Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Veda yolculuğunuz (1)

Isparta’daki evinizde hasta ve ateşler içinde yanarken birden doğrulmuş ve talebelerinize şunları söylemiştiniz:
‘’Hazırlanın gidiyoruz.’’

Size büyük bir ihtimamla nezaret eden talebeleriniz Zübeyir ve Bayram bu halinize şaşırmış ve başlangıçta bir mana verememişlerdi.
Zübeyir, ‘’nereye gideceğiz Üstadım?’’ diye sorunca ‘’Urfa’ya, Diyarbakır’a’’ demiş ve sonra tekrar dalmıştınız.

Talebeleriniz bu sözlerinizi, hastalığınıza vermişlerdi.
Bir müddet sonra yeniden doğrulmuş ve ‘’hazırlanın Urfa’ya gidiyoruz’’ demiş ve Urfa kelimesini defalarca tekrarlamıştınız.
Yıllar önce bütün hususi kitaplarınızı, Mevlana Halid-i Bağdadi’nin size intikal eden cübbesini Urfa’ya göndermiş ve vefatınıza doğru rotanızı belirlemiştiniz.

Sizi ziyaret eden çok sayıda Urfa’lı Nur Talebesine de ahir ömrünüzde Urfa’ya gideceğinizi tekraren söylemiştiniz.
Bir dediğinizi iki etmeyen ve size büyük bir ihtimam ve dikkat ile bakan talebeleriniz için diyecek bir şey kalmamıştı.
Talebeniz ve şoförünüz Hüsnü Bayram’a arabayı hazırlaması söylenmiş ve yukarıda da yolculuk hazırlıkları başlamıştı.
Fakat hiçbir talebeniz bu yolculuğun ‘’veda yolculuğu’’ olduğunu anlamamış ve son zamanlarda sık sık yaptığınız mutat yolculuklardan birisi olduğunu düşünmüşlerdi.

Fakat bu çok hasta ve bitkin halinizle, bu yolculuğa nasıl çıkabileceğiniz sorusunu sorma cesaretini de gösterememişlerdi.
Çünkü yanınızda bulunan bütün talebeleriniz tecrübe ile öğrenmişlerdi ki, gelişigüzel bir sözünüz ve manasız bir isteğiniz olmamıştı.
Bu özelliğinizi, özellikle sadakat timsali talebeniz Zübeyir çok iyi biliyordu.
Emirdağ’da hizmetinize girdikten sonra her haliniz ve her sözünüzdeki hikmetleri yaşayarak gören bu mümtaz talebeniz, şahsiyetinizi ve manevi vazifedarlığınızı çok iyi anlamış, bu konuda diğer talebelerinize adeta bir numune-i imtisal olmuştu.
Onlar da bunu bilmenin rahatlığı ve huzuru ile bir dediğinizi iki etmemeye azami dikkat göstermeyi öğrenmişlerdi.

Bu talebiniz ile birlikte,  yağmur da yağmaya başlamıştı.
Talebelerinizin kolları arasında merdivenlerden aşağıya inmeye başladığınız bir sırada, sesleri duyan ev sahibeniz Fitnat Hanım kapıya çıkmış ve sizi bu halde görünce ağlamaya başlamıştı.
Yaş dolu gözlerle size bakan bu saliha komşunuzla helalleşmiş ve dua talep etmiştiniz.

Devletin derin katmanlarında egemenliklerini devam ettiren karanlık güçlerin marifetiyle kapınızda bekletilen ve evinize giren, çıkan herkesi takip etmekle görevlendirilen Polis Memurlarına görünmeden evinizden ayrılmış ve Eğirdir yoluna yönelmiştiniz.

Eğirdir’e şiddetli yağmur eşliğinde girmiş ve sizi durdurmakla görevlendirilen görevliler tarafından görünmeden de yola devam etmiştiniz.
Mücessem rahmet olan yağmur, bu şekilde bir başka rahmete vesile olmuştu.
Şiddetli yağmur eşliğinde Konya yoluna yöneldiniz.

Her geçtiğiniz ilçe ve kasabadan hiçbir arama ve engellemeye maruz kalmadan Konya’ya kadar gelmiş ve Urfa’ya doğru yola devam etmiştiniz.
Arabanın arka koltuğunda hasta ve ateşler içinde yatarak devam ettiğiniz yolculuğunuz esnasında, dilinizden dua ve zikir eksik olmamıştı.
Gâvurdağlarına sabaha doğru varınca, talebelerinize bulunduğunuz yerin neresi olduğunu sormuştunuz. Size büyük bir ihtimam, şefkat ve itina ile bakan talebeniz Zübeyir, bulunduğunuz bölgenin adının ‘’Gâvurdağı’’ olduğunu söyleyince, ‘’hayır olmaz, burası Nur Dağıdır’’ demiş ve adeta o bölgenin ismini yeniden koymuştunuz.
Gerçekten kader-i İlahinin bir muktezası olarak daha sonraki günlerde bölgeye ‘’Nurdağ’’ ismi verilmişti.

