Yusuf KAPLAN
Tarihte üçüncü yürüyüşümüz ve Paradigma'nın gelişi
Türkiye'nin “karın ağrıları”nın, “boyun ağrıları”nın, hazımsızlıklarının, yapay gerilimlerinin kökeninde, köklü, güçlü ve yaşayan bir düşünce birikiminin olmaması yatıyor.
Yakıcı bir paradoks var burada: Bir yandan, muazzam ve mütevazi bir medeniyetin çocuklarıyız; dünyanın adalet, hukuk ve vicdan sorunlarını hâl yoluna koyacak çapta bir medeniyetin. Ama öte yandan da, bu medeniyetle ilişkimiz, neredeyse sıfırlanmış gibi. Sanki tarihte, tarihin yapılmasında hiçbir rol oynamamış, dünyaya gözlerini yeni açmış bir çocuğu andırıyoruz: Hep birilerinin ağzına, sözüne, gözüne, hatta gözünün içine bakıp duruyoruz.
Gerçekten çıldırtıcı bir paradoks bu: Oysa böylesine muazzam ve muazzez bir medeniyet tecrübesinin yeniden diriltilmesi, fikrî temellerinin, önermelerinin şifrelenerek yeniden bütün insanlığa sunulması ancak bütün insanlığın sorunlarını kendi sorunları belleyen bu ülkenin çocuklarının, gönül, zihin ve eylem erlerinin üstlenebileceği, bir yükümlülük, bir mesuliyettir.
Elbette ki, böylesine aziz, azim ve asil bir mesuliyeti, ancak bir meselesi olanlar idrak edebilir, insanlığın, dünyamızın temel sorunlarına ilişkin esaslı sualler sormasını bilebilenler müdrik olabilir ve mükellefiyetlerini yerine getirebilirler.
Bu ülkenin çocukları olarak biz, dünya tarihinin yapılmasında iki esaslı büyük yürüyüş gerçekleştirdik, Asya steplerinden Avrupa'nın içlerine doğru yürüyerek. İlk yürüyüşümüz yıkıcı oldu. Selçuklu'nun rûhî, fikrî ve estetik birikimi üzerine bina edilen ikinci büyük (Osmanlı) yürüyüşümüz ise yapıcı, kanatlandırıcı ve herkese ruh üfleyici muazzez ve asil bir yürüyüştü.
Bu ikinci yürüyüşümüz, Avrupalıları tarihe ve eyleme kışkırttı. Avrupalılar, yeni kıtaları sömürgeleştirerek, Rönesans ve Reformasyon'la birlikte, bütün dünyayı kontrolleri altına aldılar; kendileri dışındaki medeniyetlere nefes bile aldırmadılar ve tarihi tek yanlı olarak durdurdular.
Durdurulanların başında biz geliyorduk. Geldiğimiz noktada, hâlâ durdurulduğumuzun farkında bile değiliz; patinaj yapmakla, kendimize ve Batı'ya ilişkin platonik aşk ve nefret hikâyeleri sahnelemekle, günümüzü gün etmekle meşgulüz çoklukla.
Ama bu gemi böyle yürümez. İşte karaya oturduğunu bile fark edemediğimiz bu “gemi”nin, her şeye rağmen, “yelkenler fora!” diyebileceğimiz limandan kalkış ve üçüncü yürüyüşe hazırlanma vakti gelip çattı.
Bu kez, bu üçüncü yürüyüşümüzle entelektüel olarak da dünyaya esaslı şeyler söyleyebilecek bir medeniyet sıçramasının gerçekleştirileceğine dair küçük de olsa bazı “işaretler” var.
Yaşadığımız sığ modernleşme / sekülerleşme deneyimi, bize tersinden de olsa çok şeyler öğretti, öğretiyor.
Dünyaya hâlâ çocuksu bir saflıkla ve sığlıkla bakan bu ülkenin metamorfoz yemiş entelijansıyası içinde, bir meselesi olan, mesuliyetlerini müdrik ve esaslı sualler sorabilen ayrıksı kişiler, yol açıcı öncü figürler, yeniden tarihe çıkabilmemiz için gerekli olan fikrî yapıtaşlarını adım adım döşüyorlar. (İslâm dünyasının en büyük çağdaş düşünürü Bediüzzaman'ın bu topraklardan çıkması, üçüncü yürüyüşümüzün ne'liği, niteliği hakkında yeteri kadar fikir veriyor olmalı).
Yayıncılık alanında bu tür zorlu ve netameli bir yolculuğa çıkmaya hüküm giyen öncü kişilerden biri Hüsamettin Arslan'dır. Özbeöz bu medeniyetin hamurunun ve ruhunun çocuğu olan Arslan, Paradigma Yayınları'yla (tel: 0212-526 81 52) değeri ancak bir sonraki kuşak tarafından anlaşılabilecek muazzam, zorlu bir entelektüel yolculuğa çıkmış durumda.
Paradigma, çağdaş düşüncenin en temel metinlerini, özenli bir Türkçe'yle, bizim medeniyet dilimizi eksene alarak düşünce hayatımıza kazandırıyor. Paradigma'nın “babası” Arslan, çağı tanımadan, çağrısı başka çağlara ulaşabilecek asil çağrılar gerçekleştirilemeyeceğinin farkında.
Paradigma'nın özellikle Kıta Avrupası felsefesi üzerinde yoğunlaşması isabetli, “stratejik” bir seçim: Felsefe, analitik felsefeden çok, kıta felsefesi demek çünkü. Anlamın, “hikmet” arayışının peşinde olan felsefe, kıta felsefesi. Biz bu çağdaş felsefeyle irtibatlarımızı güçlendirdikçe, bizim medeniyetimizin kurucu metinleriyle de, figürleriyle de daha doğrudan irtibat kurma imkânına kavuşabileceğiz. Çünkü o zaman -sözgelişi- İbn Arabî'nin Heidegger'le aslâ kıyaslanamayacak çaptaki farkını daha doğrudan idrak edebileceğiz.
Paradigma'nın kitaplarını Pazartesi günkü yazıda “ayrıntılı” olarak inceleyeceğim. Şimdilik şunu söylemekle yetineyim: Paradigma'nın kitaplarından birini bile kaçırmışsanız, çok şey kaybettiğinizi bilin, vesselâm.
Yeni Şafak
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.