Üniversiteli gençler 'İhlas Ekseninde Uhuvvet' seminerinde buluştu

Üniversiteli gençler 'İhlas Ekseninde Uhuvvet' seminerinde buluştu

Diyarbakır Kültür Merkezi’ndeki üniversite seminerleri başladı

Bu hafta Rıdvan Güzel tarafından, “İhlas Ekseninde Uhuvvet” konusu; “Uhuvvetin Tanımı ve Birkaç sual”, “Uhuvvetin lillah için olması” ve “Kardeşler Arası Hukuk” başlıkları altında sunuldu. Seminerin içeriği ise şu şekilde:

Uhuvvetin Tanımı ve Birkaç Sual

Uhuvvet kısaca kardeşlik anlamına geliyor. Kardeşlik ise zahiri manası ile ile karındaş lafından yani aynı anne ve babadan olma anlamına geliyor. Ama dini litaretürde ise kardeşlik din kardeşliğini ifade ediyor. Yani küçük bir evde birkaç kardeş sayısı yerine, İslam; koca kürei arzı bir hane ve her bir kıtayı bir oda yaparak dünya üzerine gelmiş, şimdi hazırda olan ve gelecek bütün Müminleri kardeş yapıyor. Bunun en belirgin halini Ümmetin manevi babası hükmünde olan Hz. Muhammed(.a.s.) keşke beni görmeden bana iman eden kardeşlerimi görseydim diyerek bize yani kendisinden sonraki asırlarda dünya yüzüne gelecek olan müminlerden bahsediyor ve iman saikasıyla özlem ve muhabbetlerini ifade ediyor.

Peki bu kardeşlik nerden geliyor? İslamın hüküm sürmediği yerlerde ve gönüllerde sadece aynı anne babayı paylaşmaktan ibaret olan kardeşlik, insaniyet-i Kübra olan islamiyette neden her zaman ve mekanda en az üç yüz elli milyon kardeşi bir çatı altında topluyor, ve bunu nasıl yapıyor diye sorduğumuz zaman karşımıza Hz. Adem(a.s.) ve Hz. İsa örnekleri çıkıyor. Malumunuz Hz. Adem(a.s.) anne ve babası olmadan, topraktan yaratılıyor. Hz. İsa(a.s.) Kur’an’ın nassıyla yaratılışı Hz. Adem’in(a.s.) yaratılışına benzettirilerek babasız olarak, temiz olan Meryem anamızdan dünyaya getiriliyor. Ben bu iki hadiseden ve doğumdan şunu anlıyorum. Cenab-ı Hakk’ın bizi yaratmak için zahiri sebeplere ihyacı yoktur. O isterse anne ve baba olmayacak bir şekilde bütün insanlığı halk edebilir. Ama hikmeti bu şekilde iktiza ettiği için bu şekilde yaratıyor. O zaman zahiri olarak görünen nisbi kardeşlikler hak için olmadığı sürece fazla bir anlam ifade etmiyor. İşte o zaman Cenab-ı Hak ey Ademoğlu zahiri olarak gördüğünüz ve itibar ederek bazen zülme kaçtığınız nisbi kardeşliklerinizi hak için olmadığı takdirde bırakın ve “innemel mü’minune ihvetu” ayet-i azimesine sarılarak gerçek kardeşlerinize yani Muhammed(a.s.m) ve onun tarafındakilere sarılın diyor. Ve sahabe efendilerimiz bu emre “lebbeyk” diyerek İslam kardeşlerini buluyor ve savaş meydanlarında onlarla omuz omuza durarak nisbi kardeşlerinin karşısına Bedir’de Uhud’ta ve Hendek’te çıkıyor ve çarpışıyorlar. İşte tarihe şeref veren erler böyle yüksek derecede islamı anlıyor ve Müslüman adının gerçek hakkını vererek hakka taraftar oluyorlar.

