Vehbi Karakaş Hocamızla Müslüman Gündemi

Cevaplar.org sordu:

-Hocam ilk sorum şöyle olacak, toplumuzda son senelerde bir yandan İslami hizmetlerin inkişafı, öte yandan da toplumsal değerlerde hızlı bir dejenere oluş gözleniyor. Sefahat ortamı gitgide yaygınlaşıyor. Aileler çocuklarına sahip olmaz bir duruma düşüyor. İstikbal adına bu hususu nasıl yorumlarsınız?

-İkisi de doğru..Hem İslami hizmetlerde bir inkişaf, büyük çapta bir gelişme var, hem de büyük çapta hürriyetin ve özgürlüğün getirmiş olduğu ahlakîbir dejenerasyon yaşanıyor. Bunu inkâr etmek mümkün değildir.

Onun için, İslam sadece iyiliği emretmekle yetinmemiş, aynı zamanda münkerden nehiy görevini de Müslümanların omzuna koymuştur. Yani, biz bir taraftan müspet hareket adına hep iyilikleri, güzellikleri sergileyeceğiz, iyiliği anlatacak, tebliğ edeceğiz. Ama aynı zamanda kötülükten sakındırma görevini de yapacağız.

Bugün benim gördüğüm şu: İyiliği emretme noktasında çok güzel şeyler yapılıyor ama kötülüğü nehy etme hususunda maalesef o kadar ciddi adımlar atıldığı söylenemez.

Bu şu demek, münkerat, menhiyat alabildiğine serbestliğiyle devam ediyor,  fakat bunun yanında ona mukabil ciddi anlamda adımlar atılamıyor. Mesela, başını almış giden bir eğlence sektörü var. Bir müstehcenlik var. Bu konuda yazdığım bir makalenin ismi şu; “Müstehcenlik Zulmü ve Gerçek Kapkaççılık”

Not: Hocamızın bu yazısı için bakınız:

http://www.demokratgebze.com.tr/mustehcenlik-zulmu-ve-gercek-kapkaccilik-127754yy.htm

Müstehcenlik zulmü var. Mesela bir kişi bir bayanın çantasını kapıp kaçırdığı zaman hemen harekete geçiyoruz. Fakat başka yerlerde başka kapkaççılık hareketleri var, onu gören yok.  Mesela müstehcen, yani giyindiği halde giyinmemiş gibi görünen bir kadın bu milletin imanını ve ahlakını kapıp kaçırıyor, kimsenin haberi yok. Ne yazık ki o kadın da bunun farkında değil.

Öyle ise, İslamiyet ne yapmış? Bir taraftan emirler silsilesini koymuş, bir taraftan yasaklar silsilesini getirmiş. Yani imanı tahkim ve tahkik ettikten, kalplere imanı yerleştirdikten sonra, içki yasağını getirmiş, zina yasağını getirmiş, kumar yasağını getirmiş, falcılık yasağını getirmiş..vs..

Bu gün maalesef, dejenerasyonun yaşanmasının sebeplerinden birisi, Müslümanların vurdumduymazlık ve lakaytlıklarıdır. Müslümanların aldırmazlığı var. Bu korkunç bir olaydır. Ben bu gidişattan ürküyor ve korkuyorum. Onun içindir ki, bu fakir kardeşiniz gerek yayınlanmış olan kitaplarımda, gerek televizyon programlarımda, gerekse haftalık yazılarımda bir vesile bularak müstehcenlik zulmüne dikkat çekiyorum. Gayr-i meşru eğlencelerin bu milletin imanını, ahlakını ve mukaddes değerlerini altüst ettiğine dikkat çekiyorum.

Gayr-i meşru eğlenceler tahribe yönelik faaliyetlerdir. Tahrip ise kolaydır. Mesela adam sahneye bir film koyuyor. O bir filmle sizin bir yıllık hizmetinizi sıfıra indiriyor. Onun için bu meseleyi devlet bazında, hükümet bazında, emniyet bazında, milli eğitim bazında cami görevlileri bazında ele almak lazım.

-Kırkıncı Hocamın şöyle bir ifadesi vardı; “Aman sefahat nerede gidiyor arkadaşlar, enteresan. Farkında mısınız? Alıştık da anlayamıyoruz.” eskiden hücumlar fikri idi. Fikre karşı fikirle karşılık veriyordunuz. Şimdi ise ehl-i imana sefahat ile bir hücum var. Değil mi hocam?  

-Aynen öyle..Biliyorsunuz 2002’de Amerika’da ikiz kulelere hücum yapıldı ve bütün dünya o hücumları yapanları anarşist ve terörist ilan etti. Fakat ben diyorum ki, bizim kulelerimize her gün hücum yapılıyor, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Bizim kulelerimiz kim? Delikanlılarımız, kızlarımız, çocuklarımız..Her biri bir dünyaya bedel.  Evlatlarımız her gün gayr-i meşru eğlence sektörünün zehirli oklarına hedef oluyor. Kulelerimiz her gün bir bir yıkılıyor. Kimsenin haberi yok.

Onun için emr-i bil maruf ve nehy-i anilmünker vazifesi çok önemli. Allah Cellecelaluhu; “sizin içinizden bir gurup çıksın, hayra çağırsın, iyiliği emretsin, kötülükten sakındırsın.”(Âl-i İmrân Suresi, 3: 104) buyuruyor. Aleyhissalatü vesselam Efendimiz de buyurmuşlar ki: "Ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız;ya da pek yakında Allah (c.c) tarafından size bir azab gönderilir. Sonra (Azabını kaldırması için) O'na (çok) dua edersiniz de, dualarınız kabul olmaz.".(Tirmizi, Fiten, 9)

Peki, kötülükten sakındırmak kimin görevi?

1-Devletin görevi.  

2-Ulemanın görevi

3-Halkın görevi.

Peygamberimizin hadisinden yola çıkarak söyleyeyim, Buyurmuş ki;

“Sizden kim bir münker, yani Allah’ın sevmediği, Peygamberin hoşlanmadığı, genel ahlaka aykırı bir tutum, bir davranış, bir fiil, bir eylem görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı  daimanın en zayıf mertebesidir."(Kütüb-ü Sitte hadis no: 89)

Münkeri el ile düzeltmek devletin işidir, lisan ile men etmek ulemanın işidir, kalbiyle buğz etmek de halkın işidir.

Halkımız münkeri alkışlamamalı, münkeri sahneye çıkaranları da alkışlamamalı. Mesela görüyoruz, eğlence için bir yerde toplanmış millet. Kimi zaman bu eğlenceyi –acı bir gerçek-maalesef belediyeler tertipliyor. Eğlenceyi izlemek için toplananların içinde bakıyorsunuz çarşaflısı var, çarşafsızı var, tesettürlüsü var, tesettürsüzü var.  Bir de bakıyorsunuz, bir alkış tufanı koptu. Müslümanlar alkışlıyorlar. Neyi alkışlıyorsunuz muhterem Müslümanlar?

Müslüman soracak; şu ortadaki, şu sahnedeki, şu ekrandaki, şu basındaki manzara acaba Allah’ın razı olduğu bir manzara mı? Değil mi? Değilse ben neyi alkışlıyorum, niye alkışlıyorum? Yazıklar olsun bana nasıl olur da ben Allah’ın razı olmadığı bir münkeri alkışlarım? Müslüman bunu soracak ve kendisini hesaba çekecek.

Münkeri niçin alkışlıyorsunuz beyler, hanımlar? Küfre rıza küfürdür, zulme rıza zülümdür. Aynen öyle de ahlaksızlığa rıza ahlaksızlıktır. Gayr-i meşru eğlenceye rıza, onun günahına ortaklıktır. Niye buna alet oluyorsunuz? Bunu sormamız, yargılamamız lazım.

Ben bunları söylerken,  sakın yanlış anlaşılmasın, herkes kalksın, gitsin sahneyi bassın, münkeri tepelesin, demiyorum. Buna hakkımız yok. Yani genel ahlaka mugayir bir durum olunca devlet müeyyide kullanacak, bir şekilde buna dur diyecek. Ben bu göreve karışmamalıyım. Bu iş devletin işidir.

Ben ulema sınıfından isem, anlatacağım. İmanı anlatacağım, İslam’ı anlatacağım. Güzellikleri anlatacağım. İşte böyle görevlileri ve münkeri sahneye sürenleri uyaracağım. Benim görevim bu. Halk isem, münkere alkış tutmayacağım, nefretimi hiddetimi hissettireceğim. Herkes görevini bilecek.

Öyle olaylar oluyor ki, devletten layık olan tebkiyi ve cezayı göremeyen vatandaş, kendi adaletini göstermeye kalkıyor, suçluyu linç etmek istiyor. Vatandaşın bu davranışı da yanlış, suçluya caydırıcı cezayı vermeyen devletin davranışı da yanlış. 

-Hocam bir de şöyle bir soru sorayım. Yakın zamanda merhum olan muhterem bir zat kendisiyle mülakatımızda; “  Tatbiki İslam yoktur Türkiye’de, kim ne derse desin!” demişti. Mesela dindarların çıkardıkları gazete ve dergilerde genel itibarıyla şunu görüyoruz, İslam’ın muamelat ve ahkâma dair hükümleri bir tarafa bırakılarak sadece ahlaki, ibadete dair meseleler öne çıkarılıyor. Mesela bir tesettüre çok da değinilmiyor. Bunu nasıl görüyorsunuz?

-Şimdi efendim bakın, geçenlerde bir yere derse beni davet etmişlerdi. Dediler ki; “hocam, hangi kitabı istersiniz?” Dedim ki; “Risale-i Nur aktüel bir derstir. Hangi kitap sorusunu bana sormayın. Hangi kitabı verirseniz oradan ders yaparım.”

Risale-i Nur bu asrın dersidir, aktüeldir. Ama herkes böyle bilmiyor, herkes böyle görmüyor. Mesela Risale-i Nur’da bir “Tesettür Risalesi” var. Ama Tesettür Risalesinden kaç defa ders yaptınız? Veya hangi gün, hangi hafta, hangi gece benden tesettürle ilgili bir ders istediniz? Yok.. Kimse üzerinde durmuyor. Hâlbuki birçok şeyi oradan kaybediyoruz. Haberimiz yok.

Müstehcenliğin yaptığı tahribatı ne Amerika’nın Hiroşima’ya attığı bomba yapabilir, ne şu, ne bu…

Şimdi soralım: Neden örtünmeye yasakvar da açılmaya sınır yok? Çünkü açılmanın tahribatını gören yok, anlatan yok. Tesettür Risalesi var, ama anlatan yok. Anlatmazsanız, örtüyü ve hayayı anlatmazsanız, müstehcenlik ve hayasızlık her tarafı istila ve işgal eder. Avret yerlerini açmak ayıpken, örtmek ayıp sayılır. Her şey dejenere olur çıkar.

Öte yandan da bazı zavallı ilahiyatçılar da fetva veriyorlar: “kadının abdest azalarının açık olmasında mahzur yok.” Siz böyle bir kapıyı açarsanız onun sınırı kalmaz, sırtını da açar, göğsünü de açar, her tarafını açar..

Halbuki biz Müslüman olarak, İlahî, Nebevî ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranış olarak neyi görmüşsek ona muhalefet etmemiz, en azından taraftar olmamamız lazım.Onu meşrulaştırmak için bir kılıf bulmamamız gerek.Allah CelleCelaluh ve Onun son elçisi Hz. Peygaömber hangi ölçüleri koymuşsa onlara sahip çıkmamız ve taraftar olmamız lazım. Yapamıyor olsak da.

Benim elime televizyon imkânı geçti. ATV’ de Savaş Ay’ın programına davet edildim. O programda Rabbim lütfeyledi, İslam’da tesettürü anlattım. Hatta bazen hocalara da söylüyorum: “Allah rızası için şu televizyonlar kimin eline geçiyorsa, bir yol bulup İslam’ı anlatmak, tesettürü anlatmak, genel ahlaka mugayir tutum ve davranışları söylemek bizim boynumuzun borcu, bunları anlatalım.”

Bugün maalesef günahlar sevap aşkıyla işleniyor.  Kimi zaman kasten, kimi zaman cehaleten. Mesela bazı kimseler açık saçıklığın İslamiyet’e aykırı olduğunu bilmiyor.  Bu açıdan söylemek lazım, öğretmek lazım, göstermek lazım, titiz davranmak lazım. 

-Affedersiniz, bir de aklıma Üstadın şu sözü geliyor; “Lâübaliler ruhsatlarla okşanılmaz; azimetlerle, şiddetle ikaz edilir.” Biz genelde ruhsatlarla okşama tarafına yöneliyoruz herhalde. Dejenarasyonun sebeplerinden biri de bu olmalı..

-Evet, sebeplerinden biri de o..Ben ona lakaytlık dedim ya..Yani aldırmıyoruz. Mesela “ ne olacak canım, zamanı gelince yapar, zamanı gelince örter” diyoruz..

-Bir de şu oluyor hocam, son on yılda acayip bir tesettür furyası aldı başını gitti. Bir şey dense, “canım iman önemli. Hem açık saçıktan daha iyi” diyorlar..

-Bir de o var; örtünmenin sulandırılması denen hadise. Bazen bakıyorsunuz bir kadın, üstü Hz. Aişe, altı Avrupa.. Yani böyle bir örtünme tarzı nerden çıktı, kim çıkardı,  kim öğretti, nasıl yayıldı, bunu bilmiyoruz.  Veya hanım pantolon giyiyor, ceket giyiyor,  bütün hatlar ortada.  Bu ölçüyü onlara kim verdi bilmiyoruz. Ama bununla tesettür olmuş olmuyor. Evet avret yerlerini bütün bütün açmaktan iyidir ama dinin istediği, insanı ateşten kurtaracak bir tesettür değildir.

Eğer biz örtüneceksek, örtünmeyi emredene ve onu uygulayana sormamız lazım. Örtünmeyi emreden Allah, uygulayan da Hz. Peygamber Efendimiz. Dinden gelen ölçü de şu: Örtü, şeffaf olup içini göstermeyecek, baştan ayaklara kadar uzun olacak, dar olup hatları belli etmeyecek.

Kadın tesettüre girmekle cehalete ve karanlığa girmediği gibi, soyunmakla da ilme ve aydınlığa kavuşmuş olmuyor.

Cehalet çarşafın içinde de olabilir, açık saçıklığın içinde de olabilir. Her örtünen cahil değildir, her çarşaflı cahil değildir. Ama her açık giyimli de kültürlü, medeni, ileri görüşlü değildir.

-Yine bir kesim “Allah ile kul arasına kimse giremez” diyor. Bu hususta neler diyeceksiniz?

-Allah ile kul arasına kimse giremez diyenler, kulları Allah’tan koparanlar veya koparmak isteyenlerdir. Hâlbuki İslamiyet’te  herkese, özellikle de âlimlere bir görev verilmiş: Allah ile kullarının arasına girme. Allah ile kul arasına girmek de ne demek? Evet biz giriyoruz ama niçin giriyoruz. Kulu Allah’la buluşturmak için giriyoruz. Mesela bakıyoruz ki kul Allah’dan kopmuş, günahlara dalmış ve dadanmış, namazı bırakmış, sokuluyoruz o adama: “Salih bey, arkadaş senin omuzunda bir akrep var. Seni sokacak.” benim bu ikazımla Salih bey uyansa, akrepten kurtulsa bana teşekkür mü etmesi lazım, yoksa “sana ne benim akrebimden” deyip çıkışması mı?

İşte âlimler bunu yapıyor. Allah’dan kopmuş, günahlara dalmış ve dadanmış birisini ikna ve irşad ile uyarıyor. Kul ile günahların arasına girip kulu günahlardan koparıyor. Allah’a bağlıyor. Bu Allah’la kul arasına girmek değil, Allah’la kulun arasını bulmaktır. Bu görevi yapanlara bin teşekkür.

-Hocam, 30’a yakın kitabınızın yayınlandığını biliyoruz. Kitaba yönelik yeni çalışmalarınız var mı?

-Var. Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun.Biz, Rabbimizin lutf u inayetiyle  hem konuşuyor, hem de yazıyoruz. 2012 yılında yayınlanan kitabımızın adı: “Hz. Peygamber’den Bediüzzaman’a yansımalar.” Şu anda yayınevine verdiğim basılmaya hazır yeni  bir dosyamızın adı da “Müslümanca Bakış” O da ya bu senenin sonunda ya da 2013’un başlarında yayınlanabilir. Sıraya girmek üzere daha başka dosyalarım da var.

-Hocam, Allah razı olsun. Çok teşekkür ederim efendim.

-Ben teşekkür ederim. Allah’a emanet olunuz. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum