Alaaddin BAŞAR

Alaaddin BAŞAR

Yükler ve taşıyıcılar

"Melikin atiyyelerini ancak matiyyeleri taşıyabilir." İmam-ı Rabbanî

İmam-ı Rabbanî  Hazretleri, bu cümleyi, ilâhî isimlerin tecellisine mazhar olabilmek için o tecelliye lâyık bir mahiyet taşımanın gerektiği şeklinde yorumluyor. Buna göre, "melikin atiyyeleri" ilâhî isimlerin tecelli etmesi; "ona matiyye olmak" ise o tecelliye mazhar olabilecek bir kabiliyete sahip olmak, demek oluyor.

Bazı misallerle büyük imamın bu hakikat dersine bakmaya çalışalım: Meselâ, rızk vermek Allah'ın bir ihsanıdır, bir atiyyesidir. Bu ihsan ancak mide sahiplerinde tecelli eder. Yani, bu atiyyeyi ancak mide sahipleri taşıyabilirler, onlar buna muhatap olabilirler. Bir taşın bu vadide bir nasibi yoktur; o, bu yükü taşıyamaz. Affetmek ayrı bir ilâhî atiyye; buna ise ancak hatasından pişmanlık duyup Allah'tan af ve mağfiret dileyen ruhlar mazhar olurlar. Bu hediyeyi, günahında ısrar edenler ve tövbe kapısını çalmayanlar yüklenemezler.

Güneşin ışığı bir feyiz kabul edilirse, bu feyze ancak aynalar mazhar olabilirler. Kalbin parlatılması, bâtıl inançlardan, şüphelerden, tereddütlerden, kötü huylardan temizlenmesi nisbetinde onda hidayet nurları, ilim nurları, marifet nurlarıparlar. Katı ve karanlık bir kalp bu yükü kaldıramaz, taşıyamaz.

Bu açıklamalarımızın kaynağı, İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin Mektubat'ında bu cümleden hemen önce yer alan şu ifadeler oldu: "Hayır olmayınca, hayrın aynası ve mazharı olmak mümkün değildir." Şeytan şer yoluna girdiği, bu yolun inatçı savunucusu olduğu, bununla da kalmayıp insanları şerre yönlendirmeyi kendisine vazife edindiği için artık onun hayrı yüklenmesi, hayırdan en küçük bir iz taşıması imkânsız hale gelmişti. Hayrı ancak hayır yoluna girenler, buna talip olanlar taşıyabilirlerdi.

Yüklenme, taşıma gibi ifadeler hayalimizi emanet meselesine taşır. Orada da bir yüklenme sözkonusudur. Bu atiyyeyi, bu büyük hediyeyi, hakkıyla icra edildiğinde mükâfatı çok büyük olacak olan bu ağır sorumluluğu, insan yüklenmiştir. Kâmil insanlar bu atiyyeye matiyye olmuşlar ve Nur Müellifinin o güzel ifadesiyle "cennete lâyık bir kıymet" almışlardır.

İlâhî ihsanlar çok çeşitli olduğu gibi, bunların matiyyeleri de farklılık arzeder. Meyveleri ancak meyve ağaçları yüklenirler. Kavak yahut söğüt ağaçlarının meyve verdikleri görülmez. Zira, melikin atiyyelerini ancak matiyyeleri taşıyabilir. Ciğerlerin temizlenmesi bir atiyyedir. Bu yükü hava unsuru üstlenmiştir. Gözlere ziya verme atiyyesini güneş yüklenmiştir. Yavrulara süt ihsan edilmesine anneler matiyye olmuşlardır. Şifalı balın insanlara ihsan edilmesi atiyyesini arı yüklenmiştir. Misaller çoğaltılabilir. Bu kâinatta bu hakikatin böyle nice misallerini bulmak mümkündür.
Kur'ân-ı Kerîm ile insanlık âlemine edilen ilâhî ihsanlara da yine farklı insanlar matiyye olmuşlardır. Meselâ, Kur'ân'ın ahkâm ve muamelat yönünü insanlara açık ve seçik olarak takdim etmek ve onların istikamet yolunda yürümelerini sağlamak görevini müçtehitler üstlenmişlerdir. Âyetleri tefsir etme ve insanların Allah Kelâmından daha geniş mânâda faydalanmalarını sağlama noktasında, müfessirler matiyye olmuşlardır. Her mürşid, İlâhî Fermanın ayrı bir yönüne muhatap olmuş ve onu insanlara ulaştırma yükünü omuzlamıştır.

Eşyanın yaratılışındaki ince hikmetleri okumak, olayların altında saklı rahmet cilvelerini görebilmek ayrı ve çok ağır bir yüktür. Bunu Allah'ın Hakîm isminin tecellisinden bir nasip alamamış, bencil ve sathî nazarlı insanlar göremezler ve okuyamazlar. Ziya Paşa'nın dediği gibi: İdraki meali bu küçük akla gerekmez. Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.

Nur Külliyatında, İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin yazımıza konu olan sözünün bu yönü önemle nazara verilir ve haddini tecavüz eden nefse şöyle hitap edilir: "Hâlıkın ef'ali sana nâzır değildir. Ancak O'na bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-ı âlemde şahit tutmamıştır." (Mesnevî-i Nuriye, 77)

Burada, insanoğlunun, cüz'î ilmini ölçü alarak bu âlemdeki hikmetleri yorumlamaya kalkışırken düştüğü büyük bir hataya dikkat çekilir: "kendisini kâinat sarayının yapılışında mühendis gibi görmek." "Şurası şöyle olmalıydı," der insanoğlu ve sebebi sorulduğunda "Benim hoşuma öylesi gider ve ben ondan ancak öylece fayda görebilirim" diye karşılık verir. Böylece, kâinattaki bütün varlıkların ve olayların yorumunda kendi nefsini, arzusunu, hevesini ölçü tutmakla gerçeği yakalama şansını kaybeder.

Bu hikmet ve mânâ yükünü, bu ilâhî sırrı böyle egoist insanlar yüklenemezler. Bu ağır yükü, ilim ve hikmet ehli, irfan erbabı kâmil müminler yüklenebilirler. Egoist insanların hayat felsefeleri aynı eserdeki şu ifadelerle çok güzel sergilenir: "Zühre yıldızını kokulu bir zühreye mukabil almaz. Çünki, kendisine menfaatı dokunmuyor." (Mesnevî-i Nuriye, 207)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum