Tevafuklu Kur'anı Bediüzzaman keşfetti, Hüsrev Altınbaşak yazdı
Tevafuk ne demektir? “Kur’an’daki tevafuk mucizesi” tabiri ile anlatılmak istenen nedir? Kur’an’daki tevafuk mucizesini gösteren Mushaflar nasıl ortaya çıkmıştır
TEVÂFUK MUCİZESİ
Tevafuk ne demektir? “Kur’an’daki tevafuk mucizesi” tabiri ile anlatılmak istenen nedir?
Tevafuk, iki şeyin birbirine uygun ve denk gelmesi demektir. Hususen tesadüfe verilme ihtimali olmayan ve arkasında İlâhî bir kasıt ve iradenin varlığı hissedilen denk gelmelere tevafuk denir.
Kur’an’daki tevafuk mucizesi ise, Kur’an’da bulunan toplam 2806 adet “Allah” lafzının bazı müstesnalar hariç birbiriyle tevafuk etmesidir. Kur’an’ın 604 sayfasının çoğunda “Allah” lafzı mükerrer olarak geçmektedir. Bu lafızlar, har sayfada ya alt alta, ya karşılıklı sayfalarda üst üste, ya da bir yaprağın iki sayfasında sırt sırta gelerek, ya da sayfalar arasında birbirine tevafuk etmektedir. Rab, Kur’an ve Resul kelimelerinde de aynı tevafuk olduğu gibi daha başka tevafuk çeşitleri de vardır. Kur’an’ın yazısında olan bu mucizesini ilk olarak geçen asırda Üstad Bediüzzaman Hz. keşfetmiştir. Maddeci dinsiz felsefenin insanları derinden etkilediği ve akılları gözlerine inmiş ve görmediğine inanmayan veya inanmakta zorlanan insanların yaşadığı böyle bir asırda Kur’an’ın gözlere hitab eden tevafuk mucizesinin ortaya çıkması gayet manidardır ve tamamen Allah’ın bir lütfudur. Ayrıca Kur’an’ın inişinden yaklaşık 1350 sene sonra böyle bir mucizenin ortaya çıkmasında, reddedilmesi mümkün olmayan şöyle bir hikmet daha vardır: Şöyle ki, eğer ilk yazılan Kur’an’da bu mucize görünse idi müşrikler ve sonraki asırlardaki gayrimüslimler “Bunu Muhammed (sav) ve ashabı çalışıp denk getirmişler” diyeceklerdi. Bu kadar zaman sonra üstelik insanların “Görmediğime inanmam.” demeye başladıkları bir dönemde keşfedilmesi bütün itirazları çürütecek bir durumdur. Bu konuya dair Bediüzzaman Hz. mealen şunları söyler:
“Kur’an-ı Mucizül Beyan’ın mucizelik yönlerinden göz ile görünecek kısmının beş altı vechinden bir vechini gösterecek yeni bir Kur’an Elhamdülillah yazıldı. Ümmetçe Hafız Osman hattıyla makbul Kur’an’ın aynı sayfalarını ve satırlarını muhafaza etmekle beraber. Allah lafzı Kur’an’da toplam 2806 defa tekerrür ettiği halde nâdir ve nükteli müstesnalar hariç kalıp geri kalanı tevafuk ettiğini anladık. Sayfa ve satırlarını değiştirmedik. Yalnız tanzim ettik. O tanzimden harika bir tevafuk ortaya çıktı. Yazdığımız Kur’an’ın parçalarını bir kısım ehli kalp görmüş, Levh-i Mahfuz hattına yakın olduğunu kabul etmişler.” (Bkz. Mektubat, Fihriste-i Mektubat ve Rumuzat-ı Semaniye)
TEVÂFUKLU KUR'ÂN'IN YAZILIŞI
Kur’an’daki tevafuk mucizesini gösteren Mushaflar nasıl ortaya çıkmıştır?
