Siyonistlerin ve Gülen'in Risale-i Nur'a suikastı ile 15 Temmuz darbe girişimi arasındaki bağlantı
Mehmet Ali Bulut: Said Nursi’nin talebelerini şimdi daha iyi anlıyorum
Risale Haber-Haber Merkezi
Yazar Mehmet Ali Bulut, Fethullah Gülen'in Risale-i Nur'u sadeleştirme operasyonunda başarılı olması halinde darbe girşiminin sonuca ulaşacağını söyledi. Dünyadaki tüm darbelerin arkasında siyonistlerin bulunduğunu hatırlatan Bulut, siyonistlerin "müsbet hareket" nedeniyle Nurculuğa nüfuz edemediklerine dikkat çekti. Siyonistlerin taşeronlarının bulunduğunu ifade eden Bulut, Hıristiyanlığı bozan Pavlos ile Risale-i Nur'u bozmaya çalışan Gülen arasındaki benzerliği anlattı.
Yeryüzündeki çoğu darbelerin zahirdeki sebebinin Amerika olduğunu belirten Bulut, "Halbuki Amerika bir taşerondur. Yüklenici Firma daima Siyonist Örgüttür. İhaleyi o alır, taşeronlarına yani Amerika’ya İngiltere’ye Almanya’ya vs. dağıtır" dedi.
Konuyla ilgili Haber7'de yazdığı uzun yazıda sözü FETÖ'nün Risale-i Nur üzerindeki planlarına getiren Bulut'un ilginç analizlerinin yer aldığı yazıdaki bölüm şöyle:
BEKLEMEDİKLERİ GELİŞME İMAN HAREKETLERİYDİ
1980’lerin başında bu planı realize etmeye koyuldular. Onlara göre Büyük İsrail Devleti’nin kuruluş zamanı “2006” idi. Milenyumu baz almışlardı. Fakat bazı gelişmeler planlarını bozdu. Ortadoğu’da farklı gelişmeler gerçekleşti.
Bana göre beklemedikleri gelişme, iman hareketleriydi. Özellikle de Mısır’daki İhvanu’l-Müslimin ve Türkiye’deki Nurculuk hareketi onların hesabını bozdu.
Siyonistlerin bu hareketlerin gücünü sezmesi bizden önce başladı. O yüzden de bu hareketleri içeriden çökertmek için işbirlikçiler bulmanın çarelerini aradılar.
Müslüman Kardeşler örgütünün bir tarafı siyasi olduğu için onun içine nüfuz etmek çok daha kolaydı. Nitekim birkaç olayın içine çekerek Müslüman Kardeşleri, dünya kamuoyu önünde radikal bir örgüt gibi göstererek değer ve itibar kaybına sebep olmaları kolay oldu.
"MÜSBET HAREKETİ" PRENSİP EDİNEN NURCULUĞA NÜFUZ EDEMEDİLER
Ama Türkiye’deki imanî hareketlere başlangıçta fazla nüfuz edemediler. Özellikle siyasi ve sosyal meselelerde “müsbet hareketi” kendine prensip edinmiş Nurculuğa nüfuz edemediler. Bu çok önemli bir engeldi. Çünkü hem güçlü bir Batı karşıtlığı var ediyor hem de radikal hareket etmiyor; teröre bulaşmıyor, onların planlarına düşmüyor, gaza gelmiyordu… Onların istediği Müslüman tipi, radikal, kavgacı ve en küçük bir tahrike kapılıp kan döküp cinayet işleyen, kafasını kopardığı adamın başında Allahu Ekber diye bağıran ahmak tiplerdi. Planlarını gerçekleştirmek için bu tip Müslüman dünya kamuoyuna sunacakları en makbul malzeme idi.
İşte buna mani olabilecek tüm felsefi akımları ve düşünce gruplarını imha etmeleri gerekiyordu ki İslam büyümesin, İslam gelişmesin ve Müslümanlar uyanmasın.
BEDİÜZZAMAN HABER VERMİŞ: ARAP UYANINCA İSLAM UYANIR
Bediüzzaman haber vermiş ya “Arap uyanınca İslam uyanır.” diye onlar da o uyanışı önlemek için hiçbir fırsatı kaçırmadılar. Dünya üzerinde gerçekleştirilen büyük terör hareketleri için hep Arap gençlerini seçtiler. Ta ki gerçekten bir uyanış hareketi olduğunda o da terör hareketi gibi lanse edilebilsin. Nitekim Arap Baharı diye başlayan ve benim de alkışladığım o hareketlerin, kendi kontrollerinden çıkmaya başladığın gördükleri an, işe müdahale ettiler ve Suriye’de meseleyi bir Şii ve Sünni çatışmasına dönüştürerek akim bıraktılar… Bugün dünyada Müslüman Kardeşler’in ne bir inandırıcılığı kaldı ne de gücü.
HIRİSTİYANLIĞI BOZAN PAVLOS VE RİSALE-İ NURU BOZMAYA ÇALIŞAN GÜLEN'İN BENZERLİĞİ
II. Pavlos Vakası
Aynı şey Türkiye’de Nur hareketine yapılmak istendi. Bugün darbeye teşebbüs edenler bundan bir kaç yıl önce de Risale-i Nurları kendi gönüllerince sadeleştirip değiştirmeye kalkıştılar. Hiçbir yalvarış, hiçbir insafa çağrı onları durdurmadı. Şimdi düşünüyorum ki Risaleleri sadeleştirmek dahi bir emir altında yapılan bir kalkışmadır. Sadeleştirme adı altında Risale-i Nur’un dilini bozmak ve kendi eserleri karşısındaki rüchaniyetini yok etmekti!
Allah'tan başarılamadı. En azından Diyanet Teşkilatının şu eserlere sahip çıkmasıyla o amaç da şu darbe gibi kadük kaldı.
Bediüzzamanın Risalelerle getirdiği en ciddi misyon, “şahıs esaslı” irşadın yerine Kitabı koymasıdır. Diğer temel esas ise Müsbet Haraket etmesidir. Siyasi ve sosyal meselelerdedaima müsbet hareket etmeyi telkin etmiştir. Onun getirdiği öğretide kalkışma yoktur. Bir şahıs etrafında kümelenip post modern tarikatlar oluşturmak yoktur.
Düşünün ki bu zat (Gülen), tarikatlardan daha ağır bir bağlılıkla etrafındaki herkesi kendi zatına monte etti. Adeta hem Allah’ın –haşa- hem peygamberin misyonunu üstlendi. Kedi mensuplarına nerede ise cenneti garanti kıldı. Rasulullah’ı (s.a.v.), kendi dünyevi niyetlerini kabul ettirmenin aracısı yaptı. Bizler de onu, -şimdi daha iyi anlaşılıyor- dış güçlerin ve gizli örgütlerin desteğiyle parıltılı hale getirilmiş hizmeterine(!) kanarak bağrımıza bastık.
Oysa onun Risale-i Nur haraketine yaptıklarıyla Pavlos’un Hz. İsa’nın dinine yaptıkları nerede ise bire bir benzeşiyor!
Pavlos Hz. İsa’nın (a.s.) havarisi değildi, aksine düşmanıydı. Tarsuslu bir Yahudi ailenin iyi eğitim almış bir oğluydu. Yeni dini nasıl mihverinden çıkarabileceğine dair uzun çalışmalar yaptı. Sonunda bir plan yaptı ve işe dâhil olmaya karar verdi. Millete duyurdu ki “Ben İsa ile mücadele etmek için Şam’a gideceğim!” Şam yolunda pişman oldu verdiği karar korkunçtu!
Pavlos, Şam yolunda bu yeni dine nasıl darbe vuracağını belirlemişti. Şam’a gitmekten vaz geçti ve Kudüs’e döndü. Güya yolda Rab kendisine hitap etmişti ve demişti ki “Oğlumdan ne istiyorsun!”
Pavlos böylece hem kendisini rüyet alan bir nebi durumuna yükseltti hem de güya İsa taraftarlığı yaparken onu getirdiği tevhit hareketini temelinden yıkıyordu. Pavlos bu düşüncelerle Kudüs’e geldi.
Hz. İsa’nın (a.s.) göğe çekilmesinden sonra, onun etrafında kenetlenmiş olan havarilerin mütevazı bir cemaatleri vardı. Başlarında, Havari Yakup bulunuyordu. Yakup, bir sezgi ile ondan rahatsızlığını gösterdi ve onu cemaate kabul etmedi. bütün çabalarına rağmen Pavlos bir türlü kendisini cemaate kabul ettiremiyordu. Sonra, saf bir yapısı olan ve sonradan Havariler tarafından havari kabul edilen Barnabas’ı ikna etmeyi başardı Pavlos.
Pavlos; etkili konuşan, gözü yaşlı ve vaaz verirken sık sık bayılan bir azizdi(!)… Barnabas’ın ısrarıyla yine cemaate alınmamakla birlikte Pavlos’a karşı olan direnç azaltıldı. Pavlos vaazlarına başladı… Barnabas’ı da yanına alarak Antakya’ya geldi. Çok etkili, çok cerbezeli vaaz veriyordu. Kısa zamanda paganları etkiledi. ve kendine büyük bir cemaat oluşturdu. Fakat Barnabas da ondan şüphelenmeye başlamıştı. Çünkü Pavlos, sünnet ve namaz gibi dinin esasları arasında bulunan bazı meselelere yeterli ehemmiyet vermiyordu. Onları furuattan, teferruattan sayıyordu.
Pavlos Yahudilerin yanına gelince “Tabi ki sünnet olunmak lazım, tabii ki namaz kılınacak!” diyordu, ama Mitralara (yani Tanrılardan olma insanları tanrı edinmiş gruplara) inanan paganlarla bir araya gelince de “İsa da sizin dininizdeki gibi tanrının oğludur. Namaz kılmanıza gerek yok, sünnet olmanıza gerek yok!” diyordu.
Barnabas zamanla onun iç yüzünü görmeye başlamıştı ama artık iş işten geçmişti. Hz. İsa’nın (a.s.) gerçek öğretisi değil, Pavlos’un yaydığı “baba, oğul, ruhu’l-kuds” üçlemesi artık bütün İç Anadolu’ya yayılmıştı. Zamanla gerçek Hıristiyanlık bölgeden nerede ise tamamen silindi ve yerini Pavlos’un, adı Hıristiynlık olan dini öğretisi aldı. Pavlos, güçlenince, dinin ilk hizmetkârlarıyla ilgili şerhler de yaptı. Hz. İsa’nın (a.s.) nişanlısı veya eşi olma ihtimali yüksek olan Maria Magdalena’yı kötü kadın olarak tanıttı. Böylece Hz. İsa (a.s.) bir ilah yapıldı, Pavlos da peygamber muamelesi gördü, kendi öğretisini de Hz. İsa’nın (a.s.) dininin yerine koydu.
EĞER RİSALE-İ NUR'UN SADELEŞTİRİLMESİNE KARŞI DURULMASAYDI...
İşte aynı seremoni İslam içinde bu çağın tefsiri olan Risale-i Nur’a yapılmak istendi. Eğer risaleleri sadeleştirme operasyonuna Bediüzzaman’ın hayatta olan talebeleri, ittifakla ve sert bir şekilde karşı durmasalardı, Pavlos eliyle Hz. İsa’nın (a.s.) ve Hıristiyanlığın başına gelenler, Nurculuğun ve Nurcuların da başına gelecekti!
Böylece yakın coğrafyalarda İslam’ın farklı toplumsal yorumları olarak okunabilecek İhvanü’l-Müslimin’in başına gelenler Nur hareketinin de başına gelecekti. Eğer şu dönemde Nur hareketi tümüyle evrilebilseydi, belki şu darbeye bile gerek kalmadan Recep Tayyip Erdoğan iktidardan indirilir ve yerine, İsrail ve Amerika’nın arzularını kansız ve sorunsuz gerçekleştirecek bir hükümet iş başına getirilecekti.
O hükümet ne yapacaktı biliyor musunuz?
Kürtlere istedikleri araziyi bırakacaktı demokratlık adı altında. Neresidir oralar? Harput’tan Tarsus’a kadar olan bölge. Yer yer Toroslar da içinde kalarak!
BEDİÜZZAMAN'IN TALEBELERİNİ ŞİMDİ DAHA İYİ ANLIYORUM
Nurcuları, bu dönemde iktidarın arkasından çekemediler. Süleymancıların da tepe noktasını etkilediler ama cemaatin tabanına tam nüfus edemediler ve etkileyemediler. Menzil cemaatinden de büyük bir kısım insanı kendi yanlarına çektiler. En azından büyük bir kısmını iktidar aleyhine çevirmeyi başardılar ama Ne nurcuların ne de şu tarikatların temel kitlesini etkileyebildiler. Özellikle Bediüzzaman’ın hayatta olan talebelerinin; tavizsiz bir şekilde iktidarın yanında yer almaları, bütün planları bozdu. Bu zatların ne kadar titizlendiklerini ve asabiyet derecesine varacak kadar iktidara toz kondurmamalarının sebebini, yaşanan şu hadiseleri izledikçe daha iyi anlıyorum!
Meğerse ne büyük bir vartaya karşı vatan savunması yapmışlar. Bunun bir benzeri de 28 Şubat sürecinde yaşandı.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.