Tola hanedanı

Bediüzzaman’ın davasının yanında olmak ne demek? Bütün ömrü zulümlere tahammül ve bir takım eserler yazmakla geçmiş bir yazar. Sadece yazar. Yani sadece ama yazarlık ile çile ve bela arasında insanlık tarihi boyunca büyük keşmekeşler doğmuş. Bizim cumhuriyet tarihiniz bir takım yazarlara büyük çileler yaşatmış. Yeri ve durduğu nokta ne olursa olsun yazarlık yapmak yönetenlerin işine gelmemiş bu yüzden yazarlara hapishane bir tatil yerine dönmüş. Bunlardan biri ve en çilelisi Bediüzzaman. Osmanlıyı ayakta tutan, bir nevi toplumun direği olan tip veya karakter yıkılınca bütün üdeba eski günlere ihtişama ağlamışlar. Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi, Selim İleri, Namık Kemal, Ahmet Mithat daha niceleri kaybolan bu insan tipinin yerine yeni bir tip koymaya çalışmışlar ama başaramamışlar. Başaramadıkları, bugün yaşadığımız olaylardan anlaşılmıyor mu?

Tola ailesinin Bediüzzaman’a bağlılıkları bir aile biyografisine benziyor. Abdullah Naili Tola, Bediüzzaman’ı meşrutiyet yıllarında Şekerci Hanında ziyaret eder. Demek ilme ve ulemaya hürmeti olan bir tıynet sahibi. İşte bu tıynet o ailenin manevi şeceresinin esası, mayesi. Bugün bu hanedan aile o zihniyetin getirdiği necabet ve asaletin mahsulü bir manevi aristokrasi içinde Isparta vilayetini şenlendiriyor. İşte o ilim hevesi ve ilme karşı duyulan hahiş yüzünden Zübeyir Gündüzalp’in Ankara’da vereceği konferansa kalkıp Isparta’dan gider. Bu aşk ve heyecan herşeyi getirir. Konferanstan çok etkilenir. Bediüzzaman’ın cazibesi onunla görüşmesini doğurur. Emirdağ’a varırlar. Üstad kaderin çizdiği programa göre hareket eder. Zübeyir Ağabey’e “içlerinden memur olan gelsin, diğerleri gitsin” der. Şekerci Han’da Bediüzzaman’a koşan atası, Ankara’ya onu dinlemek için giden onun soyundan Ali İhsan Tola ve bu cazibeye katılmak isteyen ruh Bediüzzaman’a malum olur, onu özellikle davet eder. “Kulum bana karış karış gelirse ben kuluma kulaç kulaç giderim” sırrının bir cilvesi bu işte.

Bediüzzaman onu merdiven başında sarığı ve cübbesiyle bir nur çağlayanı gibi karşılar ve “Buyur İhsan“ der. Koşup elini öper, o da başını öper ve ona yıllar sonra anlayacağı bir cümle kullanır: “Bu benim akrabamdır” der. Bediüzzaman nübüvvetin rüzgarını hisseder, eşyayı maddi hali ile değil onları birbirine bağlayan manevi rabıtalar ile görür. Bediüzzaman’ın ahvali beşerin aklı ile çözülmez ki.

İdraki maali bu küçük akla gerekmez

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez

Sonra Bediüzzaman ona, “Seni daha önce gördüm, ben seni altı yaşından beri talebeliğe kabul ettim” der. İki buçuk saat konuşurlar. Bayram ağabeye ona bir aş pişirmesini emreder Bediüzzaman. Pişmiş bulgur aşını beklenmedik bir keyifle yer. Ona Cevşen hediye eder ve “Haydi yolun açık olsun“ der. Senirkent’e kadar yalın ayak yürür. Eve geldiğinde ayakkabıları yoktur farkında değildir. Onu bir cazibe almıştır. ”Ballar balını buldum kovam yağma olsun” der gibidir. Şemsin cazibesinden sarhoşa dönen Mevlana gibidir. Daha sonra yalın ayak beş saat yürüyüp Barla’ya giderler. Acaip şeyler biz nerelerdeyiz Allah’ım.