Bu yolculuk esnasında da gökten adeta çamurlu yağmur yağıyordu.
Bu ulvi vedaya sema da adeta çamurlu bir yağmur ile ağlayarak iştirak ediyordu.
Bu yağmur eşliğinde Gaziantep’e varmış, şehir merkezine doğru giderek kısa bir süre kalmış ve Urfa’nın yolunun sorarak yolculuğa devam etmiştiniz.
İbrahim Hahlilullah’ın diyarına doğru yol alırken, seksen iki senelik ömrünüz bir sinema şeridi gibi gözlerinizin önünden geçmişti.

Köyünüz Nurs, müşfik ve müttaki anneniz Nuriye Hanım, gayretli ve son derece dikkatli babanız Sofi Mirza, kardeşleriniz, çok az gördüğünüz akrabalarınız ve ‘’Belajor’’ tepesi…
Küçükken bu tepeye sık sık çıkar ve hep ötelere bakardınız.
Bilmiyorum, o günlerde bile yerinde duramayan, kabına sığmayan cevval yapınız ve meraklı fıtratınız, ‘’Belajor’’ tepesinden uzaklara bakarken, neleri temaşa ediyordu?
Bir çekirdek gibi kalbinize konulan ve dal budak vererek bütün dünyaya yayılan Nur hizmetinin cihanaşümul inkişafının aydınlık huzmelerini, ‘’Belajor’’ tepesinin zirvelerinden temaşa ettiniz mi efendim?

Tağ köyüne, abiniz Abdullah’ın nezaretinde tahsil için gitmiş, ancak kabına sığmayan cevval yapınız nedeniyle, burada çok kısa bir süre kalabilmiştiniz.
Sonra yolunuzun uğradığı Medreselerin hepsinde çok kısa süreler kalmış, fıtratınıza uymayan eğitim sistemleri nedeniyle, hep başka arayışlara yönelmiştiniz.
Sonra köyünüzde geçirdiğiniz bir kış mevsiminde Efendimizi (ASV) rüyanızda görmeniz ve O’ndan Kur’an ilmi talep etmeniz.

Bu rüyadan sonra sanki bambaşka bir âlemin kapıları açılmıştı size.
Formülü almış, İki Cihan Güneşinin (ASV) himayesine alınmıştınız.
İşte esas tahsiliniz, bu rüyadan sonra başlamıştı.

Doğu Beyazıt’ta icazet alışınız, Ahmed-i Hani’nin makamına tek başına gece vakitleri yaptığınız ziyaretler, Kürt Medreselerini bir müfettiş edasıyla gezmeniz, eksikleri tespit etmeniz, Cizre’ye gidişiniz, Mustafa Paşa ile tartışmanız, zulmü ve kıyıcılığı ile tanınan bu zalim şahsa karşı etrafındakilerin, korku ve hayret dolu bakışları arasında meydan okumanız ve Cizre alimleri…

Cizre’de bir müddet kaldığınız Kırmızı Medrese’de, manevi makamının Mevlana Cami ve Mevlana Celaleddin-i Rumi ile bir olduğunu Nurun birinci talebesi Hulusi Bey’e ifade ettiğiniz Melayi Cıziri ile manevi âlemde kim bilir neler neler konuştunuz ve ne muhteşem sırlar paylaştınız?

Sonra Mardin, Ensari’lerin konağında yaptığınız ilmi müzakere ve sohbetler, siyasette muktesitlik mesleğini öğrendiğiniz mübarek Zat, Şehidiye Camisinin şerefesinin demir korkulukları üzerine çıkıp aşağıdakilerin korku ve hayret dolu bakışları arasında yürümeniz, Mardin Valisi’nin evhamı, buradan elleri kelepçeli olarak Bitlis’e sürgün edilmeniz, Savur’da namaz vakti girince korkularından kelepçeleri açmayı reddeden askerlerin bakışları arasında kelepçeleri elinizden bir ip gibi çözüp yere bırakmanız, abdest alışınız ve adeta bulunduğunuz mıntıkayı lerzeye getirircesine getirdiğiniz tekbir ile namaza duruşunuz, evet ne günlerdi bunlar Ya Rabbi….

Askerler başlangıçta ne kadar da korkmuşlardı, sonra emrinize girmiş, bir dediğinizi iki etmemişlerdi efendim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum