Abdulkadir MENEK
Tesettür ve sekülarizm
Bir süre önce ‘’Başörtülü Okumak’’ başlığı ile bir yazı yazmış, başörtüleri ile okumaya çalışan kızlarımızın bir kısmının dahi olsa, tesettür ve giyim anlayışlarında artık herkesin gözlemeye başladığı savrulmaya dikkat çekmeye çalışmıştım.
Şüphesiz ki konu, yalnızca okumaya çalışan tesettürlü kızlarımızı ilgilendiren bir konu değildir. Bu konu; başlarını örten,tesettürü bir hayat ve inanç biçimi olarak kabul eden bütün kadınları ilgilendirmektedir. Ve bu noktada ne yazık ki, yine aynı hususu bir kez daha ifade etmek mecburiyetindeyiz. Başlarını örten bazı bayanlar, tesettürü sadece baş örtmekten ibaret sanıyorlar ve öyle bir giyim tarzını tercih ediyorlar.
Bir kez daha şunu çok net bir şekilde bilmek ve buraya bir kayıt düşmek gerekir. Tesettür sadece baş örtmekten ibaret değildir. Fakat baş örtmek elbette tesettürlü giyimin ayrılmaz ve vaz geçilmez bir parçasıdır. Çünkü İslam âlimlerinin kahir ekseriyetinde, bu konuda herhangi bir tereddüt yoktur ve ayetler bu şekilde yorumlanmıştır.
Kadınların örtünmesi konusu, İslamiyet’in doğuşu ile birlikte günümüze kadar hep konuşulmaya ve tartışılmaya devam edilmiştir. Konu; insan hakları, hürriyet, ekonomik serbestlik, kadın-erkek ilişkileri, sosyal hayata katılım, değişen dünya şartları, farklı iklimler bağlamında sürekli olarak tartışılmış ve bu tartışma hızını artırarak günümüze kadar ulaşmıştır.
Tesettür ile ilgili olarak nazil olan Nur suresindeki ayet-i kerime çerçevesinde şekillenen kadınların giyim anlayışı, özellikle son yüzyılda büyük tartışmaların odak noktasını oluşturmuştur. Bu vesile ile Nur Suresinin 31.Ayetini Diyanet İşleri Başkanlığının mealinden bir kez daha hatırlayalım:
‘’Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut Müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!’’
Bu ayet-i kerime nazil olana kadar Müslüman kadınlar için herhangi bir giyim şekli belirlenmemişti. Kadınların birçoğu, cahiliye döneminin adetlerine göre giyiniyor ve tesettüre pek fazla riayet etmiyorlardı. Bu ayet-i kerime ile bir Müslüman kadının nasıl örtünmesi gerektiği konusunda İlahi ferman nazil olmuş, büyük fitnelere sebebiyet veren açık saçıklığın önüne geçilmeye çalışılmıştır. Müslüman kadınlar giyimlerine bundan sonra çok daha büyük hassasiyet göstermeye başlamışlardır.
Tabii ki iffet ve tesettür konusu, sadece kadınlara mahsus bir konu değildir. Özellikle erkekleri ikaz için gönderilen Nur Suresinin 30. ayetinde beyan olunduğu üzere, konu bütün insanları ilgilendirmektedir. Meseleye bir bütün olarak bakmanın zaruretini göz önüne alarak, bu ayetin de meali buraya eklemek istiyorum:
‘’ Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.’’
Sosyal hayatın en hassas konularının başında gelen kadın-erkek ilişkileri üzerinde çok sayıda araştırma yapılmış ve bunun sınırları konusunda farklı bazı görüşler ortaya atılmıştır. Fakat özgürlük düşüncesinin hiç bir sınır tanımadan savunulmaya ve bazı kesimlerce yaşanmaya başlandığı yirminci asrın en büyük fitnesi içinde, konu çok daha büyük bir önem arz etmeye başlamıştır.
Materyalizm, ateizm ve kapitalizm şeklinde tezahür eden Deccalizm ve Süfyanizminseküler ideolojisi, bütün hedefini madde ve nefsin tatmini şeklinde ortaya koyunca, para ile birlikte kadını bir meta olarak gören bir anlayış ne yazık ki bütün dünyada egemen kılınmak istenmektedir. Bu konuda da alınan mesafe, her geçen gün artmaya devam etmektedir.
Çünkü dünya giderek küçülmüş ve adeta bir köy haline gelmiştir. İletişim imkânlarının son derece artması ve bu imkânların çok hızlı bir şekilde dünyanın en ücra köşesine kadar yayılması, karşılıklı etkileşimi büyük oranda artırmıştır. İnsanlar, kendi ailelerinin, çevrelerinin, yakınlarının etki alanından giderek uzaklaşmaya başlamış, global bir kültür ve hayat tarzının etkisi altına girerek, yeni bir hayat ve giyim tarzını benimsemeye başlamışlardır.
Bu global kültür ve hayat tarzı ne yazık ki, dünyadaki teknolojik ve iletişim imkanlarını büyük ölçüde ellerinde tutan kesimler tarafından yönlendirilmiş ve şekillendirilmiş; giyimleri, hayat tarzları, eğlence anlayışları, yemek kültürleri ve sosyal yaklaşımları birbirine yaklaşan, yepyeni bir dünya nesli ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bu konuda farklı bazı görüşler ortaya atılabilir. Elbette bu görüşlerin hepsine saygılıyız. Fakat televizyonun, futbolun, bluejeanin, colanın, hamburgerin, cipsin, internetin, facebookun, tam donanımlı cep telefonlarının, büyük oranda gelişen ulaşım imkânlarının, serbest bir sosyal yakınlaşma ve etkileşimin şekillendirdiği yepyeni bir hayat anlayışı, etkisini her geçen gün artırmaya devam etmektedir.
İşte İslami bir hayat tarzı, dini hassasiyetler ve tesettür eksenli giyim, bütün bu etkiler ve sosyal dayatmalar karşısında, kendini ne kadar muhafaza edebilmektedir? Şiddetle esen bu seküler fırtınalar karşısında, Müslüman kadının sahip olması gereken tesettüre dayalı giyim anlayışı, asliyetini ne kadar koruyabilmekte ve dayanabilmektedir?
Bu sorulara bir çırpıda cevap verebilmek, göründüğü kadar kolay değildir. Bu dönemde, müstehcen giyim tarzlarını teşvik eden ve piyasada ekonomik olarak da büyük bir pay kapmaya çalışan giyim firmaları ile rekabet edebilmek için, tesettür giyim firmaları da ‘’Tesettür defileleri’’ düzenlemekte’’ ve aynı yöntemlerle tüketiciye hitap etmeye çalışmaktadır.
Bu tarz arz ve satış yöntemleri arttıkça, tesettür anlayışı da giderek aşınmakta ve adeta ‘’Seküler Tesettür’’ diyebileceğimiz yeni bir giyim tarzının ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
İşte bu noktada şu soruyu sorabiliriz: Acaba bu satışları yapmak için çok meşhur yerli ve yabancı mankenlerle anlaşan ve onlara yüklü paralar veren, tesettürlü kadınları da bu tür mekânlara çekerek, kendi giyim modellerini tanıtan firmalar, tesettüre ne kadar hizmet etmektedirler?
Bu tarz defile ve tanıtım yöntemleri, artık bütün İslam ülkelerinde rahat bir şekilde zemin bulabilmekte, buna rağbet de her geçen gün artmaya devam etmektedir. Bazıları da bu artışı, tesettürlü hayata olan alaka ve yönelmenin her geçen gün daha da artmasının bir tezahürü olarak değerlendirebilmektedir. Tesettür defilelerini, bizler gerçekten bu şekilde değerlendirebilir miyiz?
Tesettür giyimindeki savrulma ile müstehcen giyimin artış hızı, neredeyse paralel bir seyir izlemektedir. Peki, bu gelişmeleri, nasıl değerlendirmemiz gerekir? Peygamber Efendimizin ‘’benden sonra ümmetim için kadınlardan daha büyük fitne yoktur’’ hadisi ışığında gelişmelere bakıldığı zaman, ümmetin hem erkekleri ve hem kadınları için müstehcenliğin ne kadar büyük bir fitne olduğu, çok bariz bir şekilde anlaşılmaktadır.
Son yıllarda çok bariz bir şekilde, tesettür anlayışı ile güç, servet, makam, siyaset, ticaret, kuvvet, iktidar arasında çok yakın ve olumsuz bir ilişki göze çarpmaktadır. Elbette, bu konuda çok büyük imkânlara sahip olduğu halde, takva ve tesettür anlayışından zerre kadar taviz vermeyen ve bunları esas tutan çok sayıda aile vardır ve onları tenzih ederiz.
Bu konuda yapılmış bir araştırma olup olmadığını da bilmiyorum. Fakat gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim. Dünyevi ve maddi imkânlara sahip olmaya paralel olarak, tesettür giyim anlayışında bir gevşeme ve bir savrulma yaşanmakta, burada Allah’ın emri ve rızasından başka veya onunla birlikte, çevrenin takdiri, beğenilme arzusu, dünyevi imkanları ve makamları kaçırmamak ve modayı takip etme duyguları da ön plana çıkmaktadır.
Özellikle ahir zamanın dehşetli fitnesi içinde, manevi hançerler gibi ehl-i imanı yaralayan ve nefsin esareti altına alan açık saçıklık fırtınası, iman kalelerinde en büyük tahribatı yapan bir felaket olarak, her geçen gün şiddetini arttırmakta, dini hassasiyetleri gevşetmekte, kalplerde, ruhlarda, vicdanlarda, körpecik dimağlarda dehşetli bir tahribata sebep olmaktadır.
Bu dehşetli felaketin, tesettür kalelerinde yapmış olduğu tahribatı tarif ve telafi edebilmek çok müşküldür. Bu konuda ehl-i iman ve özellikle goballeşerek küçülen dünyanın teknolojik imkânlarını çok kolay bir şekilde kullanabilen genç nesilleri korumak, çok hayati ve vazgeçilmez bir öneme haizdir.
Genç nesillere ve evlatlarımıza iman, istikamet, iffet, hayâ, edep, ibadet iklimlerinde huzur ve saadet dolu bir hayat yaşatarak, ebedi cenneti ve saadeti netice veren bir anlayışı dünyalarında ve akıllarında hâkim kılmak için görevimizi yeterince yapıyor muyuz? Veya yapma iradesini gösteriyor muyuz?
Anne ve babalar, bu konuda yeni bir muhasebe ve ardından bu neticeleri verme istidadına sahip bir program yapmaya hazırlar mı?
Bu durum en azından ebeveynlerin, evlatlarının dünya saadeti ve başarıları için gösterdikleri gayret kadar gerekli ve değerli değil midir?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.