Peki İslam bu kardeşliği nasıl tesis edip sürekli olarak bunu ayakta tutuyor diye sorduğumuz zaman ise muhteşem bir manzara olan hac ile karşılaşıyoruz. Zira Mekke’yi bir toplantı mekanı haline getiren din-i mübin-i İslam her yıl yeryüzüne dağılmış halde bulunan mesuplarına belirli tarihlerde manevi davetiyeler göndererek her kıta ve ülkeden kardeşleri bir araya topluyor. Ve oturup konuşmalarını, sorunlarını birbirlerine anlatıp çareler üretmelerini sağlıyor. Ve hepsine aynı elbiseleri giydirerek onların bir olduğunu aralarında sadece Allah’ın bildiği takva dışında hiçbir farkın olmadığını beyan ederek, Asyadan avrupadan afrikadan Amerikan ve bütün dünyadan gelen zengin, fakir, siyah beyaz gibi zahiri olarak görünen zıtları birliğe çağırıyor ve onları aynı çatı altında topluyor.

Evet İslam öyle bir dindir ki, siyah olduğu için Kabe’ye yaklaştırılmayan Habeşli Bilal’i(r.a.) alıp o yaklaşamadığı Kabe’nin en üstüne çıkarıyor ve halen beş vakit olarak dünya hanesini namaza çağıran ezan-ı şerifi ona okutturuyor ve onu bizim en büyük sevgililerimizden ediyor.

Daha sonra İslamları birbirine bağlayan başka unsurlara baktığımız zaman ise islamdan bihaber olan Rusya da olduğu gibi say ve sermaye mücadelesi suretinde boğuşmaya başlayan insanların tam tersine hürmet merhametin iktiza edilidiğini görüyoruz. Çünkü bu “ben tok olayım başkası açlıktan ölse bana ne” sözünü kıran zekatın zengin ve fakir arasındaki toplumsal dengeyi oluşturması ve zengin müslümanlardan fakirlere merhamet ve fakirlerden zenginlere giden bir hürmeti iktiza ediyor. Böylelikle say ve sermaye çarpışmasını önleyerek uhuvvete halel gelmesini engelliyor. Bu hakikatler gibi daha farklı hakikatler de olmakla beraber vaktimiz kısa olduğu için bu hakikatleri çok veciz bir şekilde toparlayan şu söze bakıyor ve Müslümanların halen nasıl bir arada olduğunu anlıyoruz: “Her ikinizin Halıkınız bir Mabudunuz bir Razıkınız bir. Bir bir bine kadar biri bir. Hem peygamberiniz bir, dininiz bir kıbleniz bir.. bir bir yüze kadar bir bir.” İşte bu kadar birler sayesinde müminler birbirlerine kopmaz iplerle bağlıdırlar. Ve bu birler inşallah bizde vahdet ve tevhidi oluşturuyor ve bizi nifak ve şikaktan beri ediyor. Ama sadece şu an asrımızda bunlar biraz unutturulmak istendiği için Müslümanlar bir iki asırdır zorluk çekiyor ama inşallah “Ümitvar olunuz şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür seda islamın olacaktır” müjdesini duyuyor emarelerini görüyor ve bizde ehli küfre şunları söylüyoruz:

Ve siz sanmayın mülk sizindir, daimdir bahtınız

Korkun artık zira yıkılacak dünyanız

Ve biz yeniden kalkıyoruz doğup küllerimizden

Dünyayı kurtaracağız zalim ellerinizden

Nefsime hitaben üstadın tabiriyle bu hakikati kalbin ölmemiş ise ve aklın sönmemişse anlarsın.

Uhuvvetin Lillah İçin Olması

Geçen sene işlediğimiz derste her şeyin ihlasla nasıl değer kazandığını açık bir şekilde ortaya koymuş ve bu konu hakkında epey konuşmuştuk. Ama yine kısaca bir ihtar etmek gerekirse: ihlası; fani olanlar için değilde baki olan Allah için say etmek ve çalışmak olarak açıklayabiliriz. Bizim söylediklerimiz çok sönük olduğu için Üstadın dediklerini derhatır etmekte fayda var. En mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçı, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet: İhlastır.

Evet ihlas biri bin yapar, zerreyi yıldız eder. İşte bu yüzdendir ki uhuvvet dahi ihlas ile olmak zorundadır. Yoksa fazla bir şey ifade etmez. Çünkü ihlas sayıların başında ki ilk rakam gibidir. Mesela 1.000.000 sayısında bir tane bir altı tane de sıfır var. İhlas buradaki bir rakamıdır. Eğer o olmazsa o koca işlerden elde kalan sadece sıfır olur.

Şimdi bir soru soralım: eğer uhuvvet ihlasla olursa nasıl olur ihlassız olursa nasıl olur? İhlasla olmayan uhuvvet, fani ve batmaya hazır bir gemi olan dünyayla birlikte fenaya gider ve kaybolur. Mazide kalan herşey fenaya ve yokluğa gitmiş gibi olur. Ama ihlasla oldu mu değil dünya kainat dahi hercu merc olsa yine ona bir şey olmaz. Hem Allah için olmayan uhuvvet sarsılmaya ve yıklmaya mahkumdur. Çünkü temeli dünya gibi fani olan bir şey elbette dünyayla son bulacak hatta bazen dünyanın içindeki musibetler dahi bunu sonlandırmaya sebep olabilecek kudrette olacaktır. Çünkü Allah için olmayan uhuvvet rüzgarlı günde açık meydana bırakılmış mum gibidir. En ufak rüzgar onu titretir. Biraz güçlü bir rüzgar onu rahatlıkla söndürebilir. Ama Allah için olan uhuvvet demin zikrettiğimiz gibi baki olmakla beraber her gelen musibette kardeşlerin birbirlerine daha fazla yaklaşmalarına ve saflarını sıklaştırmalarına vesile olacaktır. Çünkü Allah için olan uhuvvet yalçın bir dağ gibidir. Değil rüzgar fırtınalar bile onları sarsamaz onlara bir zarar veremez. Bunlara örnek olarak ise sahabe efendilerimizi verebiliriz. Mesela bu duygu Hz. Zeyd’i gelen taşlara karşı Taifte bir siper Ebu Katede’yi Uhud meydanında Hz. Peygambere bir kalkan yapıyor. İşte gördüğümüz gibi uuvvet ve muhabbet Allah için oldu mu, gelen her darbe “safları sıkılaştır” emri gibi müminleri birbirine yaklaştırıyor. Ve bir vücud gibi onları birbirine bağımlı kılıyor. Biri diğerinin gözü, başkası başkasının kolu gibi oluyor.

Hem dünyevi uhuvvetin faydası dahi azdır. Çünkü onların arkadaşlıkları mezar kapısına kadardır. Ama Allah için olan uhuvvette ise durum bambaşkadır. Çünkü ölen kişi sair mümin kardeşlerini kasdederek "Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum" diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve "O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum" der, rahatla yatar.

Hem bu tarz bir uhuvvet öyle neticeler verir ki bunlar dünyadaki hiçbir şeyle değiştirilemez. Hadisin nassıyla sabittir ki hiç bir gölge ve Allah’ın yetki vermediğinin dışında, kimsenin şefaat edemediği bir günde arşın gölgesi altında gölgelenecek yedi zümreden biriside Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için bir araya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişidir. Böyle neticeler veren bir uhuvvet ve muhabbet ancak Allah rızası gözetilerek elde edilecek bir muhabbettir.

Hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve imân hakikatleri dairesinde bulunur. Bu bağlamda baktığımız zaman dahi ihlasla olan bir muhabbet ve uhuvvetin dünyevi olan uhuvvet ve muhabbetten farkı açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Mesela sadece dünya için birbirini seven iki kişi düşünelim bunların en büyük eğlenme alanları: hadi bugün yemek yemeye gidelim. Yada bugün bir halı saha maçı yapalımken ve ayrıca hayal ve gayeleri bu kadar kısıtlıyken; Allah için birbirini seven iki kişi ise: İnşallah seninle ahrette de beraber olup Hz. Peygamber’i(a.s.m) ziyarete gideriz, Üstadımızı görmeye gideriz, hem şu fani dünya yurdunda Allah için olan arkadaşlık anılarımızı da cennet ehlinin en fazla zevk aldığı şeylerden biri olan seyrangahlardan seyreder eski günlerimizi yadeder ve kardeşliğimizi ebede kadar sürdürürüz. Demeleri bile aradaki farkı aşikârene ortaya koyuyor.

Hem dünyevi uhuvvette duygular çok ön plana çıkar ve elhübbu lillah elbuğdu lillah hükmünün dışına çıkılması ihtimali vardır. Ve bu nedenle adaletin göz ardı edilmesi maalesef ki kaçınılmazdır. Zira kardeşini sevdiğini zanneden adam kardeşinin haksızlığı karşısında dahi susar ve ona arka çıkar bu nedenle manevi dilsiz şeytan olur. Kan davalarında ve aile kavgalarının çıkmasındaki büyük nedenlerden biride bu bahsettiğimiz zararlı sevgidir. Ama elhubbu lillah ve elbuğdu lillah düsturunu hayatının merkezine almış zatlar sevgilerini ve öfkelerini hiçbir zaman hak ve adaletin önüne koymamışlardır ve yalnız hakkın hatırı kırılmasın hakikatine sarılarak Ömer(r.a.) gibi karşısındakileri titreten bir halifenin eğer ben halifeliğim süresince yanlış iş yaparsam ne yaparsın sorusuna seni kılıçlarımızla düzeltiriz cevabını vermişlerdir. Ve ne kadar hakperest olduklarını umum zamanlara ispat etmişlerdir.

Yani kısaca şöyle özetleyebiliriz dünyevi uhuvvet: muvakkattır, yıkılmaya mahkumdur, sınırlı lezzetleri vardır, haksızlığa kapı aralar, ayrıca çoğu zaman menfaate dayanır, vesaire. Allah rızası gözetilerek oluşturulan uhuvvet: İnşallah ebedidir, kainatın yıkılmasıyla bile zarar görmez, musibetler onu sıkılaştırır, dünyayla bile değiştirilmeyecek meyveler verir, duyguların hakkın önüne geçmesine engel olur, menfaat ilişkisi gibi süfli gayelerle oluşturulmaz vesaire.

İşte Allah’ın rızası bu dünyada bile olayları bu kadar farklılaştırıyor ve mertebeleri birden bine bu şekilde çıkarıyor. Bu başlığı Bediüzzaman hazretlerinin bütün hayatını şahit ederek söylediği “Gözümde ne cennet sevdası var ne cehennem korkusu” sözü ve Yunus Emre’nin Cennet cennet dedikleri birkaç köşk ve huri isteyene ver onu bana seni gerek seni mısralarında dile getirdiği Allah’ın rızasının ne kadar önemli olduğunu beyan eden bir ayetle son vermek istiyorum.: Esteuzubillah وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah´ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.

Kardeşler Arası Hukuk

İnşallah bu başlığımızda kardeşlerimizle olan ilişkilerimizde nelere dikkat edip nelerden çekinmemiz gerektiğini anlatmaya çalışacağım.  Bu başlıkta bahsedeceğim hususlar genelde benim yanılgıya düşüp Allah’a şükür daha sonra öğrendiğim hakikatler sayesinde düzeltmeye çalıştığım gerçeklerdir. Bu başlığımızı maddeler halinde işlemeye çalışacağız.

  1. Uhuvvetimizde rıza-ı ilahi gözetilmeli ki önceki başlığımızın hepsi bu hakikati ifaden ibaretti.
  2. Kardeşlerimize onu sevdiğimizi söylemeli ve bunu onlara sürekli olarak hissettirmeliyiz. Zira cennetin anahtarının, mümin kardeşimizi sevmekten geçtiği hakikatini asla unutmamalıyız.
  3. Yaptığı hizmetleri tebrik etmeli Cenabı hakkın desti kudretini görmeli ve kardeşimize de göstermeliyiz. Ama bu hizmetleri kutlarken çok ileri gitmemeli ve elden geldiğince onun yüzüne karşı onu övmemeliyiz. Zira şeytan bu kapıdan girip enaniyet damarıyla kardeşimizin ihlâsla yaptığı hal ve hareketleri zayi etme peşine düşecektir. Bu konuda Hz. Ömer: Yüze karşı övmek boğazlamak gibidir” demektedir.
  4. Kardeşimizin saye şevkini kırmamaya dikkat edip onu dikkatlice dinlemektir. Zira İslam yolunda hak için cihada (inşallah) memur olan bizler öğrendiğimiz bir hakikati Üstadımızın söylediği gibi bütün dünyaya haykırmak istiyoruz. Ve bunu öncelikle yakındaki kardeşlerimize aktarıyoruz. Eğer anlatılan yüksek hakikat karşısında hakikati dinleyen kişi kardeşinin bu şevkini görmezse, kardeşinin şevkinin zedelenmesine neden olabilir. Ayrıca özellikle üniversite zamanında yeteneklerinin farkına varmaya başlayan bizler eğer yeteneklerimizi geliştirme yönünden çevremizdeki kardeşlerin desteğini görmezsek o yeteneğimizi bırakıp heba olmasına neden oluyoruz. Bu yüzden kardeş bu yönden de birbirine sürekli olarak destek vermeli ve arka çıkmalıdır.
  5. Kardeşimize kendimizden fazla güvenme hususu. Bu konu da Hz. Ebubekr’in “ O söylediyse doğrudur” sözü bize rehber olmalı ve kardeşimize böyle samimiyane güvenmeye başlamalıyız.
  6. Kardeşimizi hatalarını örtmek ve onu güzel bir dille uyarmak ki bu konu en fazla dikkatli olunması gereken konuların başında yer alıyor. Zira yapılan bir hareket karşısında uyarılma, mutlaka nefsin hoşuna gitmeyecektir. Bu yüzden uyarılarımızı çok güzel bir dille ifade edebilmeli ve bunları fazilet-füruşluk nevinden gıpta damarını tahrik etmemeliyiz.
  7. Az önce ki maddeyle alakalı olarak, eğer yanlış görülen bir durumla karşı karşıya kalsak dahi bunları umumun içinde anlatmaktansa hususi bir yerde sadece ona anlatılması daha etkili ve sağlıklı olacaktır.
  8. Hakkı ve sabrı tavsiye ederek emri bil maruf ve nehyi anil münker görevini icra etmek. Günahların seller gibi üstümüze aktığı bu asırda biz kardeşler, birbirimizin takva kalesi olmalı ve bu konuda birbirimize duada bulunmalıyız. Nitekim bu hususu en güzel bir şekilde asr-ı saadette görebilmekteyiz. Zira sahabeler birbirlerinden ayrıldıkları zaman “ Vel asr. İnnel insane lefi hüsr. İllellezine amenu ve amissalihati ve tevasew bilhakki ve tevasew bissabr”  aetlerini okuyorlarmış. Mehmet akif’in bu sureyle ilgili manzumesi şu şekilededir.

Hani ashab-ı kiram ayrılalım derlerken
Mutlaka sure-i ve’l-asrı’ı okurmuş, bu neden?
Meknun o büyük surede esrar-ı felah
Başta iman-ı hakiki geliyor sonra salah
Sonra hak sonra sabat: işte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık

  1. Kardeşimizin şerefiyle şereflenmek ve yaptığı güzel bir hizmeti kendimiz yapıyormuş gibi sevinmek ki buna tefani deniliyor. Yani birbirinde fani olmaktır. Bu konuda Risale-i Nur’da geçen bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. Hafız Ali ağabey üstadın yanına geliyor ve Üstad, Hafız Ali abiye ötekinin hattı seninkinden daha güzel ve o daha çok hizmet eder dedim diyor. Sonra bakıyor ki hafız Ali ağabey gayet mutlu oluyor ve bununla iftihar ediyor. Üstad, daha sonra Hafız Ali ağabeyin kalbine baktığını ve bunu gösteriş için değil de gerçekten samimiyetle yaptığını ifade ediyor. Ve çok önemli olan şu notu düşüyor. İnşallah bu his büyük hizmet görecek diyor.  Bunu okuduğumda aklıma, ihlâs risalesindeki 2. Düstur geldi. Göz gözü tenkit etmez, dil kulağa itiraz etmez, kalp ruhun ayıbını görmez. Çünkü bunlar rakip değil aynı bedeni Allah’ın izniyle ayakta tutmaya çalışan hademelerdir. Bir nevi her biri fabrikayı çalıştıran bir çark hükmündedir. Eğer bunlar birbirine karışırsa vücut parçalanır ve fabrika yıkılır herc u merc olur. Aynen bunun gibi biz dahi birbirimizin yaptıklarıyla iftihar etmeliyiz ve bundan lezzet almalıyız. Zira hepimiz Allah için ümmeti Muhammedi sahil-i selamete çıkaran gemide hademeleriz. Eğer bu gemide biri benden fazla çalışıyorsa bu benim yükümü hafifletiyor demektir. O zaman ben niye ona köstek olup hizmetine engel olayım ki? Hatta tam tersine bende ona destek olmalı ve onu daha fazla motive etmeliyim ki yegane gayemize hep beraber varabilelim diye. Ama bunu yaparken tembellik damarına da kapılmamak gayet önem arz ediyor.
  2. İlk maddemizde bahsi geçen sevgimizi belli etme hususu da şu şekilde olmalı: Eğer ki biz hakiki kardeşsek, kardeşimizi cennete götürecek şekilde davranmalı ve onu güzel amellere sevk etmeli ve bildiğimiz hakikatleri sürekli olarak anlatmalıyız. Mesela Hz. Muaz b. Cebel anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber elimi tuttu ve Vallahi seni seviyorum ey Muaz dedi. Bende Anam babam sana feda olsun Ya Resulallah bende seni seviyorum dedim. Daha sonra Hz. Peygamber dedi ki sana bir tavsiyede bulunayım: Her namazın arkasından şu duayı oku: Allahümme einni ala zikrike veşükrike ve hüsni ibadetike” Yani Allah’ım seni zikretmekte sana şükretmekte ve sana güzelce ibadet etmekte bana yardım et. İşte görüldüğü gibi Hz. Peygamber(a.s.m) sevdiğini kasemle bildiriyor ve ona böyle güzel tavsiyelerde bulunuyor. Hem Hz. Muaz’ın soru sormasını beklemeden kendisi ona böyle tavsiyede bulunuyor. Bu ayrıca dikkat edilmesi gereken bir husustur.
  3. Son olarak da duaya değinip dersimizi sunum kısmını bitireceğiz inşallah. Müminin mümine en büyük muaveneti dua iledir, sırrı uyarınca sürekli olarak çevremizdeki ağabey ve kardeşlerimizden tutun ta küre-i arzdaki bütün kardeşlerimize duada bulunmalıyız. Zaten namazlardan sonra okunan tesbihatların her aşamasında bu sır derç edilmiş ve kendi kardeşlerimizden tutup bütün müminlere duada bulunmuş oluyoruz. Ama ayriyeten dua kısımlarında da bu hususa dikkat etmeli ve birbirimize bu sıkıntılı asırda dualalrla yardım elimizi inşallah uzatmalıyız. Nitekim Üstad Hazretleri sürekli olarak talebelerine ve ailelerine ismen duada bulunmuş ve onları dualarında eksik etmemiştir.

dkm_risaleseminer1-(1).jpgdkm_risaleseminer1-(2).jpgdkm_risaleseminer1-(3).jpgdkm_risaleseminer1-(4).jpg

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.