Şahin DOĞAN
Tanpınar ve Huzur
Tanpınar’ın “Huzur” isimli klasik romanı birkaç yıl önce Erdal M. Göknar tarafından “A. Mind at Peace” adıyla ingilizce’ye çevrildi. Amerikalı meraklı okuyucuların istifadesine sunuldu. Dr. Selma Karışman Hanımefendi için bu girişim dünü, bugünü ve belki de yarını Huzur’la okumak için yegane fırsat. Eskiden övgülerin de yergilerin de bir ahlakı, bir adabı vardı. Ne diyelim, vatana ve millete hayırlı olsun! Uzun bir masalımız var Tanpınar’la. Yıllarca onun düşünce ve edebiyat dünyasında dolaşmış, ondan büyük ölçüde istifade etmiş ve bazı zaman rüyasında bile onu konuk etmiş taşralı edebiyat hevesli biri olarak şunları söylemek en doğal hakkım olmalı diye düşünüyorum.
Tanpınar, batıya uzanan doğulu bir tecessüs. Bilinç yaralı, inançlar muallakta hatta Mehmet Kaplan’a sorarsak mavera inancı yer yer kayıp. Yani her sanatçı gibi bir parça agnostik. [bilinemezci] Huzur romanı, bir kelimeyle “huzursuzluğun portresi” daha doğrusu mutsuzluğun. İkilemin, çıkmazın ve çırpınışın. Sadık Yalsızuçanlar’a göre Tanpınar’ın “Huzur” da başardığı biricik şey huzursuzluk. Aynen katılıyoruz.
Selim İleri’nin gözünde modern Türk Edebiyatı’nın en güzel aşk romanı. Buna da katılmamak içten bile değil. Abidin Dino ‘mutsuzluğun resmi’ni çizdi, Tanpınar ise ‘mutsuzluğun romanı’nı yazdı. “Necip Fazıl yarısı etmez Tanpınar’ın” diyor Cemil Meriç. Başka bir yerde ise tem tersini söylüyor. Necip Fazıl için o sadece bir “Domdom Hamdi.” Nobel sahibi Orhan Pamuk’a göre hazret, edebiyatımızdaki tek üstat. Edebiyatın bütün dalları için bu son hüküm biraz mübalağalı gibi ama özellikle ülkemizdeki “şehir okumaları” [Beş Şehir] bağlamında Tanpınar, sadece bir üstat değil bir öncü, bir ufuk, bir milat aynı zaman da. Kültür hayatımız da modern anlamda şehir okumaları Tanpınar’la başlar ve itiraf etmeli ki onunla biter. Bu satırların yazarının imzasını taşıyan Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa dahil daha sonraki bütün şehir okumaları onun kıvamsız bir tekrarı gibi. Bunun belki tek bir istisnası var: Orhan Pamuk’a ait “İstanbul, Şehir ve Hatıralar” isimli kitap.
Batı, rüyaların en muhteşemi, bu rüyayı gören doğulu muhayyile için iki seçenek vardı: Cinnet ve intihar. Tanpınar birincisini seçti, Beşir Fuat ve benzerleri ikincisini. “Huzur”un baş kahramanı Mümtaz’ın delirmesinin nedeni sorulunca Tanpınar’ın verdiği cevap her şeyi açıklamaya yetiyor: “Mümtaz Allah’ı bulamadığı için delirdi.” Üslup doğuya has manevi bir esrarla örülü. Biraz uhrevi, biraz dünyevi; biraz maddi biraz manevi; biraz eski biraz yeni ancak her zaman efsunlu, cazip, sıcak ve taze. Değişmeyen tema: Şüphe, tereddüt, ikilem, bocalayış.
Hakikate susuz batılı insanın “Huzur” da bulabileceği tek şey, mazisiyle yani kutsallarıyla ilişiğini kesmiş bir dimağın acıklı trajedisi. Modern insanın doğu da aradığı cevapların adresi Tanpınar ve benzerleri değil çünkü “Huzur” yazarı doğuyu temsil etmekten çok uzak biri. O, bütün Cumhuriyet dönemi entelijansiyası gibi coğrafi olarak doğulu, beyin olarak halis anlamda bir batılı. Daha doğrusu bir müstağrip. Huzur, yaralı bir vicdanın, buruk bir şuurun Beşir Ayvazoğlu’nun tabiriyle Araf da kalmış bir sanatçının dramı. Duayen hikayecimiz Mustafa Kutlu daha acımasız “Tanpınar’ın Yalanı” diyor Huzur için. Belki yalan ama sevimli bir yalan, yaşamımız için gerekli olan ve yaşamımıza tarif edemediğimiz bir heyecan katan bir yalan. Çıkmazlar içerisinde bocalayan Batı insanı, bu eserde şifasız dertlerine derman olarak Ömer Hayyam’ın rubailerine benzeyen sermesti birkaç cümle bulabilir, o kadar. Rubailer ve şifa. Ne kadar da birbirinden uzak!
Sadece “Huzur” mu? “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”, “Mahur Beste”, “Abdullah Efendi’nin Rüyaları”, “Aydaki Kadın”, [yarım kalmış romanı] “Yaşadığım Gibi”, “Beş Şehir” vb. diğer eserleri de öyle değil mi? “Modern hayat, ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder, ölümle ebediyetin el ele verişi Müslüman şarkın ezeli birlik rüyasıdır” diyor Tanpınar. Poetika’sının [sanat anlayışı] ana izleklerini okuduğumuz üniversiteli genç bir kıza gönderdiği mektuplar da ise bu satırların tam aksini söylemekten imtina etmez romancımız. Tanpınar ve hocası Yahya Kemal’in “Müslüman Şark” söylemi estetik kaygıların ötesine geçmez, batı da yaşasalardı bu ifade çok rahatlıkla “Hıristiyan Garp” olurdu.
Tanpınar sanat adamı, dava adamı değil. Sanatta belki çok tatlıdır ama davaya soyunduğu zamanlar da kusulacak gibidir. Tıpkı Necip Fazıl’ın ilmiliğe soyunduğu zamanlar gibi. İki dünya arasında sıkışıp kalmış kendince kelimelerden bir dünya kurmuş olan Araf da bir insan. Kurmaya çalıştığı bu dünyanın gerçekle ve gerçeklikle hiçbir ilgisi yok Hilmi Yavuz’a göre. Öyle de sanatın böyle bir derdi yok ki zaten. Hangi sanatın ve sanatçının gerçekle ve gerçeklikle bir alakası var ki! Gerçek, en amansız düşmanı sanatın. Her şeyin içinde ve fakat her şeyin dışında. Kısacası Tanpınar, bir rüyadır ve her rüya gibi bir te’vili vardır, gerçi te’villerin sonu gelmez ama bence bu rüyanın te’vili bundan ibarettir.
“Huzur evrenselleşirken” diyor Karışman. Hangi Huzur, hangi evrensellik? Huzur inşallah evrenselleşir ama umarız bu huzur Tanpınar’ın “Huzur”u [huzursuzluğu] olmaz. Şüphe ve inkarın gayyası içinde çırpınan batılı zihnin huzur çeşmesi, Mevlana, Yunus, Sadi, Hafız, İkbal, Bediüzzaman gibi marifet pınarlarıdır. Cumhuriyet döneminin zavallı entelijansiyası değil.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.