birine bakma ihtiyacı duyanların Mâverdi'nin "El-Ahkâmu's-sultaniyye"sine başvurmaları ilk etapta yeterli olacaktır.

Bu "sistem"le ilgili kaydedilen uygulamalar ve yorumlar üzerinden söyleyebileceğimiz şey ise şudur: Ulemanın, Din tanımlı bir sistem'e karşı, velev ki bu sistem şer'i delile (Kur'an'a, Sünnet'te, İcma'ya ve Kıyas'a) azami uygunluğa sahip bile olsa, a) cahil, zalim, hırslı ve kibirli olan insanın onu istismar etme durumuna, b) ve her sistemin sona ermesi hakikatına göre onunla aralarına makul bir mesafe koymaları, bu mesafeyi "Emr-i bi'l-ma'ruf ve'n-nehy-i ani'l münker" sorumluluğunu ifa etmek için kullanmaları Din'in özüne çok daha yakın bir tutum olarak görülmüştür. İmam-ı Azam'ın kadılık tekliflerini reddetmesi, Bediüzzaman'ın Ankara'yı terketmesi bu bağlamda iki önemli örnektir.

Buradan bakıldığında, sistem konusunun "Peygamberimizin ve ilk iki halifenin zamanındaki hayatı yeniden gerçekleştirmeye yönelik bir "ide-al"e bitişik olmasındaki hikmet daha iyi anlaşılacaktır. Bu döneme mahsus yönetimin (Hilafet'in adı ve tarzı saklı kalmak kaydıyla) cumhuriyet, meşrutiyet, saltanat vb. isimlerle tanımlanmaması, iktidarların (ve benimseyecekleri sistemlerin) belirli bir ömürle mukayyet olmasındandır.

Yine bu cümleden olarak, bir yurdun sadece Müslümanlara ait olmasını sağlamak da muhal bir durumdur ve sistemin, bu muhal oluşun şartlarını içermesi de zorunludur. Diğer bir söyleyişle sistem "öteki"nin varlığını, haklarını da içerir ve bu içeriş sisteme "idare-i mashalatçı" bir tutumu zorunlu olarak yükler.

Bunlar üstünden şu sonuca erişiriz: bir yurda sahip olmanın ve orada topluca yaşamanın gereği olan sistemin oluşturulmasında, zamanın ihtiyaçlarına göre yenilenmesinde, coğrafi ve kültürel şartlar itibariyle çeşitlilik göstermesinde Din (Müslümanlar) belirleyicidir. Ancak bu belirleyicilik (adeta değiştirilmek için kurulmuş iktidarların ve) sistemlerin putlaştırılmasına mazeret oluşturamaz; bunlar Müslümanların (ve onların emanetindeki halkların) Din'e ayarlı hayatlarının düzeni için vardır, onlardan bir put üretmek için değil. Bu idraki temsil etmek ve yaşatmak görevi de en çok ulemaya düşer.

Bu anlayış (ulemanın etkisizleştirildiği) Osmanlı'nın son zamanı ve Cumhuriyet devri İslamcıları için de geçerlidir.

Yeni sistem yanlılarının gözden kaçırdıkları asıl şeyse, Tanzimattan bugüne İslamcı tepkilerin koskoca imparatorluktan geriye kalan bir avuç vatan toprağının Batı zihniyeti tarafından dolaylı işgaliyle yurt olmaktan çıkarılması, "mülkün Allah'a ait olması" hükmünün askıya alınması ve beşeriliğin kutsanması (putlaştırma) gibi önemli endişelerden kaynaklanmış olmasıdır. Bu endişeler İslamcılarla (her) sistem arasında zaten olması gereken mesafeyi çok belirgin çizgilerle somutlaştırarak aşırı şekilde büyütmüştür.

Konuya böyle baktığımızda laikliğin kabulüne veya reddine ilişkin geçmişteki tartışmalar ve halen kimilerince yine tartışılmasının arzulanması şiirsel bir iptala olmaktan öteye gitmemektedir. Çünkü konu İslamcılar için bir sistem tartışması olmaktan çok bir "var olma ve yurdu koruma" konusudur.

Yeni sistem, "Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır" şeklindeki kendi hükmüne rağmen Müslümanları "laikleştirilerek çağdaşlaştırılması gereken gerici bir unsur" saymış, dolayısıyla İslamcıları da yurdun korunması ve yönetimde söz sahibi olunması adına daha iyi bir sistem arayışına adeta zorlamıştır.

Bu nedenledir ki, İslamcıları sistem talepleri nedeniyle suçlamak hakkaniyete uygun düşmemektedir. Deyim yerindeyse rüzgar ekilmiş, fırtına bilçilmiştir.

Haliyle, laiklik Batı kökenli bir dinsizleştirme olarak yeni sistem tarafından "dayatıldığı" için İslamcılarca reddedilmiştir. Bu noktadan itibaren geçmişteki kimi uygulamalarda İslami bir "hoşgörü" içinde yer bulan laiklikle, Batı tipi laikliğin fark'ını ya da benzerliklerini izlemeye yönelik tercihler doğrudan kimlik belirlemelerine de yansımıştır.

Yaşanan süreçte İslamcılar "yurdun ve halkın selameti"ni de gözeterek fark ve tahammül esasını benimsemişler, sistemdeki kimi biçimsel değişikliklere kanarak hoşgörüye bürünenler ise -Din'le temasları ne düzeyde olursa olsun- laikçi, muhafazakar, liberal sayılmışlardır.

"Ezcümle"yi bir sonraki yazımıza bırakalım.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.