Ümmî peygamber için bir odanız var mı?

İnsan secdede yükselir, kibirde ise alçalır. Allah karşısında aczini bilen herkesin Sonsuz Kudrete bir Miracı vardır. En büyük delili; Hz. Muhammed!

“Ubudiyet” yolunun neticesi olan "Mirac" mucizesi, ahsen-i takvimliğin en üst mertebesini Peygamberle gösterdi bize. Nefsini "Rab" sayan Firavunlarsa esfel-i safilinin delili!

Biz ise, ahsen-i takvim ile esfel-i sâfilin arasındayız. Niyet ve amelimizle seçimi kendimiz yapacağız. Yolumuz ya Mirac, ya düşüş olacak!

Bugün -Allah'ın evi- "Kâbe" tevazuyu öğretirken, hemen onun yanıbaşındaki görkemli -insancık evleri- kibri, gösterişi anlatıyor bize. Mirac ve düşüş farkı...

Allah, kıblemiz olan Kabe'yi, bir saray ya da görkemli bir bina yaptırabilirdi ama yaptırmadı. Çünkü asıl büyüklük, secdedeki aczde...

Asr-ı saadet dönemindeki şehir planına uygun evlerin, o dönemin mimari tarzındaki mescidlerin olduğu panoramik bir Mekke oluşturulamaz mı Kabe’nin yakınlarında?

Haydi diyelim aslında bütün Müslümanların ortak yurdu olan Mekke şu anda maddi olarak bizim kontrolümüzde değil. Haydi diyelim bundan dolayı mazuruz!

Bütün bu gerçekleri yadsımadan evimizin bir köşesini ya da bir odasını, Peygamberimizin (SAV) evi nasılsa aynen öyle tasarlayıp, bu mütevaziliğe O'nu misafir edemez miyiz?

Ama korkarım ki, o odada atlastan koltuklarımız, camlı ve kullanışsız vitrinlerimiz, dev dolaplarımız, tvlerimiz, internetimiz olmayacak!

Ama korkarım ki orada, süs olsun diye tozunu aldığımız kitaplarımız, gösteriş için milyarlar ödediğimiz perdelerimiz, halılarımız olmayacak!

Peygamberimiz için hazırlayacağımız o odada, çoğunlukla biz de olamayacağız. Dizileri, twitterı, facebooku, maddi işlerimizi, dedikodularımızı bırakamayız ki!

O odada, tırnak boyalarımız, rujlarımız, süslü elbiselerimiz, arabalarımız, yatlarımız, katlarımız da olmayacak. Kim cesaret eder ki bu deliliğe?

Aslında evimizin o odasını açmak kadar zor, yüreğimizin odalarını Peygambere (SAV)’e ayırmak. Bir oda ayırabilsek O'na bu gece, bir oda!

Kahkahaları öven bir millet olduk, gözyaşlarımızı, iniltilerimizi, vecdlerimizi, huşularımızı bilmem ki hangi zamanda, hangi diyarda bıraktık yıllar öncesi?

Halbuki, “er bebeğim er” ve “piş... piş” diye dua eden anaların, tülbent kokulu “hu hu”larıyla henüz bebekken tanışmıştık bizler.

“Hu hu” zikirli, “piş piş” dualı ninnilerde haykırılan “büyümenin” yani “İnsan-ı Kâmil oluşun yolunun ise mahviyetli, aczli, tevazulu secdelerden geçtiğini ise çok geç öğrendik...

İşte aynı ve benzer dualarla yetişen Yunus Emreler, Mevlanalar ve nice erenler, “Hamdım, Piştim, Yandım” derken, bebeklikte aldıkları o duaların ruhlarındaki tesirleri tefsir ediyorlardı.

Peygamberimizin “ümmi” oluş gerçeğinin kökenlerine bakmak içinse, anneler annesinin kabri başında iniltilerle sızlanan o “evlad Muhammed’i (SAV)” gözyaşlarımızla hayalen de olsa seyretmemiz gerekir.
 
Gözyaşlarımızla diyorum çünkü, hiçbir beşerde hiçbir şekilde tevafuk edemeyeceğimiz bir özlem ve feryatla annesine dualar eden, hıçkırıklarla  kızarırcasına göz yaşları döken o yetimler yetiminin bu hayalini tasvir ederken bile “tebessüm seslerimizi ondan daha da yükselterek” O’na yaklaşamayız, yaklaşmamalıyız!

İşte bu “kul ve evlad Peygamberin” ümmetleri olan bizler, evimizin bir odasını o sevgililer sevgilisine ayıramayacak kadar uzaklaşmışız ondan.

Halbuki binlerce TL harcayıp yeni dolaplar, televizyonlar, vitrinler, halılar, perdeler almaya da gerek yoktu böyle bir odayı oluşturabilmek için. Sırf desinler diye hem de!

