Erdem AKÇA
Ateist ve Deistlerin Gözünde Hz. Muhammed (asm)
Ateist ve deist çevreler, Hz. Peygamber hakkında yetersiz bilgi sahibi olmak, o asırda yaşananları bu asrın mantığı ile ele almak, erkek psikolojisi ve mantığıyla kadın psikolojisine dayanan olayları tartmaya çalışmak, sosyal fıtratlı İslamiyeti münzevi yapılı Hıristiyanlıkla kıyaslamak, dini laik bir çerçeveye oturtmak, gerçekler dünyasının kurallarını iyi bilmemek, peygamberleri insan-üstü zannetmek ve Allah’ı eksik tanımak gibi yüzlerce sebebe dayanan bazı soru, sorgulama ve ithamları Hz. Muhammed’e (ASM) ve icraatlarına karşı yapıyorlar. Özellikle Kureyzaoğulları’nın savaş esirlerinin öldürülmeleri ve çok eşlilik konularında... Bu makalede ateist ve deist çevrelerin temel sorgu ve ithamlarını yazıp tarih, sosyoloji, psikoloji, biyoloji, ontoloji bilimleri ve semavi dinler çerçevesinde bu soruları birer birer cevaplamaya çalışacağım.
Soru 1) Hz. Muhammed’in, Yahudiler’den Benî Kureyza kabilesinin savaş esirlerini öldürmesi bir katliam değil midir?
Cevap 1) Katliam, lügat itibariyle, umumi ve toplu halde bir öldürme manasındadır. Bu kelime “katl” ve “âmm” kelimelerinden türemiştir. Aslî yazlışı “katl-i âmm”dır. Arapça’da katl, öldürme demektir. Âmm, umumi ve genel demektir. Katli yapan kişiye, katil denilir. Bir kişinin diğer bir kişiyi öldürmesi, haksız olduğu için hukuken de cezalandırılır. Bir kişiyi haklı yere öldürmek, ancak o kişi bir cezayı hak ettiği zaman meydana gelebilir. Bu cezayı gerektiren haller, o kişinin masum birisini taammüden öldürmesi, vatana hıyanet etmesi, ölümü gerektiren bir askerî suç işlemesi ve benzeri şekillerdedir. Bu cezayı da o şahsa, bir şahıs veya gruplar değil hukuk sistemi verir ve devlet güçleri infaz eder. Bu manasıyla Kureyzaoğulları kabilesine yapılan muamele 6 yönden katliam olamaz ve katliam şeklinde isimlendirilemez:
a) Hz. Muhammed (asm) hem Medine devleti kurulduğunda, hem Uhud savaşı sonrasında Kureyza kabilesi ile birer ahidnâme imzalamıştır. Bunlara göre Medine’ye herhangi bir saldırı olduğunda gerek askerî ve gerekse mâlî noktada işbirliği yapma noktasında ahdedilmiştir. Fakat Kureyzaoğulları, Medine Anayasası’nı Uhud savaşı esnasında çiğneyip suç işledikleri gibi; Uhud savaşı sonrası onları affedip tekrar anlaşma imzalayan Müslümanlara verdikleri sözü Hendek savaşı esnasında tekrar çiğnemiş ve suç işlemişlerdir. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi isimli kitabında Medine Vesikası tam metin halinde vardır. Bu vesikada Kureyza kabilesinin ve diğer Yahudi kabilelerinin ahdini rahatça görebiliyoruz.
b) Ayrıca Hendek savaşı esnasında Kureyza kabilesinden bir adam, Müslüman erkeklerin savaşta olmasından yararlanarak Müslüman kadınlara saldırmış; Hz. Muhammed’in halası Safiye tarafından öldürülmüştür. Bütün siyer kaynaklarıyla bu olay sabittir.
c) Hz. Peygamber, Hendek savaşı sonrası Kureyza kabilesine İslamiyeti kabul etmelerini teklif etmiştir. Bu teklifi reddetmeleri halinde 2 defa Medine anayasasını çiğnedikleri ve düşmanla işbirliğine girdikleri için Medine’yi terk etmelerini istemiş ve bütün eşya ve servetlerini almalarına da izin vermiştir. Fakat onlar, bu iki makul ve cazip teklifi de reddettikleri gibi “Muhammed bizi, korkak ve savaştan anlamaz müşrik Araplar gibi zannediyor. Gelsin de askerî gücümüzü ve sağlam kalelerimizi görsün” diye Müslümanlara meydan okudular. Bundan sonra savaş başladı. Bu siyasî konuşmalar Siyer kaynaklarında, özellikle Megazi kitaplarında mevcuddur.
d) Hz. Peygamber ve askerleri, Kureyzaoğullarının kalesini kuşattığı bu süreç zarfında zayiatın az olması için Onların teslim olmalarını istemiştir. Ta ki bir sulh yapsınlar. Medine’deki Münafıkların vaadlerine aldanan Kureyzaoğulları bu teklifleri de kabul etmediler. Haşr suresi 11-15. âyetler bu hadisenin cereyanına dairdir.
e) Kureyza oğulları, kuşatma devam edip şartlar zorlaşınca “Teslim olun!” çağrısını kabul ettiler. Fakat “Kendilerinin seçeceği bir kişinin haklarında hüküm vermeleri” şartıyla teslim çağrısına “Evet” dediler. Hz. Peygamber, şartlarını kabul etti ve istedikleri kişiyi hakem seçmelerinde onları serbest bıraktı. Onların bu hali, Kur’anın ifade ettiği, “Yahudiler ellerinde Tevrat varken, ey Muhammed, seni ve Kur’anı hakem kabul etmezler” hükmünün te’yidi idi.[1] Kureyzaoğulları kendileriyle İslam öncesi dönemden ilişkileri ve bağı olan Evs kabilesinin reisi Müslüman Sa’d bin Muaz’ı hakem seçtiler. Sa’d bin Muaz, gerek Hz. Peygamber’den gerekse Kureyza oğullarından “Vereceği karara karşı itiraz olmaması” yönünde söz aldı. Sonra da Yahudilere kendi kitaplarındaki ceza sisteminin uygulanması kararını verdi. Karara göre “Savaşçı erkeklerin tamamı öldürüldü. Kadınlar, kız çocukları ve büluğ çağına gelmemiş erkek çocukları esir edildi.”[2] Ka’b bin Süleym el-Kurazi ve Atıyye el-Kurazi, bu şekilde kurtulan Yahudi erkek çocuklardandır ki, daha sonra Müslüman olmuşlardır. İslam’ın 2. kuşağı olan Tabiin döneminin önde gelen âlimlerinden olan Muhammed bin Ka’b el-Kurazi, bu kurtulan Ka’b el-Kurazi’nin çocuğudur.
f) Hz. Peygamber’in hayatında, İslam öncesi devirden vefatına kadar, daima şefkat hâkimdi. Fakat O, sosyal haklar söz konusu olduğunda[3] haksızlık ve zulüm karşısında, adalet ve hakkaniyet çerçevesinde demirden daha sert, kılıçtan daha keskindi. Bununla beraber strateji ve siyaset, akıl ve mantık noktasında şöyle özel bir yöntemi vardı:
“Savaşta, düşmanın reislerini, fikir babalarını, halkı yanlışa teşvik eden provokatör tiplerini öldürürdü. Savaş esirlerinden de böyle yapıda olan varsa yalnızca onu öldürürdü.” Savaşın kaçınılmaz bir neticesi olan diğer esirler konusunda şöyle davranırdı: “Eğer zengin ve bol imkân sahibiyse, o kişiden fidye alırdı. Eğer imkânı yoksa fakat okuma-yazma biliyorsa 10 Medineli çocuğa okuma-yazma öğretmesini onun fidyesi sayardı. Buna da imkânı yoksa, bu esirleri belli bir süre Müslümanların evlerinde misafir ederdi. Ta ki İslam’ın getirdiği hayatı gözleriyle görsünler. Sonra da serbest bırakırdı.”
Hz. Peygamber, savaş esirlerini savaşın akabinde Müslüman ailelerine dağıtır ve İslamiyet’i bizzat müşahede etmelerini isterdi. Onun asıl gayesi, hakka ve hakikate dayanan İslamiyet’in yayılmasını sağlamak olduğu için esirlere tam bir Müslümanca hareket edilmesini tavsiye etmiştir. Bunun neticesinde Müslüman ev sahipleri esirlere, yedikleri yemeklerden yedirmiş, onlarla ilgilenmiş ve şefkatle onlara muamele etmişlerdir. Bu şefkatli ve ilgili doğal muamele neticesinde Vehb bin Umeyr el-Cumahi, Hakem bin Keysan, Sümame bin Üsal el-Hanefi gibi birçok esir Müslüman olmuştur. Öyle ki Vehb’in babası Umeyr bin Vehb, fidyeyle onu kurtarmak istemesine rağmen O bunu reddetmiş ve Mekke’ye geri dönmemiştir. Vehb’in Müslüman olması, aynı zamanda onun esirliğinin de bitişi manasına gelmiştir.
Bu noktalar ışığında, Bedir savaşında öldürülen kişilerden yaklaşık 20 tanesinin Mekke’nin ileri gelenlerinden ve reislerinden olması… hem savaş esirlerinden öldürülen tek kişinin Mekke yıllarında Hz. Peygamber’e ve müslümanlara çok sıkıntı veren ve müşriklerin fikir babası olan Nadr bin Haris olması… hem esirlerden 10 çocuğa okuma yazma öğretenlerin serbest bırakılması… hem Hz. Peygamber’in amcası olup Mekke putperestleri safında savaşa katılan Abbas’ın da fidyeyle kendini kurtarması fiilen gösterir ki Hz. Peygamber’in savaş ve esirler hakkındaki tavrı budur. Onu bu şekilde davranmaya zorlayan herhangi bir sebep de bulunmuyordu. Kureyza oğulları eğer savaşta teslim olduklarında Kur’anın ve Hz. Peygamber’in hakemliğini kabul etselerdi sadece reislerini ve zararlı tiplerini kaybedeceklerdi. Fakat onlar kendi kitaplarının hükmünü tercih ettiler ve bütün erkeklerini kaybettiler.
Bu noktalar nazara alındığında Kureyza oğullarına yapılan muamele:
aa) Asla ve asla bir katliam değildir; hiç kimse bu muameleyi katliam olarak nitelendiremez. Çünkü onlar masum değilerdi. Sözleşmeyi çiğneyen bir sahtekâr, vatana hıyanet eden birer askerî suçlu, mâsum kadınlara ve zavallı kızlara saldıran birer fırsatçı idiler.
bb) Yalnızca savaşçı erkekleri, öldürüldü. Bunu da kendileri istediler. Hem erkek çocuklarına hayat hakkı tanındı. O yüzden nesillerinin devamına da imkân tanındı.
cc) Yahudilikte, soy anneden devam ettiği için; başka milletlere göre bu uygulama bir soykırım olarak gözükse de hususi manada onlar için hiç bir surette soykırım olamaz. Çünkü bütün kadınlarına ve kızlarına hayat hakkı verildi. Bu özel yönden dolayı bu tatbikata asla katliam denilemez.
dd) Ayrıca bir katliam kadın-erkek, çocuk-ihtiyar topluca yapıldığı için bir milleti yok eder. Oysa burada belli bir kısım ve suçlu Yahudi’ye bu muamele yapılmıştır. Buna, siyaset ilminde “Tenkil” (Çok şiddetli cezalandırma) denilir. 1938 Dersim faciasında çocuklar ve bebekler öldürülmesine, yaşlı kadınlar öldürülüp yakılmasına, bütün erkekler uçaklarla bombalanmasına rağmen, o zamanki siyasi idare bu katliama “Tenkil Harekâtı” demiştir. Oysa lokal manada Alevi nüfusa yönelik yapılan tam bir soykırımdı. Bu tarz hadiselere, siyasi ve duygusal yaklaşımlarından dolayı “soykırım” diyemeyen birçok deist ve ateistin Hz. Peygamber’in haklı ve tam yerindeki vatandaşlarını koruma muamelesini soykırım ve katliam diye isimlendirmeleri öyle bir tenakuz ve çelişkidir ki, bunu körler dahi görebilir, divaneler dahi anlayabilir. Hz. Peygamber’in bu muamelesini siyasî, askerî, sosyolojik ve iktisadî açıdan inceleyen oryantalist Wensick, “Der İslam” isimli dergide “Kureyza Yahudilerine yapılan bu cezalandırmayı şu anki modern devletler de yapabilirler. Yadırganacak bir manzara yoktur” diye yazmış ve bilim dünyasına duyurmuştur.[4] Wensick, soykırımın Uluslararası Hukuk’a göre bir suç olduğunun bilincinde bir kişidir, diye hatırlatmak gerekir.
Devam edecek
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.