Bu işin ilk başlangıcı Kur’an’daki “ayet ber kenar” denen sayfa düzeninin keşfedilmesiyle olmuştur. Şu an bütün İslam dünyasında kabul görmüş olan bu sayfa düzeni, yani her sayfanın günümüzdeki en-boy orantısı ve on beş satır ve altı yüz dört sayfa olan bu günkü tertibini ilk kez uygulayan Osmanlı son dönem meşhur hattatlarından Kayışzâde Hâfız Osman Efendi’dir (ö. 1895).
Bu zat Kur’an’ın sayfa ölçüsünü yine Kur’an’dan alarak bir mushaf yazmış ve bununla Kur’an’ın gözlere hitap eden bir mucizesine kapı açmıştır. O da Kur’an’ın her sayfasının ayetle başlayıp ayetle bitmesidir. İşte bu özelliğe ayet ber kenar özelliği denilmektedir. O güne kadar yazılan Mushaflarda böyle bir özellik yoktu.
Hafız Osman Efendi’nin Kur’an’dan aldığı ölçü şu idi: Sayfa boyu ölçüsü olarak en uzun ayet olan ve tam bir sayfa süren 47. sayfadaki Müdayene ayetini esas almış; sayfa eni ölçüsü olarak da en kısa sure olan İhlas suresini esas yapmıştır. Bu ölçüyle tüm Kur’an’ı yazdığında her bir sayfanın ayetle başlayıp ayetle bittiğini görmüştür. Üstad Bediüzzaman’ın “İlhamı ilâhî olduğunu ve ayet ve sureden alındığı için Kur’an’ın kendi ölçüsü” (Bkz. 19 ve 29. Mektub) olduğunu beyan ettiği bu tertip, âlem-i İslam’da büyük bir rağbete mazhar olmuş ve her tarafta Mushaflar ekseriyetle bu ölçü esas alınarak yazılır olmuştur.
Yaklaşık bin üç yüz sene evvel nâzil olan Kur’an’da bulunan bir güzelliğin bu kadar asır geçtikten sonra ortaya çıkması onun bir insanın suni çabalarının mahsulü olmadığına, bilakis Allah’ın ilhamıyla yazdırılarak Kur’an’ın Levhi Mahfuz’daki hakiki sayfa düzeninin ihsan edildiğine delildir. Çünkü hem ayetlerin nüzul sıraları farklıdır. Hem de uzunlukları farklı farklıdır. Her sayfa sonunun ayet bitişine denk gelmesi ne tesadüfle, ne de insan iradesi ile olabilecek bir durum değildir.
Bu işin ikinci safhası ise yaklaşık yarım asır sonra (1930’ların ortalarına doğru) asrın müceddidi Üstad Bediüzzaman hz. nin Hafız Osman hattıyla yazılmış olan kendi Kur’an’ın’da Allah lafızlarının kısmen tevafuk ettiğini fark etmesi üzerine başlamıştır. Bunun üzerine bütün sayfaları ve o sayfalarda geçen Allah lafızlarını inceleyen Hz. Üstad, mühim bir kısmının tevafuk ettiğini, bir kısmında da tevafuk matlup olduğu halde kaymalar bulunduğunu görür. Bunun üzerine Kur’an’da Allah lafızlarının dizilişinde var olduğu anlaşılan bu tevafuk mucizesini gözlere gösterecek bir biçimde yeni bir Kur’an yazdırmaya karar verir.
Talebelerinden on tanesine üçer cüz dağıtarak, Kur’an’da çok nadir müstesnalar hariç Allah lafızlarının hemen hemen tamamının tevafukta olduğu gösterecek bir Kur’an’ı yazmak için çalışmalarını emreder. Kısa bir zaman sonra talebelerinden, kendisini Risale-i Nur’un Kahramanı olarak isimlendirdiği ve en çok değer verdiği bir talebesi olan Ahmed Hüsrev Efendi’nin yazdığı cüzlerde tevafuk görünürken diğerleri muvaffak olamadılar.
Üstad, bu tevafukların açıkça görünmesi için kırmızı yazılmasını da emretmişti. Bediüzzaman Hz. Hüsrev Efendi’nin muvaffakiyetini, “Kur'anın gözle görülen bir nevi lem'a-i i'caziyeyi, beş-altı mushafta işaretler yaptım, hatt-ı arabî-i Kur'anîleri mükemmel olan kardeşlerime taksim ettim. Bunların içinde hatt-ı arabî-i Kur'an'da Hüsrev onlara yetişemediği halde, birden umum o kâtiblere ve hatt-ı arabî muallime tefevvuk eyledi. Ve hatt-ı arabîde, en mümtaz kardeşlerimizden on derece geçti. Umumen onlar tasdik edip: "Evet bizden geçti, biz ona yetişemiyoruz" dediler.” (Kastamonu Lahikası) diyerek ilan eder.
Artık bundan sonra Hüsrev Efendi yine Üstad’ın ifadesiyle Mucizeli Kur’an’ın kâtibi olmuştu ve en kısa sürede bütün cüzleri tamamlayarak Üstadına takdim etti. Üstad Hz. Hüsrev Efendi’ye yazdığı bir mektubunda, “Senin yazdığın mu'cizeli iki Kur'an-ı Azîmüşşan'ın bu havalide hususan Ramazan-ı Şerif'te sana kazandırdıkları sevabları ve tahsin ve tebriklerini, inşâallah yakında tab'a girmesiyle (basılmasıyla), âlem-i İslâm'dan senin ruhuna yağacak rahmet dualarını düşün, Allah'a şükreyle.” (Kastamonu Lahikası) diyerek kendisini tebrik ediyor ve kazanacağı büyük sevaplarla müjdeliyordu.
Daha sonraki kırk yıl boyunca Hüsrev Efendi tevafuklu Kur’an’ı toplam dokuz defa yazarak en mükemmel şeklini vermiş oldu. Günümüzde tevafuklu Kur’an, Hüsrev Efendi’nin çabalarıyla kurulan Hayrat vakfı bünyesindeki Hayrat Neşriyat tarafından basılarak ehli imanın istifadesine sunulmaktadır.
HAYRAT NEŞRİYAT TARAFINDAN BASILAN KUR'ÂN-I KERÎMLER
Hayrat Neşriyat tarafından basılan Kur'ân-ı Kerîmler Bediüzzaman Hazretleri'nin güzîde talebesi Ahmed Husrev Efendi tarafından ömrünün kırk yılını vererek yazılmıştır. Bütün dünyada en kolay öğrenilen ve okunan Kur'ân hattı olarak ün kazanmıştır. Hattının bir başka özelliği ise Allah ve Rab lafızlarındaki ve diğer kelimelerde bulunan tevâfukları göstermesidir. En kolay öğrenilen ve okunan Kur'ân-ı Kerîm olma özelliğini hattının sadeliğinden ve yazıldıktan sonra üzerinde yapılan 10 yıllık baskıya hazırlama çalışmalarından ve kâtibinin manevî bir tebessümünü taşıyan şirin hattından almaktadır. Ticari amaç güdülmediğinden yazılır yazılmaz hemen basılmamış, müslümanların daha kolay öğrenmesi ve daha kolay okuması için üzerinde tam 10 yıl çalışma yapılmıştır. Tevafuklu Kur'an'ın basılması için kurulan matbaada çalışanlar abdestsiz çalışmaz ve Kur'ân-ı Kerîm'e layık olan hürmeti gösterirler. Matbaa kurulana kadar saman kağıda basılan Kur'ân-ı Kerîmler ilk defa Hayrat Neşriyat tarafından Kur'ân-ı Kerîme gösterilen ihtimamdan dolayı 1. Hamur kağıda basılmış ve o tarihten sonra bu anlayış değişmiştir. Matbaa temizliğinde kullanılan sular dahi, içerisine Kur'ân-ı Kerîmlerden dökülen mürekkepler tozlar vs. parçalardan dolayı şehir şebekesine karıştırılmamakta Hayrat Neşriyat tarafından yapılan ayrı bir alanda toprağa karıştırılmaktadır.
Kaynak: Hayrat