Ahmet AY
Sivrisineğin gör dediği
"Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder, derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır." (Bakara sûresi, 26)
Biz küçükken yaygın bir kanaat hâkimdi. (Belki hâlâ öyle.) Sinekler, sivrisinekler kesinlikle pis hayvanlardı. Taşıdıkları mikropları da gelir bizim en sevdiğimiz yiyeceklerin içine bırakırlardı bu işgüzarlar. (Ders kitapları dahi böyle söylüyordu.) Hem geceleri de rahat durmaz, kulağımıza yakın attıkları sortilerle bize bir gerilim yaşatırlardı. Acımadan kanımızı alırlardı. Ve daha neler neler... O yüzden biz de çocukken sineklere karşı pek merhametsizdik.
"Acaba sinekler gerçekten böyle canlılar mı?" Hiç sormamıştım bu soruyu. Kurumuş yaprağın bile hikmetsizce yere düşmediği bir âlemde sinekler neden bu kadar bol ve sık yaratılırlar, düşünmezdim. Bilmek istiyorsan, gerçekten istiyorsan, sormaya önce 'zaten bildiklerinden' başla demişler. Ben de bu sorgulamayı Bediüzzaman'ın metinleri sayesinde yaşadım. O kadar çok sineğe/sivrisineğe atıf yapıyordu ki Risalelerinde. Şaşırmıştım o vakitler. Hatta müstakil Sinek Risalesi diye anılan bir eseri dahi vardı:
“Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan’da, vahy-i Rabbaniye mazhariyetle serfiraz olduğundan, onları sevmek lazım gelirken, sinek düşmanlığı, belki insana daima muavenete dostane koşan ve her belasını çeken o hayvanata düşmanlığı gadirdir, haksızlıktır. Muzırların yalnız zararlarını def için mücadele olabilir. Mesela koyunları, kurtların tecavüzünden korumak için onlara mukabele edilir. Acaba hararet zamanından vücudun idaresinden fazla olan kanın çoğalması ve bulaşık ve bazı mevadd-ı muzırrayı hâmil evridede cereyan eden mülevves kana musallat, belki memur olan sivrisinek ve pireler fıtrî haccamlar (kan alıcılar) olmasınlar mı? Muhtemel...
Sinek pisliği, tıp cihetiyle zararı yok bir maddedir ki, bazan tatlı bir şuruptur. Fakat sinek, yediği binler muhtelif muzır maddelerin ve mikropların ve semlerin menşei olmakla, sinekler küçücük istihale ve tasfiye makineleri hükmüne geçmeleri hikmet-i Rabbaniyeden uzak değildir, belki şe'nindendir. Evet, arıdan başka sineklerin bazı taifeleri var ki, muhtelif ve müteaffin maddeleri yerler, mütemadiyen pislik yerine katre katre şurup damlatırlar. O semli (zehirli), müteaffin maddeleri ağaçların yapraklarına yağan kudret helvası gibi tatlı, şifalı bir şuruba tebdil ederek, bir istihale makinesi olduklarını ispat ederler. Bu küçücük fertlerin ne kadar büyük bir milleti, bir taifesi olduğunu göze gösterirler.”
Bakınız, bu cümleleri biraz tetkik edince bakış açımız ne kadar değişiyor. O zaman hazır olun, aynı eserden bir küçük alıntı daha:
“(...) seher vaktinde, sinek ve karınca gibi kesretli küçük hayvanlardan bahis açıldı. Ona dedim ki: Böyle nüshaları çoğalan nevilerin ehemmiyetli vazifeleri ve kıymetleri vardır. Evet, bir kitap, kıymeti nispetinde nüshaları teksir edilir. Demek, sinek cinsi de ehemmiyetli vazifesi ve büyük kıymeti var ki, Fatır-ı Hakîm, o küçücük kaderî mektupları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok teksir etmiş.”
Şimdi okuduğunuz bu alıntılar ışığında dünyam daha bir başka. Ben neden Bediüzzaman’ı seviyorum? Biraz da bundan: Bildiklerime, ya da daha doğru bir ifadeyle 'bildiğimi sandığım şeylere' farklı açılardan bakmamı sağladığı için.
İşte size güzel bir örnek. Hiç sineklerin böyle canlılar olduğunu düşünmüş müydünüz? Dünyayı temizleyen, mikropları öldüren ve sanıldığının aksine insana faydalı olan bir canlı. Baharda sivrisineklerin insana musallat olması bile, yaza doğru sıcaklık artışıyla yükselen kan basıncını yahut kan artışını azaltmak gibi bir hikmeti gözetiyor olabilir.
O küçükler artık 'küçüklükleri' nedeniyle hor ve hakir değiller gözümde. Canları kolayca ve acıyla alınası değiller. Belki de bu küçüklük ve büyüklük oyununda çok aldanıyoruz. Her rüyadan uyanmak lazım. Her gün gözümüzün içine bakan mucizelere uyanmak lazım. "Demek sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk etmiştir." Ve hem "(...) mahlûkat mâbûdiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi, mahlûkiyet nisbetinde de birdirler." Birisi diğerisiz olmaz, hem birisi diğerinden sanatça geri kalmaz. Allah'ın, sivrisinekle misal vermekten çekinmemesi, bir nevi, onun mahlukiyet nisbetindeki birliğini savunmak değil mi?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.