Şahin DOĞAN
Siyasetten felsefeye
Siyaset yeryüzünün en zor zenaatı. Ve bir açıdan en kolayı belki de. Yaklaşık on yıl önce imzaladığın bir sözleşmeye şimdi “vatana ihanet” damgası vuruyorsun. Ortada değişen ne? Bu damgayı rahatlıkla vuranlar bir saatini harcayıp açıp okumuş mu ilgili sözleşme metnini? Sloganlara kurban edilmedik gerçek kalmadı ülkede. Sekiz ay önce söylenmiş nahoş bir sözü şimdi gündem yapacaksın. Ve bütün medya tek ağızdan aynı nakaratı tekrar edecek. İyi de neden o zaman değil şimdi?
Her akşam tartışma programlarında gördüğümüz simalar aynı. Muti memurlar gibi hepsi. Aydın ve entelektüellere yasak sanki bu ekranlar. Sahi ülkede o kadar hatırı sayılır aydın ve entelektüel vardı, bunların hepsi şimdi nerede? Liyakat, ehliyet, hak, adalet, hakkaniyet, hesap umeranın en duymak istemediği sözcükler. Ali Şeriati "bir yerde her şeyi otorite söylüyorsa orada söylenen çok şey doğru değildir" diyor. "İstibdatların başardığı en büyük şey yığınla riyakar karakter ortaya çıkarmasıdır" diyor Hürriyet Şairi Namık Kemal.
Neyse, felsefeye geçelim. İki kavram üzerinde düşündüm gün boyu. İlk neden ve devr-i teselsül. Her şeyin bir nedeni var ama ilk nedenin bir nedeni yok, neden? Bütün nedenleri nedensiz bir ilk nedene bağlamak bir parça akli olmakla birlikte bir inanç ve ön-kabul bu. İnsan aklı bir yandan her şeye bir neden arar, diğer yandan devir ve teselsülü muhal görür. Aslında bazı filozofları ilk nedeni bulmaya şiddetle iten şey devir ve teselsülün aklen muhal olmasıdır.
Her varlığın var olmasının bir nedeni var, Allah da bir varlık olduğuna göre Allah’ın varlığının nedeni nedir, diye soruyor akıl. Diğer taraftan nedenler zincirini sonsuza kadar uzatmamak ve bir temel bulmak amacıyla ilk neden kabul edilen Allah’ın ilk neden olması hasebiyle varlığının herhangi bir nedeni yoktur diyor akıl. Hegel ve Kant gibi ilk nedene kuşkuyla bakan filozoflar teselsülü zorunlu olarak kabul etmek durumunda kalıyorlar. Aslında ikisini de kabul etmiyorlar ama üçüncü bir çıkış yolu gösteremiyorlar.
Bir şeyin nedeninin yine kendisi olması mantık açısından bir çelişkidir. İlk nedenin kendisi bir inanç ve ön-kabul olduğu gibi neliği de bir inanç ve ön-kabul meselesi. Tanrı, zihin, madde, arke, akl-ı evvel vb. Zihnimiz olması mümkün olmayan bir şeyi kabulden kaçınmak için başka bir olması mümkün olmayanı mı kabul ediyor? Eğer zihin muhal olanı kabul etmemeli ise hiçbir muhali kabul etmemeli değil mi? Belki de bundan dolayı Kant ve Hegel gibi filozoflar ilk nedene de, teselsüle de ihtiyatla yaklaşmışlar.
İlk neden yılan, devr-i teselsül deniz. Kelamcılarımız denize düşmektense yılana sarılmayı tercih etmişler. Netice itibariyle ikisi de aklen çok güvenli yerler değil.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.