Vazgeçmemiz yeterliydi sadece... Kınayanların kınamasından, ihtiraslarımızdan, maddi kaygılarımızdan bir anlığına vaz geçmemiz yeterliydi aslında.

Onun en büyük emanetlerinden olan Allah’ın evi Kâbe’nin yanı başına dev gökdelenler diktiğimiz gibi, yüreğimize de şu koca dünyayı dolduruvermişiz...

Kendisine dünyanın fani yüzünün haram olduğu Mescid-i Haram’ın şu andaki, dünya dolu hali, aslında bizim yüreklerimizdeki boğulmuşluğun yansımasından ibaret.

Dünyayla doldurduğumuz o kalbimize de tecelliler, huzurlar, sünuhatlar, feyizler bekliyoruz ya, ne büyük yanılgı!

Peygamberimizi, Nebiler Nebisi ve alemlere Rahmet yapan, Mirac’ta Allah’la görüştüren “ümmilik” hakikatini sadece “okuma yazma bilmezlik” olarak algıladığımızdandır ki, maddeci olduk, yatçı olduk, katçı olduk, markacı olduk kardeşlerim!

Kendisini “ümmiliğin” Efendisine (SAV) hürmeten, “yarım ümmi” olarak tanıtan  Üstadımızın ne sepetinde, ne de kalbinde dünyanın esma-yı hüsnadan uzak maddi yüzünü bulamayacağımız kadar aşikardır “ümmiliğin” ne olduğu?

“Ümmilik” bizleri hakiki “ümmet” ve aleme “imam” kılacak en büyük makamın adıdır aslında.

Bu nokta, bütün bu kelimelerin aynı kökten gelişi dahi şaşırtmaz bizi. Ümmet ve İmam olmanın aslının “ümm” olana intisap ve yakınlık olduğunu kavrarız hemen!

Haydi odalarımızın sadeliğini bir kenara bırakalım ama, kalp ve ruh odalarımızı, latifelerimizi annemizden doğduğumuz gibi “saf, temiz, berrak” kılmaktır ümmilik.

Ubudiyet tarikıyla makam-ı mahbubiyete yol almak, aczini bilerek sonsuz Kudret’e, fakrini bilerek niyatesiz rahmete gark olmak  demektir “ümmilik” aslında...

Allah’ın “Rahim” isminde bile, dünyaya oradan doğduğumuz asıl sılanın, yurdun, memleketin izlerini sürebilmek, o fakirliği Ganiyler Ganisine karşı hissedebilmektir “ümmilik”


Bezm-i elestte ettiğimiz yemine yaklaşmak, İslam’ın aslı olan asr-ı saadeti yaşamak, bizi bu dünyaya gönderen Rabb-i Rahimimizin huzurunda, acz ve fakrimizle secdeye kapanıp Mirac basamaklarında büyüyebilmektir “ümmilik”

Bir Mirac gecesi daha geldi de geçiyor. Kalbimize doldurduğumuz bütün o maddi ağırlıkları, günahları, annemizden doğduğumuz anki feryadlarımızla, göz yaşlarımızla Huzur-u İlahide itiraf edebilmektir “ümmilik”

Bu mübarek üç aylarda bizler de dünyayı kalben terk edip, aczimizi, fakrımızı anlayıp, aslımıza rücu edip “yarım ümmi” dahi olabilecek miyiz bilmem ama ulvi mefkurelerimizin, mesela Peygamber’e layık bir “ümmet” olabilmenin yolunun oradan geçtiğini iyi biliyorum.

Gerçekten “ümmi” olabir, “ümmiler ümmisine ümmet” olabilirsek eğer, diğer bir mefkuremiz olan ittihad-ı İslam’a yani “insanlığa adil İmamlar” olma duamıza da karşılık bulabiliriz demektir.

Şimdi yeniden soralım kendimize. Kur’an-ı Kerimler, dualar ve tefsirlerle nurlanacak evimizin bir tek odasına ve acz, fakr, şefkat, tefekkür ile dolacak yüreğimizin derinliklerine Peygamberimiz’i misafir edip, “ümmi”leşebilecek miyiz bu mübarek gecelerde?

Ümmilik sırrını anlayıp kardeşliğimize ve aslında “bir tek ümmet” olduğumuz hakikatine ulaşabilecek miyiz?

Sabredip, iman hakikatlerini tüm dünyaya yaymak adına bir kere daha dünyanın “İmamları” olabilecek miyiz?

İşte bizi “tek bir ümmet” kılan “ümmiliğin” sırrını yakaladığımızda şimdi nakledeceğim ilahi müjdenin mana Miracına yükselmeye de hakkımız var demektir. 

Sabredip âyetlerimize kesin olarak inandıkları zaman içlerinden emrimizle doğru yola ileten “imamlar” çıkardık. (Secde 24) (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum