Hüseyin KARA
Tevazu güçlü olma halidir
Yaradan’ın büyüklüğü karşısında küçüklüğün bilincinde olma hali olarak tezahür eden tevazu yani alçak gönüllülük, tevhidin insan davranışlarıyla son derece anlamlı bir şekilde ilanıdır aslında. Allah büyük ve onun dışında her şey küçük anlayışı üzerine gelişen fikir ve vicdana dayalı bu duygu yoğunluğu her tür büyüklenmeyi de silip süpürür.
Büyüklenmenin tam zıddı olan alçak gönüllülük herkes tarafından takdir edilen bir davranış biçimi… Alçak gönüllülük, sevgidir, müsamahadır, hiç kimseyi değersiz ve küçük görmemektir, kimseye üstünlük taslamamaktır. Tüm olumlu duyguların yansıtıldığı tevazudan hiç kimse gocunmaz. Büyüklenmek tam itici bir tutumsa alçak gönüllülük son derece çekicidir. Alçak gönüllülükten hoşlanmayan kim var ki? Ne denli sert bir mizaca sahip olursa olsun alçak gönüllü insan, insanların en yumuşağıdır.
Bu güzel huy isteğe bağlı öğrenilebilen bir şey midir? “Ben bugün alçak gönüllü olacağım” demekle yerine getirilebilen bir arzu mudur? Günde yüz kere bunu kendimize telkin etmekle yerleşebilecek türden midir? Tevhit kelimesi sürekli söylenmekle içimize kazınır ya. Tevazuda uygulayacağımız aynı işlemden hiç mi yararlanamayız?
Tevhit kelimesi yani “Lailahe illellah” saf bilgidir. Bu tekrarlandıkça akıl, kalp ve duygularımız alacağını alır. Ama alçak gönüllülük, bilgiden çok bir hal, olumluluk şuaları yansıtan bir beden dili, yaşanması gereken bir vasıftır. İnsanın içinde olan iyimserliğin bir tezahürüdür. Alçak gönüllülük varsa görülür, yoksa ısmarlama ile gerçekleşecek bir şey değil.
Alçak gönüllülüğün olması, daha çok tek bir şeyin olmamasına bağlı… O da büyüklenmek hastalığının damarlardan atılmasıdır. Kibri içimizden attıkça, tevazua ilişkin haller yavaş yavaş gün ışığına çıkar. Kendimizi hiç kimseden üstün görmezsek, çevremizin en günahkârı kabul edersek, hiç kimseye karşı savunma gereğini duymazsak, bir iddiamız olmazsa, beğenmişliğimizi ve gururumuzu aşarsak, işte o zaman farkında bile olmadan bu güzel huy kendini göstermeye başlar.
Farkında olmayız elbette; çünkü “mütevazı olacağız” diye bir iddiamız yok zaten, böyle bir gayretimiz de. Olanca gayretimizi gururumuzu içimizden atmaya vermişiz; Allah’ın karşısında acizlik ve küçüklüğümüze yoğunlaşmışız. Bu gerçeği içselleştirmeyi hedeflemişiz. Gurur içimizin putudur. O içimizde, içimizin herhangi bir bölmesinde, hatta herhangi bir kıvrımında az bile kalsa, gösterişten uzak tevazu halimiz asla ortaya çıkmaz. Gurur, tevazu halinin zehridir. Gurur ile tevazuun bir arada olması mümkün değil.
O halde tevazu için bir eğitim gerekirse, bu, gururu içimizden atma eğitiminden sonra kendiliğinden oluşan bir süreçtir. Alçak gönüllülüğü “bu ya da şudur” diye gösterebilmek de son derece zor. Çünkü alçak gönüllülük, kişiden kişiye, mekândan mekâna, sınıftan sınıfa göreceli bir özelliği olan güzelliklerdendir. Korkudan kaynaklanan tevazu tevazuluktan çıktığı gibi, baskı aracı olarak dayatılan izzet-i nefis de gururdan başka bir şey olmaz. Nitekim Asrın Mütefekkiri Bediüzzaman, veciz bir şekilde bir misalle bunu açmaya çalışır: “Mesela; zayıfın kaviye karşı izzet-i nefsi, kavide tekebbür olur. Kavinin zayıfa karşı tevazuu, zayıfta tezellül olur. Mesela; bir ulülemir, makamındaki ciddiyeti vakar, mahviyeti zillettir; hanesinde ciddiyeti kibir, mahviyeti tevazudur.”
Alçak gönüllülüğü kazanmak isteyen, tüm dikkatini büyüklenme halini içinden çıkarmaya yoğunlaşmalı. Kendinde kibirden ve kendini beğenmişlikten bir kırıntı, çevredekilerden bir ayrıcalık hissi var mı? Alçak gönüllülük, kibirden uzak kalma, Allah’ı ve kendini tanıma nispetinde ortaya çıkar. Yani Allah’ı ve kendini tanımayla doğru orantılıdır. Marifet ilminde derinleştikçe, büyüklük taslamayı bıraktıkça, alçak gönüllülük denilen asıl büyüklük belirtisi olan bu hal bir gül goncası gibi açılmaya başlar.
Nasıl anlayacağız alçak gönüllü olup olmadığımızı? Elde bir ölçü var mı? Yine onun zıddı olan kibrin bizde olup olmadığına bakmak, bu hali elde etme yollarının en etkinidir. Bu hali yaşayanlardan Ebu Yezid Bistami ilginç bir ölçü verir: “Kul, insanlar arasında kendisinden daha kötü kimsenin bulunduğuna inandıkça kibirlidir.” “Bu insan ne zaman tevazu sahibi olabilir?” sorulan soruyu da o “Kendisinin bir makam ve hal sahibi olmadığına inandığı zaman” diye cevaplar.
Alçak gönüllülük, güzel bir huydur. Ancak her zaman ve herkese karşı bu güzel hali göstermek yerinde olmaz. Dinsizlik adına olmadık kin ve düşmanlığı kusanlara karşı alçak gönüllüce davranmak değil, kendi anlayabilecekleri dilden konuşmak gerekir. Bu gibilere karşı tevazu zillettir. Bediüzzaman da bu gibilerin hücumlarına karşı verilecek sert cevabın asla kendini beğenmişlik olmayacağını vurgulayarak özetle şöyle der: “Evet, bu zamanda dinsizlik hesabına, benlikleri firavunlaşmış derecede ve imana ve Risale-i Nur’a hücumları zamanında onlara karşı tedafü vaziyetinde tevazu ve mahviyet göstermek büyük bir cinayet ve hıyanettir. Ve o tevazu, tezellül hükmünde bir ahlak-ı rezile olur.”
İşte davayı, doğruyu, izzet ve şerefi savunma adına gösterilecek öfke halinin dört dörtlük iş yapması zamanı. Öldürmek üzere kılıcını kaldıran düşmana karşı sevgi gösterisinde bulunmak şeref ve haysiyeti peşkeş çekmek değil de nedir?
Ama ne olursa olsun alçak gönüllülük, güçlülüktür, güvendir, empatidir, birliğe, dayanışmaya ve yardıma açık olmaktır; asla ahmaklık ve zayıflık değildir. Mütevazı, kendisi rahat olduğu gibi başkalarına da barış, mutluluk ve esenlik şuaları yayar.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.