Türban ve devlet

Demokrasilerde halk tek “meşruiyet” kaynağıdır.

Bir devletin, devlet olabilmesi için halkın onu “devlet” olarak kabul etmesi gerekir.

Meşruiyetini ne tanrıya ne de halka dayandıran bir devletin, varlığını sürdürebilmesi ise ancak “silahla” olur.

Halkını korkutarak ayakta kalmaya çalışır.

Ama bu da çok uzun sürmez.

Sonunda yıkılır.

“Meşruiyet” zeminini kaybeden bir devletin ayakta kalması mümkün değildir çünkü.

Bataklıkta inşa edilmiş bir bina gibi çöker.

Peki, bizim devletimizin meşruiyet kaynağı nedir?

Tanrı değildir.

Peki, halk mıdır?

İşte bunun cevabı zor.

Halkın “meşruiyet” kaynağı olduğu yönetimlerde, halk “devletin” varlığını, o devleti yönetme hakkı karşılığında kabul eder.

Devlet meşrudur çünkü halk onun yönetimini, yapacaklarını, programını, politikasını belirler.

Eğer bizim devletin “meşruiyetini” sağlayan halksa, o zaman bu devletin yönetiminin de halkta olması gerekir.

Bizim devletin yönetimi halkta mı?

İşte bunun cevabı da karışık.

Bunun en tipik örneğini biz “türban” konusunda yaşadık.

Halkın çeşitli partilere dağılmış temsilcilerinin devleti yönetmek için toplandığı parlamentonun 411 üyesi, “türban yasağının” kaldırılmasına karar verdi.

Bu, halkın kararıydı.

Peki, devlet halkın kararını uyguladı mı?

Hayır.

Halkın çeşitli kesimlerini temsil eden partilerin ortaklaşa verdiği bir kararı Anayasa Mahkemesi, “yetkilerini” aşarak iptal etti.

Anayasa Mahkemesi, halkın kararlarını dinlememe ve “devlete” yön verme yetkisini kimden alıyordu?

Tanrıdan mı?

Hayır.

Halktan mı?

Hayır.

Kimden peki?

“Anayasa Mahkemesi, bu yetkiyi hukuktan alıyordu” diyenler çıkacaktır ama böyle söylerlerse yanılırlar.

Çünkü Mahkeme bu kararı alırken yasaları çiğnemişti, bu bir.

İkincisi de, bir ülkenin “hukuk yapısını” belirleme hakkı sadece halkın temsilcilerinindir, onlar hukuku yapar, yargı, bu kararlara uyulup uyulmadığını denetler.

Yargı, “hukuk” yapmaz, yapamaz.

Ona bu hakkı veren meşru bir dayanağı yoktur çünkü.

Yargı, “halk iradesinin” üstüne de çıkamaz, çıktığı takdirde “devleti” meşru kılacak tek gücü yok etmiş olur.

Böylece devletin meşruiyetini de yok eder.

Ki, benim bilebildiğim kadarıyla bu çok ciddi bir suçtur.

Birçok konuda olduğu gibi “türban” konusunda da Türkiye’de “devlet” görevlileri, devleti halktan kopararak bir “meşruiyet” sorunu yaratıyor.

“Devlet kararları” halka değil, zora ve zorbalığa dayanır hale geliyor.

Şimdi “türban” konusu yeniden gündemde.

Türbanlı kızları üniversite sınavlarına sokmuyorlar.

Halkın seçtiği parlamentodan çıkan hükümet, bir yasaya değil bir “yönetmeliğe” dayalı olan “türbanlılar seçme sınavına katılamaz” kararını değiştirmiş.

Öğretmenler sendikası Danıştay’a gitmiş.

Ve, Danıştay türbanlılara yeniden yasak koymuş.

Parlamento ve hükümet, “türbanlılar serbest” olsun diyor, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay “hayır” diyor.

Peki, devleti kim yönetiyor?

Halkın temsilcileri mi yoksa yargıçlar mı?

Yargıçlar yönetiyor gibi gözüküyor.

Meşruiyet kaynakları ne?

Halk değil... Halkın iradesi de değil.

Ne peki?

“Hukuk” derseniz, “hukuku yapma hakkı kimin” diye sorarım.

Yargıçlar, hukuku yapmak için halkın onayını alan gücü inkâr ediyor.

Böylece halkı ve devletin meşruiyet temelini inkâr etmiş oluyor.

Bu yargıçlar, “türbana” değil devletin meşruiyetine saldırıyor.

Böyle giderse bu devletin temelini çökertecekler.

Taraf

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum