İbrahim KAYGUSUZ
Siyasal İslam
19.yüzyıl ve dünyanın karanlık devrelerini temsil eden tarihi bir kesittir. 20. yy’ın bir kısmını da bu döneme dahil etmek mümkün. Bu karanlık dönemde İslam dünyası çaresiz kaldı ve akıp giden tarihe hükmedemedi.
Said Nursi tarihin bu çorak zemininde sahneye çıkan ve İslam dünyasını mümbit zemine çeviren sıra dışı bir mücedittir.
Bu karanlık dönemde kaba pozitivizm bütün dinleri “modası geçmiş” olarak ilan etti ve İslamiyete karşı savaş ilan etti. Comte “Pozitivizm dini”ni ilan ederken, Renan İslamiyetin Müslümanları geri bıraktığını iddia ediyor, Duzi paçavra denilebilecek metinlerini Abdullah Cevdet üzerinden hem Anadolu coğrafyasına hem de İslam dünyasına yaymaya çalışıyordu.
Bir vakıa-i sadıkada Ararat Dağının Said Nursi’nin gözleri önünde infilak etmesi ve dağlar gibi parçalarının dünyanın her tarafına dağılması bu dönemin yıkımlarına ait ipuçlarını ele vermektedir.
Bu olağanüstü değişim İslam dünyasında büyük hareketlenmeleri beraberinde getirdi. Karşı hareketlenmeler iki noktada yoğunlaşmıştı:
1-Kur’an merkezli imani ve itikadi oluşumlar: Bunlar daha çok modern dönemlere ait küfr-ü mutlak problemlerine vahyin kaynağından çözüm üretme hedefine odaklanan oluşumlardı. Türkiye’deki Nurculuk hareketi bu oluşumların en somut örneğidir.
2-İslam dininin siyasal tabiatına odaklanan oluşumlar: Genelde İslam dünyasında çaresizliklere karşı siyasi kurtarıcı pozisyonlar alan ve anti kolonyalist tepkiler üzerine yoğunlaşan oluşumlar. Müslüman Kardeşler ve Milli Görüş hareketi bu ikinci oluşumun somut örnekleridir.
Sosyolog Nilüfer Göle bu oluşumları haklı olarak “siyasalcı” ve “kültürelci” bir ayırıma tabi tutarak fikri çizgilere ait netlikleri yakalamaya çalışmışsa da akımlara ait tarihsel ve ontolojik kökenler böyle bir “sosyolojik indirgeme”ye müsaade etmemektedir.
Yaklaşımların temelinde itikadi, içtihadi farklılıklar mevcut olup dinin özüne ilişkindir ve tarihsel kökenleri saadet asrına dayanmaktadır. Dolayısıyla “toplumsalcı” ve dışarıdan bir bakış noksan yorumlara meydan verebilir.
Said Nursi’nin bu duruma ait çözümleyici metinleri bizlere yeterli ve doğru veriler sunmaktadır. Nursi’nin kurduğu itikadi anlam çerçevesine doğru örnekler ve yerinde analizlerlerle katkılar sağlanırsa hakikatin tarafımızca anlaşılması kolaylaşacaktır.
Birbirinden ayrı çizgilerin tarihsel ve itikadi yönleri netleştikçe Nurculuk ve siyasal karakterli dini oluşumların farklılıkları ve bu farklılıkların bugüne ait yansımaları daha iyi anlaşılacaktır.
Önce siyasal karakteri belirgin oluşumlarla ilgili birkaç soru soralım:
1-Vahyin muhatabı olan mü’min önceliği “taşıyıcı bir özne” olmaya mı yoksa “aktarıcı bir nesne” olmaya mı vermeli; bunlardan hangisi tebliğde daha müessirdir?
2-Siyaset, İslamdan dışsal bir şey midir; değilse asli midir, tali midir? (Bu soruyu, Nurcuları kasdederek şu cümleyi yazan değerli dostuma soruyorum: “Bir konuda tutum değiştirebilmek siyasal aklın çalıştığını gösterir, hiçbir konuda tutum değiştirmediği halde bir defalığına herkesin kendi çizgisine gelmiş olması başlı başına övünülecek bir durum değil. Duran saatin hikayesidir bu, bir anlığına yaşadığınız haklılığa mukabil zaman akıp gider ve siz yine tarihin dışında kalırsınız).
3-Vahyi anlamaya dönük bir akıl mı yoksa dünyevi siyasetin çarkları arasında yorulmuş siyasal bir akıl mı daha muteberdir?
4-İktidar hedefi ile malûl bir cihad algısı nebevilik çizgisinin neresindedir?
5-İktidara odaklanmışlık uhrevi özü zedelemez mi?
6-Siyasetin ruhunda mevcut olan “taraf” ve “düşman” algısı İslam’ın “hakikat”, “şefkat” ve “vicdan” gerçekleri ile ne derece örtüşmektedir? (Çünkü iktidar olma hedefindeki bir siyasetin varlığı ancak rakip üretici bir mekanizma ile mümkündür. Siyasetin menfi milliyetçilikle ortak noktası burasıdır.)
7-İslamın siyasal karakteri Hz. Ali’den sonra Mutezile ve Şii hareketlerin manevra alanlarından ne derece uzak kalabildi ve bu akımların içtihatlarından ne derece sıyrılabildi? (Mısır, Afrika ve İran özelinde Fatımiye, Muvahhidin ve Safevi örnekleri bize tarihsel perspektifler sunabilir.)
8-İslam, şahısların, heyetlerin, grupların ve partilerin kendisini bütünü ile temsil edemeyeceği kadar “âli”, hayatın bütün alanlarını içerecek kadar “geniş”, zamanların ve mekanların bütününü içerecek kadar “kuşatıcı” olduğu halde onu “siyasal anlamda” temsil etme iddiası ne derece gerçekçidir? (Said Nursi bu bağlamda şeriatın “bin” kısmından sadece “bir” kısmının siyasete yönelik olduğunu dile getirir-Münazarat-34).
Soruların listesi bir makalenin sınırlarını çok aşar.
İçeriğe geçemedim. İki-üç hafta ile içeriği detaylandıralım İnşallah.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.