Nurettin HUYUT
Zübeyri çizgi
Geçenlerde bir fikir meclisinde, Üstad’ın meslek ve meşrebinin müzakere edildiği bir ortamda bu kelime sıkça kullanıldı.
Özellikle konuşmacılardan biri Üstad’ın meslek ve meşrebini detaylı bir şekilde anlattıktan sonra “işte bu meslek ve meşrebin Üstad’dan sonra Zübeyir abide devam ettiğini görüyoruz. Ondan sonra da bizim cemaatte devam etmiştir. Diğerleri hep yanlış yapmıştır ve o çizgiyi devam ettirememişlerdir” demesi beni hayli üzdü.
Bugün cemaat sayısı hayli artmış, Türkiye genelinde, hatta dünya genelinde, birlik içinde hizmet eden cemaatler olduğu kadar, bölgesel seviyede hizmetini yürütenler de var. Sadece bir ilin sınırları içinde kendi dünyasında herkesten kopuk bir şekilde hizmet etmeye çalışan cemaatler de yok değil. Yani irili ufaklı hayli çok sayıda cemaat olduğunu bugün herkes görüyor ve biliyor.
Adeta 73 fırkaya ayrılmış bir akımın sadece bir fırkasının öne çıkarak “Üstad’ın meslek ve meşrebi bizde devam ediyor” demesi Risale-i Nur’un felsefesine ne kadar uyar?
Önce isterseniz “Zübeyri çizgiden” ne anladığımıza bakalım.
“Zübeyri çizgi” demek bana göre; İhlas demektir, fedailik demektir, her şeyden istiğna demektir, hizmeti birinci vazife bilmektir, neşriyat çalışmalarına hız vermektir, siyasi meselelerde istikamet demektir, bugün her biri bir cemaatin önderi olmuş abileri bir araya getirip ittifakla karar almak demektir, mütevazı olmak demektir, herkesi kendinden üstün bilmektir. Vs.vs…”
Bu maddeler daha da genişletilebilir. Ama sadece bu kadarı bile bir şeyler anlatmaya yetiyor.
Bugün hayatiyetini devam ettiren cemaatlere baktığımızda her birinin bir vasfının öne çıktığını görüyoruz. Bu saydığım vasıfların da çoğunu taşıyorlar. Ama bunlardan sadece biri bu vasıfların tümünü tek başına kendinde topluyor demek mümkün görünmüyor. Fertler hatalı olabileceği gibi cemaatler de hatalı olabilir veya bazı alanlarda başarılı olmayabilir. Bu durum onun istikametten çıktığını göstermez.
Mesela biri neşriyat hizmetlerinde öne çıkmışken, diğeri dershane hizmetlerinde ve talebe yetiştirmede hayli mesafe almıştır. Bir başkasına bakıyorsunuz, daha çok sosyal faaliyetlerde öne çıkmış bulunuyor. Bir başkası tevafuklu Kur’an basımında çok başarılı, bir diğeri neşriyat hizmetlerinde ve çeşit çeşit kitap basımında hayli mesafe almış... Yine bir başkasına bakıyoruz fedailikte başı çekiyor.
Yani her biri aslında Zübeyri çizginin bir veya bir kaç alt başlığını tercih etmiş gibi. Sadece siyasi ve içtimai meselede isabet kaydetmek demek Zübeyri çizgi demek değildir.
Kısacası her biri ayrı renkte, ayrı desende ama hepsi de fevkalade güzel hizmetler ifa ediyor. Birini diğerine tercih etmek veya birinin diğerinden üstün olduğunu varsaymak ne kadar doğru?
Bir konuda öne çıkmış, mesafe almış, ilerlemiş bir cemaatin sadece o konuda geri kaldılar diye diğer cemaatlere tepeden bakmaya hakkı var mı? Veya bir diğeri farklı konuda öne çıkmışsa diğerlerini hor görmesi onlara üstünlük taslaması doğru mudur?
Oysa bana göre her birinin bir alanda öne çıkması ve adeta ihtisas kazanmış olması büyük bir kazanımdır. Hizmet adına iftihar edilecek bir durumdur. Ve birbirlerinin eksiğini tamamlayan unsurlardır.
Adeta hak mezhepler gibi; bugün hak mazheplerin birini diğerine tercih etmek mümkün mü? Veya birini diğerinden üstün kabul etmek… Mezheplerin farklı olması dini yaşamakta kolaylık sağladığı gibi, cemaatlerin de çeşitli olması hizmetin yaygınlaşmasına ve her fıtratın kendine yer bulmasına imkan sağlamaktadır.
Bölünmeler ağırlıklı olarak 70’li yıllarda başladı. Çoğu da kişilerdeki meşrep farklılığından ve farklı mizaçlardan dolayıydı. Ama sonuçta bunlar bölünmüş ve her biri kendi kulvarında hayli mesafe almıştır. Belki de ilk günkü duruşunu da kaybederek farklı bir duruma girmiştir.
Bütün bunlara rağmen insanın genlerinde mi var acaba? Neden ille de kendini veya kendine ait bir faaliyeti üstün görüyor da başkasına ait olana dudak büküyor
Oysa bana göre bunların her biri bir bahçe gibi… Rengârenk çiçek açmış, meyve vermiş bir bostan gibidir.
Üstadımız, tam yüz sene önce bunun böyle olacağını şu sözleri ile müjdelemişti. “bu memleket insanlarının makine-i tekemmülatının buharı diyanettir ve bu Asya ve Afrika tarlasının ve Rumeli bostanının çiçekleri, ziya-i İslamiyet ile neşv-ü nema bulacaktır.” (18 Mart 1909 dini ceride)
Nitekim bugün neşv-ü nema bulmuş olduğunu hep birlikte görüyoruz. Ne büyük saadet… İnsan gördüklerine inanası gelmiyor. Bu kadar kısa zamanda bu kadar insana ulaşmak ve adeta insanlığın kurtuluşuna neden olmak...
Yapılan istatistiklere göre dünyada en hızlı gelişen din, İslam dinidir. Ve İslam dinini seçenlerin yüzde 40’ı da Risale-i Nur sayesinde İslamiyet’e girdiğini söylüyor.
Bu gelişmeleri bir cemaate bir şahsa veya bir guruba vermek mümkün mü? Her cemaatin bu yemekte az veya çok tuzu bulunuyor. Bir tekini dahi inkâr etmek büyük haksızlık olur.
O nedenle Cadde-i Kübra-i Kur’an’iye olan Risale-i Nur mesleğini getirip bir küçük cemaatin dar kalıplarına sığdırmak ve “bu meslek ve meşrep bizde devam ediyor” demek kötü niyetli bir yaklaşım değilse bilgisizliktir ve cahilliktir. Bir cihette de ırkçılıktır.
Bariz yanlışı olanlar hariç diğerlerinin hepsi bana göre Üstad’dan tevarüs eden meslek ve meşrebi devam ettiriyorlar. Hepsi de Cadde-i Kübra-i Kur’an’iyede dâhildirler.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.