Üstad’a arkadaşı Ali ihsan Tola’yı şikayet eder. Devamlı Gazali okuduğunu söyler. Bediüzzaman: “Size zararı olmadığı halde onunla niye uğraşıyorsunuz“ der ve ayağından yün çorabını çıkararak, “ben İmamı Gazali’nin ayağında çorap bile olamam, ben İmam-ı Gazali’den ders almışım” diye konuşur. Sonra Ali ihsan Tola’ya zooloji ilminden bahseder, çekirdeğin muhtevasından, toprakta madenlerin hesabını yaptığından, mukavemet derslerinden, statikten, atomun hareketlerinden anlatır. Bir tohumun alemdeki nizama nasıl uygun hareket ettiğini ifade eder.

Üstad her muhatabına onun karihasına göre anlatır. Bediüzzaman bir fen bilgileri profesörüdür, bunları eserlerindeki ayrıntılarda görmek mümkün. Ali İhsan Tola kafasındaki materyalist bilgiler ile anlatılanlar arasındaki uçurumu görür ve “ben bitmişim” der. Aradan yüz yıla yakın bir zaman geçti biz bu dersleri sınıflarda anlatamadık, hala fen fakülteleri marksist ve ateist tabiat tasarım ve tasavvurları ile dolu. Daha sonra ona dersini verir. “Sen mütefenninsin” der. Bediüzzaman esma–i sitte risalesinde mütefennin talebeler arzu ettiğini ifade eder. Düşünme, yorumlama, oku oku anlarsın. “Himmet abi ben bu konuyu otuz yıl okudum yeni anladım“ ifşaatlarını çok gördüm. Anlamadığı metnin anlaşılmasını istememek bir kendini koruma  tarzı çünkü anlatılırsa onun kör sadakatı duman olacak, böyle ne kadar insan var. Hem de inzibat gibi.

Tola, eve dönerken bir tepede Ene ve Zerre’yi okumaya başlar. Çünkü o risale fen ve felsefenin nasıl materyalizmin vadisinde boğulduğunu gösterir. Bütün fen bilimleri ve felsefe tarihinin hesaba çekilmesidir.

Bir gün Senirkent’ten Isparta’ya on kişi gelmek için yola çıkarlar. Üstad onlara kıymık kıymık baklava ikram eder. Tola ağabeyin ağzına da bir parça koyar. “Bu senin yedi günlük tayinatın” der. Eve dönek kırk gün bir şey yemez. Üstad haber gönderir ”yesin” der. O da yer. Böyle kırk gün birkaç kere aç kalmıştır. Bediüzzaman bir ilim, marifet ve velayet okyanusu. Her insana onun dünyasına göre telkinlerde bulunur.

Ali ihsan Tola Ağabey’in riyazet tutkusu aileyi telaşa verir. Doktor Tahsin Tola onu bu ahvali alisinden vazgeçirmek için Üstad’a getirir. Üstad Tahsin Tola ve milletvekillerini  ayakta karşılar. Ellerini öperler. Tahsin Tola, “Ali İhsan hasta” der. Bediüzzman ise, “O hasta değil siz hastasınız” der.  Orada hurma yemeye başlar.

Yine bir gün Üstad’a varırlar. Elindeki kaseden ona hurma verir ve ”Peygamber Efendimiz (asm) orucunu açman için sana hurma gönderdi” der.

Sonraki yıllarda Üstad, Ali ihsan Tola ve Tahsin Tola’yı hizmet için siyasilerle görüşmeye memur eder.

1953’ten 56’ya kadar risalelerin matbaa eliyle basılmasına ön ayak olurlar. Bu yüzden büyük bir hizmet onuruna layıktırlar. Dünyada kimseye nasip olmayan bir mutluluktur. Bu asırda Kur’an’ın asra göre tefsiri olan Risalelerin basılması çok çok önemli bir olaydır. Çünkü Risale-i Nur baştan başa Kur’an’ın tefsir ve yorumudur. Fen ve felsefenin dinsizliğin mektebi olduğu bir yüzyılda önceki yüzyılların tefsirleri ancak itikadlı insanlara hitap eder ateist, nihilist ve deistlere değil.

Tahsin Tola Ankara’da o günlerin zor şartlarında eserlerin basımını deruhte eder. Bir de Üstad ona Tevafuklu Kur’an’ın basılması için 6666 lira verir. “Bu para zamanı gelince o Kur’an’ın basımına sarfedilecek“ der.  Sözler Mecmuası ile Tarihçe de basılır onun gayretleri ile.

Senirkent’ten Isparta’ya gidip Üstad’la kalmak ister. Dengini alır ama arkasından eşi ve annesi ağlar, gözyaşı dökerler. Bediüzzaman ona “Annen ve eşin evde feryad ederken olmaz, onların sana ihtiyacı var“ der o da geri döner. Eşi ve annesi memnun olurlar “niye döndün derler.” O da “ardımdan ne yaptıysanız işte böyle oldu” der.

Bir gün iki teyzesi ve Hasna ve Nafiye Hanımlarla Üstad’ı Çam dağında ziyarete karar verirler. Dağa tırmanırlar. Nafiye hanım astım hastasıdır, yolda hiç arıza olmaz daha sonra hastalıktan eser kalmaz. Bediüzzaman ise Sungur, Bayram ve Ceylan Ağabeylere “akrabalarım gelecek“ diye sürekli ihtarda bulunur. Onları bekler. Üstad onlar gelince cübbesinin üzerinden dirseğini öptürür. Üstad’ın hediye kabul etmediğini bilir. Üstad bohçayı alır ve beklenmedik şekilde “valideye laf yok o benim de validemdir” diyerek bohçayı kabul eder. İşte Bediüzzaman kırk yıllık kuralını bu aile için bozar. Ne kadar ailenin onun yanında itibarı vardır, ne kadar önemli bir kabuldür, hayret ne hayret. Üstad valideye kesme şeker ikram eder, yanındaki ağacın kovuğuna uzanır avuçları kesme şekerle dolar, “Valide’ye hazine-i rahmetten şeker ikram edildi” der.

Giderlerken yolda yağmur yağar Sungur Abi onlardan endişe eder, Bediüzzaman ona, “İhsan ve ailesi şu anda meleklerin hıfzı altındadırlar. Tahsin Tola’nın hizmeti o kadar büyük ki gökte melekler onları alkışlıyorlar” der. Tola ailesi bu iltifatla ahirette de dünyada da ne kadar mutludurlar.

Ali ihsan Tola bundan sonra da Sav’daki kitapların teksir işinde bir yıl çalışır. Bu çalışmalar sırasında bitkilerin şifreleri de ona açılır. Bir gün Elif Lam Mim’in manasını merak eder. Bediüzzaman, “onlar şifre-i ilahiyedir anladığın kadar sana yeter“ der.

Yine bir gün Isparta’ya gider, yetişen insanlara karşı insafsız davranan toplumu eleştirirler. Bediüzzaman “Bu zamanda yetişeni muhafaza etmek, yetiştirmek kadar önemlidir” der. İhtiras ve menfaatleri yüzünden nice kabil insanları harcayanların kulakları çınlasın.

1959‘da Ali ihsan Tola’yı Ankara’ya göndererek, “Menderes kardeşime zarar vermek istiyorlar. Londra’ya gitmesin“ diye haber gönderir. Ama herşey bitmiştir, yola çıkar uçak Londra yakınlarında düşer ama Menderes kurtulur. Bediüzzaman Tahsin Tola için ”kırk milletvekiline bedeldir” demiştir. Bediüzzaman’ın ölümünde Urfa’ya varırlar. Ali İhsan Tola kabri beklemek için kırk gün Urfa’da kalır.

Tahsin Tola ve Ali ihsan Tola Ağabeyilerin Üstadlı yıllarına bir sinema şeridi gibi göz attık. Ne kadar hizmette önde ve Bediüzzaman’ın da kıymet verdiği bir ailedir Tola Hanedanı. Allah mutluluklarını uhrevi yörüngede devam ettirsin.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum