Vakti geldiğinde 'Ey yer! Suyunu yut! Ve ey gök! Sen de yağmurunu tut!' denildi

Vakti geldiğinde 'Ey yer! Suyunu yut! Ve ey gök! Sen de yağmurunu tut!' denildi

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Hud Suresi 40-44. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

40 . Nihâyet emrimiz gelip de fırın kaynadığı(1) (iş kızışıp, sular kabarmak üzere olduğu) zaman, (Nûh’a) buyurduk ki: “(Canlıların) her birinden (erkek ve dişi olmak üzere) ikişer eş ile (sana îmân etmediklerinden, boğulacaklarına dâir) aleyhinde söz geçmiş olanlar (bir oğlun ile diğer zevcen) dışında âileni ve îmân edenleri ona (gemiye) yükle!” Zâten onunla berâber ancak pek az kimse îmân etmişti.

41 . (Nûh) dedi ki: “Ona binin; onun akıp gitmesi de durması da Allah’ın ismiyledir. Şübhesiz ki Rabbim, elbette Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.”

42 . Ve o (gemi, sular her tarafı istîlâ ettiğinde) onlarla birlikte dağlar gibi dalga(lar) içinde akıp gidiyordu. Nûh, (kendilerinden) ayrı bir yerde bulunan oğluna (îmân eder ümîdiyle): “Ey oğulcuğum! Bizimle berâber (sen de) bin, kâfirlerle berâber olma!” diye seslendi.

43 . (Oğlu yine de îmân etmekten kaçınarak:) “Beni sudan muhâfaza edecek bir dağa sığınacağım” dedi. (Nûh:) “Bugün (Allah’ın) merhamet ettiği kimse müstesnâ, Allah’ın emrinden (azâbından) koruyucu kimse yoktur!” dedi. Ve aralarına dalga girdi de (artık o) boğulanlardan oldu.

44 . Nihâyet (vakti geldiğinde): “Ey yer! Suyunu yut! Ve ey gök! (Sen de yağmurunu) tut!” denildi. Su çekildi, iş bitirildi, (gemi) Cûdî (dağının) üzerine oturdu(2) ve: “(Allah’ın rahmetinden uzak olan) zâlimler topluluğu helâk olsun!” denildi.

1- Rivâyete göre, sular ilk önce Hz. Nûh (AS)’a âid olan bir tandırdan kaynamaya başlamış ve bu işâreti alan Nûh (AS) eşyâları gemiye yüklemişti. (Râzî, c. 9/17, 234)

2- “Nasıl, bir harb-i umûmîde bir kumandan zaferden sonra, ateş eden bir ordusuna: ‘Ateş kes!’ ve hücûm eden diğer bir ordusuna: ‘Dur!’ der, emreder. O anda ateş kesilir, hücum durur. (...) Aynen öyle de, Pâdişâh-ı bî-misâl (o eşsiz Sultan), kavm-i Nûh’un mahvı için semâvât ve arza emir vermiş. Vazîfelerini yaptıktan sonra fermân ediyor: ‘Ey Arz! Suyunu yut! Ey semâ! Dur, işin bitti! Su çekildi. Dağın başında me’mûr-ı İlâhînin çadır vazîfesini gören gemisi kuruldu. Zâlimler cezâlarını buldular.’

İşte şu üslûbun ulviyetine (yüksekliğine) bak! ‘Zemin ve gök iki mutî‘ (itâatkâr) asker gibi emir dinler, itâat ederler’ diyor. İşte şu üslûb işâret eder ki, insanın isyânından kâinât kızıyor. Semâvât ve arz hiddete geliyorlar ve şu işâretle der ki: ‘Yer ve gök iki mutî‘ asker gibiemirlerine bakan bir Zât’a isyân edilmez, edilmemeli!’ Dehşetli bir zecri (zorla mâni‘ olmayı) ifâde eder.” (Zülfikār, 25. Söz, 11)