Abdulkadir ÇELEBİOĞLU
Şeriat-ı Muhammediye (asm) İle Ne Zaman Yönetileceğiz?
Cenâb-ı Hak (cc) şöyle buyuruyor;
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟
“Davranışları sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer kısmına yönetici yaparız.”
(En’am Sûresi, 129. Âyet-i Kerîme ve Meâli)
Buradan anlaşılacağı üzere; 'Kötü toplumun yöneticisi de kötü olur.'
Aynı zamanda Resûl-i Ekrem (asm) Efendimiz de şöyle demektedir;
كَمَا تَكُونُوا يُوَلَّى عَلَيْكُمْ
"Siz nasıl olursanız yöneticileriniz de öyle olurlar."
(Keşfu’l-Hafâ, c: 2, s. 126-127, hadis no: 1997)
Bir başka hadîs-i şerîf de şu şekildedir;
اَلنَّاسُ عَلٰى سُلُوكِ مُلُوكِهِمْ
"İnsanlar kendi idârecilerinin yolunda giderler."
(Keşfü'l-Hafâ, 2:311)
Demek ki bizler şeriata göre yaşar isek, şeriat ile yönetilmeyi hak ederiz. Biz sağlam olur isek bizi yönetenler de sağlam olur.
Hasan El-Benna merhumun dediği gibi;
"Siz evlerinizde İslâm devleti kurun ki, Allah (cc) sokaklarınızı İslâmlaştırsın."
Evler İslâmlaşır ise, sokaklar da İslâmlaşır. Sokaklar İslâmlaşır ise devlet de İslâm devleti olur.
Üstâd'ımız Bediüzzaman Hazretleri’nin de ifade ettiği üzere;
"İstikbâl yalnız ve yalnız İslâmiyet'in olacak. Ve hâkim, hakâik-i Kur'âniye ve imaniye olacak."
(Hutbe-i Şamiye, s. 21)
İstikbâlde bunların olacağına bütün mevcudiyetimiz ile inanıyoruz. Ama bunlar olacak diye boş durmak değil, buna hazırlık yapmak bize düşer. Biz şu anda çalışmayan bir arabayı itiyoruz ki, çalışsın. Çalışmayan arabayı itene aferin derler. Çalışan arabayı zaten itmeye gerek yoktur.
Lemeât'ta geçen şu yer de mevzûmuz ile alâkadardır;
"Tertib-i mebadide tevekkül, tenbelliktir.
Terettüb-ü netice noktasındaki tefviz, tevekkül-ü şer'îdir."
(Sözler, s. 725)
"Nasılsa şeriat gelecek ve hâkim olacak" deyip tembellik yapmak, şuurlu bir Müslümanın kârı değildir.
"Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullah'a tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız."
(Tarihçe-i Hayat, s. 58)
Aynı mânâya bakan bir başka yer de Muhâkemat'ta şöyle geçer;
"Kim tevfik isterse, âdetullah ve hilkat ve fıtrat ile aşinalık etmek ve dostluk etmek gerektir. Yoksa, fıtrat tevfiksizlikle bir cevab-ı red verecektir."
(Muhâkemat, s. 152)
Hulusî Yahyagil Ağabey'in ifadesi ile;
"Netice ile değil, hizmetle mükellefiz."
(Barla Lâhikası, s. 84)
Biz Şeriat-ı Muhammediye'nin (asm) hâkim olmasına hizmet etmekle mükellefiz, netice Cenâb-ı Hakk'a aittir.
Çünkü;
"Mü'min 'Olmuyor, yapamıyorum.' diye yeis cümleleri kurmaz. Çölü vahâvari yeşertir, dağ başlarını medreseye çevirir. Şartlar ne olursa olsun İslâm'ı yürekten yüreğe taşıma vazifesinden ödün vermez."
(İhsan Şenocak, Çağa Şeref Verenler, s. 42)
En başta bizler, yeisten (ümitsizlikten) uzak olup ümidvar olmalıyız.
Nitekim;
"Hem o yeistir ki, kuvve-i maneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i maneviye ile şarktan garba kadar istila ettiği halde; o kuvve-i maneviye-i hârika, me'yusiyetle kırıldığı için, zalim ecnebiler dörtyüz seneden beri üçyüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş. Hattâ bu yeis ile başkasının lâkaydlığını ve füturunu kendi tenbelliğine özür zannedip 'Neme lâzım' der, 'Herkes benim gibi berbaddır' diye şehamet-i imaniyeyi terkedip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor. Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o katilimizden kısâsımızı alıp öldüreceğiz. لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ kılıncı ile o yeisin başını parçalayacağız."
(Hutbe-i Şamiye, s. 44)
Üstâd Bediüzzaman'ın ifadesiyle;
"Yeis; ümmetlerin, milletlerin 'seretan' denilen en dehşetli bir hastalığıdır."
(Hutbe-i Şamiye, s. 44)
Bizler bu seretan (kanser) hükmünde olan yeise karşı olmalıyız. Üstten gelme bir şeriat değil alttan üste bir şeriatın olacağını bilmeliyiz.
Çünkü; "İslâm'ın hâkimiyeti yukarıdan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya doğru olacaktır. Devlet milleti değil, millet devleti kurar. Millet korununca Devlet-i İslâmiyye de korunur. Millet dağılınca da devlet dağılır."
(İhsan Şenocak, Çağa Şeref Verenler, s. 29)
Bu noktada her birimiz mes'ulüz ve mükellefiz. Önce kendimizi sonra çevremizi tenvir etmeliyiz. Hangi meslek erbabı olursak olalım bunu bilelim.
"Evet talebe, profesör, meb'us, kim olursa olsun, mes'uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler."
(Tarihçe-i Hayat, s. 29)
Bizler de Üstâd’ımız Bediüzzaman gibi deriz ki;
"Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm'ın sadâsı olacaktır!.."
(Sünuhat Tüluhat İşârât, s. 50)
Biiznillah bizler o "gür" olan "İslâm'ın sadâ"sını duyacağız ve bu yolda durmadan, yılmadan çalışacağız.
Cenâb-ı Hak bizleri, Şeriat-ı Muhammediye'ye (asm) lâyık hâle getirsin. Âmîn.
Kur'ân-ı Kerîm'den, Resûlullah (asm) Efendimiz'den ve Üstâd'ımız Bediüzzamanʹın da bu iki kaynaktan alarak bize sunduğu derslere binaen anlıyoruz ki, bize düşen vazife; İnsanların sağlam itikad sahibi, tahkikî imanlı, inançlı, istikametli ve bilinçli olması için çaba sarf etmektir. İnsanları böyle olan bir toplumu elbette onlar gibiler yönetecektir, kanaatindeyiz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.