Tarihten Dizi Olur mu?
Mustafa Uçurum'un yazısı...
Tarihi gerçeklikleri diziye mâl etmek, tarihi dizilerden öğrenmek ne kadar akla yatkındır, doğrusu işin içinden çıkmak epeyce zor görünüyor.
Dizilerin herhalde en büyük faydalarından biri de kitap piyasasına oldu. Ardı ardına çıkan padişah, harem, sultan kitapları rafları süslemeye devam ediyor. Kelli felli tarihçiler, unutuldukları köşelerinden çıktılar ve ekranlarda arz-ı endam ediyorlar.
Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili birçok kitap çıktı ama Kanuni’nin şairlik yönünü ön plana çıkaran bir yeni eser henüz ortalarda görünmüyor. Tüm cihana muhteşemliğiyle nam salmış bir padişahın şairlik yönünü de gözler önüne sermek daha isabetli bir çalışma olacaktır. Ömrünün büyük bir bölümü cenk meydanlarında geçmiş, saray nedir bilmeden ülkeler fethetmiş bir padişahın şiirlerini okumak, onun şairlik yönüne de dikkat çekmek çok önemli bir adımdır. Kanuni’nin şairliğinin “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” beyitiyle sınırlı olmadığının bilinmesi gerekir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın Muhibbi mahlasıyla oluşturduğu divanı o dönemin ve kendinden sonraki dönemin en önemli eserleri arasında gösterilir. Kırk altı yıllık padişahlığında atının nallarının izi değmedik toprak parçası kalmadığı halde, o derece başarılı bir divanı nasıl oluşturduğunu düşünmek bile başlı başına bir muammadır.
Sadece Kanuni değil birçok padişah da şiirler yazmış, divan oluşturmuştur. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet’in Avni mahlasıyla oluşturduğu bir divanı vardır. Çağ açıp çap kapatan Fatih’in bu yönünün de gözler önüne serilmesi gerekir.
Edebiyat Ortamı dergisinin 19. sayısında Gökhan Özcan, televizyonlardaki tarih dizilerine dikkat çekerek bu dizilerin tarihin ciddiyetini zedelediğini anlatıyor ve tarihin, dizilere konu olacak kadar basit bir yaşanmışlık olmadığını söylüyor. Medya günümüzde o kadar güçlü ki tarihin en şanlı bir dönemini dahi kendine malzeme yapabiliyor.
Gökhan Özcan’ın itirazı yalnızca dizilerle sınırlı da değil. Aslında daha büyük itirazı tarihin tartışılmaya başlanmasına sıradan bir dizinin sebep olması.
Gökhan Özcan son noktayı koyuyor ve tarihçilere asıl görevlerini hatırlatıyor: “Tarihçilerin sorumluluğu her şeyden önce tarihin izzetini ve ciddiyetini korumak olmalıdır.”
Medyamız hazır bir şekilde gündem konulara uygun akademisyen tedarik edebildiği için şimdilik ekranlar tarihçilere ayrılmış durumda. Elbette seçim haberlerinden fırsat buldukları oranda.
Yazacak bir senaryosu kalmayan sözüm ona senaristlerin romanlara, tarih sayfalarına saldırıp ne bulurlarsa televizyona taşımaya çalışmaları devam edeceğe benziyor. Tarihi tarihçilere bırakmak, romanları da gerçek okuyuculara emanet etmek şimdilik zor görünüyor. Medya, kısır döngünün kıskacından çıkamayacak ve kendini tekrar etmeye devam edecek.