Nurettin HUYUT
Ahmet Altan ve sanatçı Allah
Ahmet Altan’ın her zamanki gibi hayran kaldığım harika kaleminden dökülen bir yazısını daha Risale Haber’de okudum.
Büyülendim desem yalan olmaz.
İki güzel insanla tanıştığını konu edinmişti. Fırıncı abi ve Çantacı Necmi abi ile…
Ama garip bir durum ki, yazısının yarısından sonrası tatlı bir üslupla Allah’ı tarif etmeye yönelmişti. Bir insanı anlatırken Allah’ı anlatma ihtiyacını duymak aslında anlatılan insanın harika bir şahsiyet olduğuna da açık bir delildir.
Bir insan görüntüsüyle Allah’ı hatırlatıyorsa o insan kâmil manada bir imana sahip demektir.
Zaten bu iki insan için farklı bir şey söylemek de mümkün değildir. Sadece bir hakkı teslim babında söylemek istedim.
Ahmet Altan’ın ‘Odundan meyve’ başlıklı bu yazısında Allah’ı sanat gözüyle tarif edişi tek kelime ile enfesti. Sanki Risale-i Nurları birkaç kez devretmiş de, sanki 24. Mektubu mütalaa ederek okumuş da sonra bu yazıyı yazmış gibi bir mükemmellik vardı.
24. Mektubu okusa sanırım hayran kalacaktır. Kendisinin kısaca ifade etmeye ve anlatmaya çalıştığı Cevvad-ı Mutlak’ın orada ne kadar harika anlatıldığını görecek belki de “Maşallah, barekallah” diyecektir.
Yazısında “kul” olmanın ne demek olduğunu tarif edişi de bir başka güzellikti… Ancak, burada bir endişemi dile getirmek isterim.
Evet “kul” olmak sığ bir anlayışla cennete kilitlenmiş, başka da bir şey istemeyen, sadece ibadetle yetinen insan demek değildir. Altan’ın da ifade ettiği gibi yaratıcının sanatına da saygı göstermek gerekir ve kendini de bir sanat eseri olarak görmek gerekir ki, kulluk tamam olsun.
Kendisini tenzih ederim ama nedense kulluğu bu şekilde tarif edenler kendi dünyalarında kendilerine has bir din anlayışı geliştirmektedirler. “Kul” olmayı şekilcilik olarak görmediklerini söylerken zımnen sanki ibadet etmeden de Allah’ı hoşnut etmenin mümkün olabileceğini ima ederler. Ve Allah’ın engin rahmetinden bunu beklediklerini ifa etmekten de çekinmezler.
Dediğim gibi sayın Altan’ı tenzih ediyorum. Zira yazısında Allah’ı çok güzel tarif etmiş. Şayet Allah’ı tarif ettiği şekilde de inanıyorsa ve eksikliklerinin de farkında olarak olaya yaklaşıyorsa bu tür bir imanın kurtuluşa vesile olması mümkündür. Ama biz böyle bir din bilmiyoruz. Bu tarz bir yaklaşımın nefsin aldatmacası olduğunun da farkındayız. Çünkü bizim anlayışımıza göre ibadetsiz bir din kurtuluşa vesile olmaz. Her neyse…
Ama madem bu dünya dar-ı imtihandır, meydan-ı müsabakadır. O halde yapacak bir şey kalmıyor. Herkes kendi imtihanını veriyor. Kimsenin kimseye önceliği, üstünlüğü, farklılığı yoktur. Bu anlamda herkes eşittir. Farklı tarzlarda ve değişik ortamlarda imtihan olsak da sonuç değişmiyor. Neticede her insan kendisi ile yarışıyor.
Gönül istiyor ki, Allah’ı bu kadar güzel tarif eden bir insan O’na inansın ve tarif ettiği, bizim de katıldığımız “kulluğunu” ibadetle süslesin, sadece sanata saygı göstermekle ve kendini bir sanat eseri olarak görmekle yetinmesin, Allah’ın arzu ettiği şekilde tam bir “kul” olarak hayatına devam etsin.
Evet, gönlümüz böyle istiyor ve böyle olması için de Allah’a dua ediyoruz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.