
Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
Sünnetin Kur’an Gibi Vahiy Olduğunun Delilleri (2)
Bundan önceki yazımızda Sünnetin de Kur’an gibi İslam’ın temel kaynaklarından birisi olduğunu izah etmiştik. Bu yazımızda Sünnetin de tıpkı Kur’an gibi vahiy olduğunun delilleri üzerinde duracağız.
Ayetler
Aşağıdaki ayetler, Sünnetin genel olarak vahiy olduğunu, Kur’an’ın müfessiri ve açıklayıcısı olduğunu, Hz. Peygamber’in (s) kendi yanından hiçbir hükmü koyma yetkisine sahip olmadığını, Resûlüllah’ın haram kıldığı he şeyin tıpkı Allah’ın haram kıldığı şeyler gibi olduğunu açıkça ifade ediyor. Başka bir deyişle, Hz. Peygamber’in (s) ortaya koyduğu emir ve yasaklar kendi yanından konulmuş [haşa] indî görüşler değildir.
1) Allah el-Hakka Suresinde şöyle buyuruyor: (وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِين) “Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı”[1] buyurmaktadır. Demek ki Hz. Peygamber’in (s) emir ve yasakları Allah’ın O’na verdiği yetkiyle sınırlıdır. Eğer Kur’an’da yer almadığı halde Peygamber (s) tarafından ortaya konulan emir ve yasaklar kendi indinden olsaydı ve Allah bu konuda ona yetki vermemiş olsaydı yapılanlar Allah’a iftira olurdu.
2) Keza Tevbe Suresinde, (قَاتِلُوا الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْآخِرِ وَلَا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَلَا يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حَتَّىٰ يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ) “Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın”[2] buyurur. Anlaşılıyor ki, Resûlüllah’ın (s) haram kıldıkları ile Allah’ın haram kıldıkları şeyler, ittiba edilmesi bakımından aynı derecededir.
3) Araf Suresinde ise şöyle buyurur: (الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ إِصْرَهُمْ وَالْأَغْلَالَ الَّتِي كَانَتْ عَلَيْهِمْ ۚ فَالَّذِينَ آمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِي أُنزِلَ مَعَهُ ۙ أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ) “Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[3]
Bu ayette Peygamberin görevleri şöyle sıralanıyor: 1) İnsanlara iyiliği emretmek 2) Kötülükten alıkoymak 3) İyi ve temiz şeyleri helâl kılmak, kötü ve pis şeyleri haram kılmak 4) Irkçılık, soyuyla, servetiyle övünmek gibi insanların üzerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırmak.
4) Öte yandan Allah Sünnetin, Kur’an’ın açıklayıcısı ve müfessiri olduğu konusunda Nahl Suresinde şöyle buyurur: (وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ) “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.”[4]
Bu manayı teyit eden diğer diğer ayet de şudur: (وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ) “Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik.”[5]
5) Kur’an-ı Kerim Resûlüllah’ın emir ve yasaklarına uymayanların, onun sünnetini kale almayanların başlarına bu dünyada bir belanın gelebileceğini, ahirette de amellerin yanması ve can yakıcı bir azapla karşılaşacaklarını bildiriyor. Bela tehdidi içeren birinci ayet şudur: (لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضاً قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذٖينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذاً فَلْيَحْذَرِ الَّذٖينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِهٖٓ اَنْ تُصٖيبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُصٖيبَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ) “Resulün çağrısını aranızda, birinizin diğerini çağırması gibi görmeyin. Aranızdan gizlice sıvışıp gidenleri Allah elbette bilir. Onun emrine aykırı davrananlar başlarına ya bir belânın gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan korksunlar!”[6]
Hz. Peygamber’in dinî emirleri, çağrısı, talebi Allah’ın emri gibidir; çünkü o Allah elçisidir. Birçok ayette ona itaat etmenin Allah’a itaat demek olduğu açıkça ifade edilmiştir. Bu tersine çevrildiğinde şu mana çıkar: Ona itaat etmemek, çağrısına katılmamak, talebini yerine getirmemek Allah’a itaatsizliktir. Hz. Peygamber’in emri Allah’ın emri gibi olduğuna göre ona uymayanların, aykırı hareket edenlerin hem dünyada birtakım belâ ve musibetlerle terbiye edilmeleri hem de ahirette yaptıklarının cezasını görmeleri, ayetten anlaşılmaktadır.[7]
Kur’an’da olsun olmasın Peygamber’in emrine uymayanların, aykırı davrananların amellerinin yanacağını bildiren ayet de şudur: (يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ) “Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.”[8]
Hem bu ayetin hem bir önceki ayetin lafza bağlı yorumundan şöyle bir sonuç çıkarılabilir: Hz. Peygamber’i çağırırken, ona seslenirken, hitap ederken edepli olun, birbirinize hitap ederken kullandığınız şekil ve üslûbu kullanmayın. Kuşkusuz bu yorum, Hz. Peygamber’in sağlığında, onun muhatabı olan ashabına yöneliktir. Kur’an ezeli ve ebedi olduğuna göre onun vefatından sonra ona karşı edepli ve saygılı olmak, onun sünnetine karşı edepli olmak anlamındadır.
Şu halde bir toplulukta Hz. Peygamber’den sahih bir hadis nakledilirken, “Bu benim kafama yatmaz, bu zamanımıza hitap etmiyor, bu Kur’an’a aykırıdır” demek, sesini Peygamber’in sessinden yükseltmek anlamına gelip tam manasıyla bir edepsizliktir. Peygamber’in vefatından sonra birçok âlimin, abdestsiz hadis dersi vermemeleri, İmam Mâlik’in, Mescid-i nebevîde yüksek sesle konuşan Emevî halifesine yönelip, “Rasûlüllah’ın huzurunda yüksek sesle konuşamazsınız ey Müminlerin emiri” diye onu azarlaması bu manayı tasdik ediyor.
6) Bir başka ayette Allah şöyle buyuruyor: (وَأَنزَلَ اللَّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُن تَعْلَمُ) “Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş, bilmediğini sana öğretmiştir”[9] Bu ayetler Sünnetin Kur’an’ın açıklayıcısı ve müfessiri olduğunu, Hz. Peygamber’in (s) Kur’an’ı ümmete tebliğ etmekle yükümlü olduğu gibi vahyin eseri olan Sünneti de tebliğ etmekle yükümlü olduğunu ifade ediyor. Nitekim İmam Şafiî (r.a) “Kitab” ve “Hikmet”in geçtiği ayetlerle ilgili olarak şöyle der:
“Allah ayette kitabı ve hikmeti zikretmiştir. Hiç kuşkusuz kitab Kur’an’dır. İlim ehlinden duyduğum kadarıyla ayette yer alan hikmet Resûlülah’ın (s) sünnetidir. Çünkü önce Kur’an zikredilmiş, hemen ardından “Hikmet” gelmiştir. Allah kullarına kitabı ve hikmeti öğretmekle onlara olan nimetini zikretmektedir. O halde ayette yer alan hikmet Sünnetten başka bir şey olamaz. Çünkü hikmet Kitapla birlikte zikredilmiştir. Diğer taraftan Allah, Resûlüne itaati ve onun emrine ittiba etmeyi farz kılmıştır. Bu durumda, Allah’ın kitabı ve Peygamber’in sünneti dışında hiçbir söz için “Farz” kelimesi kullanılamaz. Zira Allah, Peygamberine iman etmeyi, zatına imanla beraber zikretmiştir.”[10]
Hadisler
1) İmam Şafiî’nin rivayet ettiği ve önem verdiği bir hadiste Resûlüllah (s) şöyle buyuruyor: (يُوشِكُ رَجُلٌ مِنْكُمْ مُتَّكِئًا عَلَى أَرِيكَتِهِ يُحَدَّثُ بِحَدِيثٍ عَنِّي ، فَيَقُولُ : بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ كِتَابُ اللَّهِ ، فَمَا وَجَدْنَا فِيهِ مِنْ حَلالٍ اسْتَحْلَلْنَاهُ ، وَمَا وَجَدْنَا فِيهِ مِنْ حَرَامٍ حَرَّمْنَاهُ ، أَلا وَإِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِثْلُ الَّذِي حَرَّمَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ) “Sizden birisi süslü tahtına oturacak (koltuğuna yaslanacak) da emrettiğim veya yasakladığım bir emirle ilgili hadisim ona gelecek. Adam şöyle diyecektir: ‘Ben bilmiyorum; aramızda Allah’ın kitabı vardır. Yalnız Alah’ın kitabında bulduğumuz emir ve yasalara uyarız’ diyecektir.”[11]
Ebu Davud’un rivayetinde hadisin sonunda Resûlüllah (s), “Bilmiş olunuz ki, Resûlüllah’ın haram kıldıkları şeyler tıpkı Allah’ın haram kıldığı şeyler gibidir” buyurmaktadır.[12] İbn Maceh’in naklettiği rivayette Resûlüllah (s) hadisin başında, (ألا إِنِّي أُوتِيتُ اْلكِتَابَ وَمِثْلَهُ مَعَهُ) “Bilmiş olunuz ki, bana Kur’an verildi; Kur’an’la birlikte onun kadar bir şey daha verildi” buyurmaktadır.[13] Kur’an kadar emir ve yasaklar ihtiva eden şeyden maksat sünnettir.
2) İmam Şafiî’nin [vefatı, H. 204] bu hadis üzerinde durması, Sünneti itibarsızlaştırmak isteyenlerin onun zamanında bile var olduğunu gösteriyor. İmam Suyutî’nin naklettiği bir habere göre bir adam İmam Şafî’nin yanına gelerek, “Hocam, Allah şu konuda ne buyuruyor?” diye bir soru sorar. İmam Şafıî, “Kardeşim, Kur’an bu konuda sükût etmiştir ama Hz. Peygamber’in bu konuda buyruğu vardır” der. Adam, “Ben sana Kur’an ne demiş diyorum, sen bana Peygamber’in buyruğundan söz ediyorsun” der. Bunun üzerine imam Şafiî, (اِنَّكَ رَجُلٌ أَحْمَقٌ وَاللهِ لا أُكَلِّمُكَ أبَداً) “Sen gerçekten ahmak bir adamsın; vallahi bir daha seninle asla konuşmayacağım” der.[14]
3) Hz. Peygamber (s) bir başka hadiste şöyle buyurdu: “Allah’ın beni peygamber olarak göndermiş olduğunun misali şuna benzer: Bir adam bir kavmin yanına geliyor ve onlara, ‘Ey Kavmim, ben düşman ordusunu gözlerimle gördüm. Sizi açıkça uyarıyorum. Kurtulmaya çalışın’ diyor. Kavminden bir grup ona itaat ediyor ve gidip kurtuluyorlar. Bir grup da onu tekzip ediyor ve yerlerinde kalıyorlar. Düşman ordusu da sabah erkenden onları basıp helak ediyor. Bana itaat edip getirdiğim emirlere itaat eden ve bana isyan edip getirdiğim emirleri tekzip edenin misali de böyledir.”[15]
Buna benzer çok sayıda hadis daha mevcuttur. Genel anlamları şöyledir: “Kim bana itaat ederse cennete girecektir. Bana itaat etmeyen cennete giremez. Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş gibidir.” Onun vefatından sonra ona itaat etmek ise, onu sünnetine tabi olmakla mümkündür.
4) Diğer taraftan, Hz. Peygamber’in (s), (صَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي) “(Bana bakın],nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle namaz kılın”[16] hadisi, sünnetin kıyamete kadar yaşayacağını ve Kur’an’ın sükût ettiği yerlerde Sünnetin devreye gireceğini açıkça göstermektedir. Çünkü namazın farz olduğunu emreden ayetler çoktur ama namazların rekât sayılarını ve tahiyyatı açıklayan hiçbir ayet mevcut değildir. Keza zekâtın farziyetini bildiren ayetler çoktur ama koyun ve sığırın zekâtı ile deve ve altın zekâtlarının ne şekilde olacağı Kur’an’da bildirilmemiştir. Aynı şekilde haccın ve Kâbe’yi tavaf etmenin farz olduğunu Kur’an’dan anlıyoruz fakat tavafın kaç şavt olacağını ve haccın diğer birçok menasikini ancak Resûlüllah’ın Sünnetinden anlıyoruz.
Eğer Resûlüllah’ın (s) dine taalluk eden bütün efali, akvali ve herekatı emir ve nehiy niteliğinde vahiy olmasaydı, sahabe-i kiram harfiyyen ona uymazlardı. Nitekim Buhari’nin rivayet ettiği hadiste Resûlüllah (s) altından bir yüzük takıyor. Sahabeler de takıyorlar. Sonra Resûlüllah (s) altın yüzüğü elinden çıkarıp atıyor. Onu gören bütün sahabeler de ellerindeki altın yüzüğü fırlatıp atıyorlar.[17]
5) Bediüzzaman, Tevbe Suresinin 128 ve 129. ayetlerini tefsir ederken 129. ayetin hem ümmete hem Resûl-i Ekrem’e (s) yönelik mesajlar ihtiva ettiğini ifade ederek, önce ayetin ümmete yönelik mesajını özetle şöyle dile getirir:
(لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ … اِلٰى اٰخِرِ) “Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, o size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur” ayeti, Resul-i Ekrem Aleyhi’s-Salâtü ve’s-Selamın ümmetine karşı kemal-i şefkatini gösterdikten sonra, şu (فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ) “Buna rağmen yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter” ayetiyle der ki:
“Ey insanlar! Ey Müslümanlar! Böyle hadsiz bir şefkatiyle sizi irşad eden ve sizin menfaatiniz için bütün kuvvetini sarf eden ve manevî yaralarınız için kemal-i şefkatle getirdiği ahkâm ve sünnet-i seniyesiyle tedavi edip merhem vuran şefkat-perver bir zatın bedihî şefkatini inkâr etmek derecesinde onun sünnetinden ve tebliğ ettiği ahkâmdan yüzlerinizi çevirmek, ne kadar vicdansızlık, ne kadar akılsızlık olduğunu biliniz!”
Keza Peygambere yönelik olarak şu mesajı verir, der ki: “Ve ey şefkatli Resul ve ey re’fetli Nebi! Eğer senin bu azîm şefkatini tanımayıp akılsızlıklarından sana arka verip dinlemeseler merak etme! Semavat ve arzın orduları emrinde olan, arş-ı azamda saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zat-ı Zülcelal sana kâfidir. Hakiki mutî taifeleri, senin etrafına toplattırır, seni onlara dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul ettirir!”[18]
(Devam Edecek)
[1] El-Hakka, 69/44-47.
[2] Tevbe, 9/29.
[3] Araf, 7/157.
[4] Nahl, 16/44.
[5] Nahl, 16/64.
[6] Nur, 24/63.
[7] Diyanet Kur’an Yolu Tefsiri, s. 358, Ankara, 2015.
[8] Hucûrât, 49/2.
[9] Nisa, 4/113.
[10] İmam Şafiî, er-Risale, s.77 vd, Kahire, M. 1979.
[11] er-Risale, s. 89.
[12] Ebû Davud, İmare, 33; İlim, 10.
[13] İbn Maceh, Mukaddime, 2.
[14] Suyutî, Miftahu’l-Cenne Fi’l-İhticaci bi’s-Sünne, s. 11, 2007, Pakistan.
[15] Buhari, Rikak, 26.
[16] Buhari, Ezan, 18.
[17] Buhari, Libas, 45, Mağazi, 73.
[18] Lemalar, 11. Lema, 8. Nükte.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.