Abdurrahman İRAZ
Ağabeylerin makamı
Okuyucuların malumudur; önceki hafta Risale Haber’de neşrolunan “Nurcuların Ağabeyi Abdullah Yeğin” başlığı altındaki yazı, bir hayli tepki aldı. Bu tepki sahiplerinin bir kısmı; ağabeylerden derlenen bazı hatıraların bize yol gösterdiğini, amelde bize kılavuz olduğunu, Risalelerde okuduklarımızın ağabeylerde adeta tecelliyatını gördüklerini dolayısıyla bu ağabeylerin ve hatıralarının bize şevk ve ilham kaynağı olduklarını, onların Bediüzzaman ile yaşadıkları hayatı dinleyince kendi yaptıklarımızın gözümüzde ufaldığını ve mümkün olmasa da onlara yetişmek için şevk ve cehd içine girdiklerini ifade ederken, bir kısım kardeşlerimiz de; bu ağabeylerin muazzez ve muallâ Üstadımızın bize yadigârı olduklarını, Üstadımızın arkadaşları, talebeleri ve vekilleri olduklarını, sadece aziz Üstadımızın hatırası için olsa bile bu ağabeylerimize azami hürmetin gösterilmesi gereğini anlatıyordu.
Bir kısmı da; ağabeylere bu kadar temenna etmemek gerektiğine, bunların şeyh olmadıklarına ve onlara böyle özel makamlar verilmemesi gereğine dikkat çekerek bu ağabeylerimizin de neticede insan olduklarını, hatadan arî olmadıklarını, sevmek için bize Risale-i Nurun kâfi geldiğini, ağabeylere olan fazla muhabbetin aramıza tefrika sokacağını, hatta geçmişte olan ayrılıklara vurgu yaparak “eski defterlerin karıştırılması halinde kimin haklı, kimin haksız çıkacağının belli olacağını” ifade ederek benzer hayli yorumda bulundular. Bir kısım kardeşlerimiz de; fakiri hedef alarak bu meseleleri neden karıştırdığımı karıştırmamam gerektiğini, Risale-i Nur okumam gerektiğini söyleyip, ihlâs, muhabbet, uhuvvet varken bu tür tefrikalara girmemek lazım geldiği noktasında beni uyardılar. Kendilerine teşekkür ederim, Allah onlardan razı olsun.
Değerli okuyucular; benim mesleğim haktır demek meşru, benim mesleğim ehaktır demek ise memnu iken; ben mesleğimin hak olduğunu bile söylememişken, hatta mesleğimden bile bahsetmemişken, başka hiçbir meslek ve meşrepten bahsetmemişken; bazı kardeşlerimin böyle ağır bir tepkiyi neden verdiklerini doğrusu anlamış değilim. Beni tanıyan arkadaşlar bilirler ki, ben yıllardır bu ağabeylerin bir araya gelip hizmetin esaslarına taalluk eden bazı meseleleri tartışmalarını ve Üstadımızdan anladıklarını bir araya getirip, oradan çıkacak hakikati bir lahika ile bütün nur talebelerine bildirmelerini hep isteye gelmişimdir. Bazı kardeşler Risale-i Nur’u okursak yeteceğini söylüyorlar. Hayır, arkadaşlar, hayır yetmiyor. Teşbihte inşallah hata yapmayacağım, nasıl ki ibadete taalluk eden bazı meseleler Kur’an’da yoksa Peygamberimiz (a.s.m) uygulamalı olarak sahabelerine (r.a) göstermiş ve bugüne kadar gelmişse asırların ve asrın son müceddidi de bazı meselelerini risalelerine yazmamış ve fakat onunla yaşayan talebelerine anlatmış, öğretmiş olabilir. Bunu onlardan öğrenmenin kime ne zararı, kimden ne eksilteceği olabilir? Kaldı ki meşveret gibi meşrebimize ismini veren bir mesele her cemaat tarafından farklı uygulanıyorsa bunu doğru öğrenmenin ancak bir yolu vardır; Bediüzzaman’ın kendisinden nakledecek talebeleridir.
Bediüzzaman 1960’ın Mart’ında vefat ettiği zaman etrafındaki bu muhterem zatlar iki elin parmak adedini çok geçmiyordu. Eğer dünyanın dört bir yanında bu hizmet yayılmış ve devam ediyor ise bu hürmete layık ağabeylerin sayesindedir. Tabi ki Bediüzzaman bu eserlerin dünyada okunacağını, tabi ki okullarda okutulacağını söyledi ve yine tabi ki eğer ağabeyler olmasa da bu hizmet başka türlü yürüyecekti, fakat Cenab-ı Hak bu hizmeti omuzlarında taşıma şerefini bu liyakatteki ağabeylerimize verdi. Bu ağabeylerimizin cehdi ve gayreti sayesinde bugün dünyada Risale-i Nur’un girmediği hiçbir ülke kalmamıştır. Dünyanın birçok diline çevrilmiş olup, bazı ülkelerde TV ve radyolar diliyle anlatılıyorsa, bazı ülkelerin üniversitelerinde ders olarak okutuluyorsa bu ağabeylerimizin bitmez tükenmez enerjileri, yılmaz yıkılmaz sabırları ve yetiştirdikleri talebeleri, vakıfları sayesindedir.
Düşünün ki; Bayram Yüksel ağabey yanında Ali Uçar ile birlikte Avrupa’da şehir şehir dolaşıp risaleleri anlatırlarken şehit oluyorlar veya zındıka komitesi tarafından şehit ediliyorlar. Yine düşünelim ki; Mustafa Sungur ağabey tek başına ayakta durmaya mecali kalmadığı halde –herkes bilir ki Sungur ağabey sağında ve solunda iki kişi tutmasa düşer- hizmet denince herkesten önce hazır olduğunu söyler bir delikanlı çevikliğiyle 81 yaşında olduğunu unutur, heyecanla ortaya atılır. Misal; geçen sene karayoluyla Anadolu’yu dolaşmaya çıktı. Yanındaki gençlerle dolaşırlarken gençler takatlerinin kalmadığını, tükendiğini söyleyip, seyahati yarıda kesip, uçakla İstanbul’a geri dönüyorlar. Ama o, hizmetin delikanlısı tam 5 bin km’lik seyahatini tamamlıyor ve dönüşte de bu seyahatin medar olduğu hizmetleri cemaate aktarıyor. Aktarırken adeta gençlik iksiri almış gibi bir halet-i ruhiye takındığını bütün cemaat gibi ben de hayret ve hayranlıkla müşahede ettim. Bu ilerlemiş yaşına ve hastalığına rağmen Rusya, Dağıstan, Sibirya bölgesi, Kalingrat, Ukrayna ve diğer tüm Türk cumhuriyetlerini şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy dolaşıp hakikat-ı Kuraniyenin oralarda yayılması hizmetine pişdarlık etmiştir.
Bugün Rusya, Dağıstan, Sibirya, Kalingrat, Ukrayna ve Azerbaycan’da yüzlerce medrese diğer Türk cumhuriyetlerinde yine yüzlerle ifade eden medreseler açmış, ve bu medreselerde kalan kısmı azamı sonradan Müslüman olmuş ve hatta bir kısmı hayatını bu hizmete vakfetmiş kardeşlerimizin hizmetlerini ve maişetlerini bizzat takip eder, tedarik eder, yine herkesin kendi ülkesinde yapması gereken hizmetler noktasında yol gösterir, rehberlik yapar. Bu ülkelerin birçoğunda kardeşlerimiz TV ve radyo yoluyla Risale-i Nur’u yayma faaliyeti içerisindedirler.
4-5 sene önceydi yine Ergenekon’un oyunu olan bir iftiraya maruz kalan Sungur Ağabey, ihlâsı, hizmet aşkı ve Risale-i Nur’a sadakati ile bunu aşmıştır. Sungur Ağabey “ben Risale-i Nur cemaatinin bir ferdiyim”, diyor. Aynı sözleri Abdullah Yeğin ağabey ve diğer tüm ağabeylerden de duydum. Sungur ağabeyin bir ticari meşgalesi yok. Ne cemaatten para alır, ne de cemaatin parasını batırır. Sadece herkesin bildiği Sözler Yayınevinin tasarrufu kendisindedir. Bu yayınevinin kârından da ayrıca Üstadımızın âdeti üzere hizmet içindeki bazı zatlara da tayinat dağıtır. Yurt dışındaki medreselerin giderlerini de karşılar. Ona sorduğunuzda “bilmiyorum kardeşim, Risale-i Nur’un bereketi ile yürüyor” der. Üsküdar’daki dershanede 24 saat çorba kaynar, her gidenin karnı doyurulur. Sungur ağabey ve diğer ağabeylerin hiç birisi siyasetle meşgul olmaz ve Risale-i Nur hizmeti dururken cemaatini de siyasetle meşgul etmez ve asla ders esnasında ya da kalabalık bir cemaat huzurunda herhangi bir parti ismi-müspet veya menfi- zikretmezler. Çünkü yanlarına gelen zevatın Risale-i Nurdan istifade etmek için geldiklerini, şu ya da bu partiden insanların bu nurlardan istifade etmek için dershaneye gelebileceğini, dolayısıyla herhangi bir parti ismi zikredildiği vakit, bahis müspet olsa Ahmedi, menfi olsa Mehmedi incitebileceğini ve risalelere karşı önyargı sahibi yapacağını bunun da büyük bir vebal olduğunu bilir ve bu bilinçle sadece Risale-i Nur okur. Yorum dahi katmadan, sadece Risale-i Nur’u, saf ve berrak bir şekilde insanların dimağlarına nakşederler.
Zira yine ağabeylerin hepsinden duyduğum bir cümle var ki aklı olan herkes onu tasdik edecektir. O da şudur ”kardeşim Risale-i Nurlar Kur’an’ın hakiki bir tefsiridir. Bizim vazifemiz bu eserleri okumak, anlamak ve yaşamaktır. Onları anlatmak ise yaşadığımız anki tecelliyattır. Biz okuruz yorumunu da yine Risale-i Nur’un başka bir yerini okuyarak yaparız. Yani Risale-i Nur’un burhanı yine Risale-i Nurdur. Yoksa biz kendi yorumlarımızı katarsak, ifadelerimize bir sürü malayaniyat katmış olacağız ve Bediüzzaman’ın ifade-i meramını değil, kendi anladıklarımızı anlatacağız ki bu da çok kasir ve kısır kalacaktır. Buna hakkımız yoktur.”
Değerli okuyucular; bu ağabeylerimizin bize ihtiyaçları yoktur. Bizim her gün dünyanın onlarca badirelerine bulaşan müşevveş fikirlerimize de ihtiyaçları yoktur. Zira onlar fikirlerini Bediüzzaman’dan ve Risale-i Nur’dan almışlar ve alıyorlar. Fakat bizim onlara ihtiyacımız çoktur. Çünkü onlar Risale-i Nurları Bediüzzaman’dan bize aktaran köprüyü taşıyan ayaklarından yıkılmamış ama yaşlanmış ve yıkılmaya yüz tutmuş son ayaklarıdır.
Bir Arap âlimi risalelerde geçen bir Hadis-i Şerif için “mevzu hadis” dedi diye kendi ifadesiyle ümmi olan, hiçbir okul okumamış olan Abdulkadir Badıllı ağabey “Risale-i Nurda geçen bir hadis-i şerife mevzu diyenin kafasında mevzilik olduğunu bütün dünyaya göstereceğim” deyip, herkesin imkânsız diyebileceği bir yaşta iken –ellili yaşlarda- kendini ilme verip İslam dünyasında hatırı sayılır âlimlerden, vakıflardan, cemaatlerden ve İslam merkezlerinden tebrik ve takdirler alan, herkesin müracaat edeceği eserler telif eylemiştir.
Mehmet Fırıncı ağabey, Sungur ağabeyle aynı yaştadır. Onun yaşadığı sağlık problemini yaşayanlar yaşları ne olursa olsun ayağa kalkamazlar. Zira dizlerinde oyluk kemiği ile kaval kemiği arasında conta vazifesi yapan kıkırdak yok olmuştur. Yürüdüğü zaman kemikler birbirine değiyor ve bu da tarifi imkânsız acılar doğuruyor. Aslında bu acının ne olduğunu herkes bilir. Herkes bilir de bir tek Fırıncı ağabey bilmez. Devamlı ayakta o ülke senin bu ülke benim dünyanın dört bir yanını dolaşır durur.
Biz işimizde gücümüzde iken belki de haftada bir derse gidip minnet ederken bu ağabeyler geç kalmışlar gibi telaşlı, endişeli, canhıraşane elde asa, ayakta çarık dolaşıp dururlarken, biz de bu ağabeylerimiz şeyh değil bu ağabeylere farlı makamlar ihdas etmeyelim, deyip dururuz. Sanki bu tartışma onların çok umurundaydı.
Arkadaşlar, bu ağabeylerin sahip olduğu makamı biz vermiyoruz. İyi ki de veren biz değiliz. Eğer bize kalsaydı kim bilir bu ağabeylere neyi reva görecektik. Fakat Cenab-ı Hak onları en güzel makamlarda mukim etmiş. Asrın sahibine arkadaş etmiş, yoldaş etmiş. Teşbihte inşallah hata etmem, sahabe-i kiram (r.a) nasıl ki Risaletin nuruna mazhar oldularsa bu ağabeylerimizde de veraset-i nübüvvetin nurunun yansıması var. Yani bu ağabeylerin Abdurrahman İraz’ın veya bir başkasının vereceği makama ihtiyacı yoktur. Şimdi bazı ağabeyler “sahabeler ile kıyas yapma” diyecekler. “Bizim mesleğimiz sahabe mesleğidir” diyen Bediüzzaman değil mi?
Bediüzzaman hazretleri diyor ki; benim Mehmet Fevzi gibi bir talebem olduğundan selef-i salihin gıpta ediyorlar. İşte o Mehmet Fevzi (r.a) ağabeyin etrafındaki insanlardan biri Sungur ağabeyin aleyhinde birkaç kelam etmiş ve merhum Mehmet Fevzi ağabey de bu sözlere muttali olmuş. Mehmet Fevzi ağabey bu beyefendiye “kardeşim sen bu zatları tanıyor musun? Bu ağabeyler vazife-i risaletle muvazzaftırlar” diyerek bir bakıma bu ağabeylerin makamını da göstermiştir. Geçenlerde bu meseleyi bir arkadaşıma anlattım. Bana şöyle cevap verdi “yanlış yaptı.” Kim, dedim “Mehmet Fevzi ağabey” dedi, neden, diye sual ettim “cemaatin önünde neden o adamı azarladı?” demez mi. Böyle bir meselede bile Mehmet Fevzi ağabeyi tenkit edecek bir yol bulmuştu kendine, işte o zaman sukut etmenin ne kadar hakikatli bir cevap olduğunu anladım ve sukut ettim.
Hulasa olarak sevgili Risale Haber okuyucuları; şunu arz etmek istiyorum; Bediüzzaman’ın talebeleri şeyh değildirler. Bu ağabeyleri farklı bir makama çıkarmak istememe gelince; haşa yüz bin kere haşa! Ben kimim ki? Fakat onlar zaten farklı ve âli bir makamdadırlar, tabi ki hatadan hali değildirler, günahtan münezzeh değildirler, fakat bu sözler onların hata ve günah yaptıklarını da ifade etmez. Bu köşede hiç kimsenin aleyhinde tek bir söz söylenmez ve yazılmaz, hiç kimse zimmî olarak bile tezyif edilemez, tenkit edilemez. Üstadımızdan nakille Abdullah Yeğin ağabeyin bana anlattığı bir hususu ben de sizinle paylaşayım; “içinde az da olsa Risale-i Nur muhabbeti olan kimse istihdam olunuyor.” Hal bu iken hangi Nur Talebesini tenkit veya tezyif edebilirim ki. Bunlar benim samimi görüşlerimdir. Fakat ağabeyleri sevmeye, hem de çok sevmeye, KENDİ NEFSİMDEN DAHA ZİYADE SEVMEYE DEVAM EDECEĞİM.
Sağlıkla ve MUHABBET ile kalınız…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.