Sabri ALTUN
Suçum
Bir yaprak hışırtısında duydum sesini.
Ve bir dünyanın yıkılışına şahit oluşumdu sana bel bağlamam.
Haykırışlar peşimde takıldığı an ise ters yüz etmiştim alacakaranlıklarımı.
Belime ip bağlayıp atlamak isterken ucunda zehir olan bir ‘ok'a saplanmıştım.
Duymak!
Seslenmek!
Umut taciri olmaksa suçum ben ölmeye hazırım.
***
Karşıma bir bey çıkıyor.
Nefesi ensesinde.
Başlıyor boylu boyunca ağlamaya.
Nedenler niçinler sıralıyor.
Sebepler tahtında her şey olup biterken görünmez elden bihaber yakarışları kulaklarımda çınlıyor.
Mana yüklü bir bulut çıkıyor sonra… Yağmurlarını çöle bırakmış da gelmiş.
Ben neyim Allah aşkına?
Ya da kimin kimsesiyim?
Çakallar çaresiz bir domuza saldırırsa kimin tarafını tutmalıyım?
Ya insanlığın hayal dünyasında çırıl çıplak gezmeme ne denir?
Ya o hayal dünyasındaki koşuşuma ne diyeyim?
Ve hala durmaksızın koşmak isteyişime?
Bir atın yelesindeki bir kıla sarılıp kıllar arasındaki havayı teneffüs etiğim günkü kadar cüce oluşumu hala unutmuş değilim.
Bir atı sürecek kadar büyümek isteyişimse suçum; ben ölmeye hazırım.
***
"Doğduğum gün anneme ebelik yaptığım gündür" diyor şair.
Ve ekliyor; "cehennemden öteye ne kaldı ki?"
Kabuğumuzu deldiğimizden bu yana özümüzden geriye ne kaldı ki?
Kabuk özü muhafaza için vardır.
Önce elbiselerimiz değişti.
Sonra saçlarımız dışarı çıktı.
Sonra ışığın peşinde koşmayı unuttuk.
Sonra aklım tıkandı.
Dibi delik bir dünyada dipsiz uykulara daldım.
"Ak deniz akşamları" türküsü çaldı kulaklarımda.
Artık siyaset budalası da değildim.
Ege sahillerinde ki ölü denizleri mekân edeli beri "izm"ler felsefesini çoktan geri bırakmıştım.
Hayatı "ene"ye amade olarak yaşamak olarak görmekse suçum; ölmem yaşamamdan daha hayırlıdır ve ben ölmeye hazırım.
***
Ve beş çocuk...
Acıkmışlar, çöplükte yemek topluyorlar.
Hani Hilton’larda ya da 5 yıldızlı yerlerde oluk oluk çöplüklere atılan yemeklere inat. 5 çocuk acıkmış çöplükte karın doyurma hırsızlığına(!) girişmişler.
En lüks yemekleri çöplüğe atabilirsin. Ama çöplükte o yemeklerle karın doyurmaya çalışmak hırsızlık olur.
Ve bekçi, hırsız çocukları(!) kovalar.
Aç çocuklar koşuşur yola doğru,
Canhıraş bir araba kornası ve acı bir fren...
Tam dört anasının kuzusu tam dört 9 yaşında can kırıntıları boylu boyunca kanlar içinde...
Ve manzara karşısında gözlerimde akan yaşlar.
Ve aklıma takılan sorular;
Suçlu kim?
İsraf düşkünü bir toplum mu?
Onları kovalayan bekçi mi?
Onları ezen sürücü mü?
Onları oraya gönderen aileleri mi?
Ya da tek suçlu ben miyim?
Ya kaderin hükmü?
Neden dünyanın en ucunda bir haksızlık duyduğumda kendimi bu kadar suçlu hissediyorum?
Böylesi haksızlıkların karşısında "suçlu" hissedişimse suçum; ben ölmeye hazırım.
***
Artık siyasetsiz yazılar yazmayı düşünüyorum.
Siyasete bulaşmayacağım.
Diyordum ki;
“Kürt Çalıştayı” aklıma geliyor.
Kaf dağının arkasındaki bir ümit ışığı gibi…
Ve Devlet Bahçeli aklıma geliyor.
Ve “25 yıldan beri dağda gezenlere Türkiye’yi böldürmek istiyorsanız, 50 yılda dağda gezmeye hazır olan Türkiye’yi böldürmeyecek MHP var.” Sözü aklıma geliyor.
Dağları sükûnete kavuşturmaya hazırlanan 12 adama karşı tekrar dağa çıkma isteği aklıma geliyor.
Savaşla beslenen, barışı asla istemeyen zihniyetler aklıma geliyor.
Demokrasi adına, hürriyet adına, birlik ve beraberlik adına maraza müptela olmaksa suçum; ben ölmeye hazırım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.