
Muhammed Numan ÖZEL
Türklük, Seyyidlik ve Manevi Kimlik Üzerine
Risale-i Nur Külliyatı’yla tanışalı çeyrek asır oldu elhamdülillah. Bu zaman diliminde gençliğimiz Risalelerin talimi ve terbiyesiyle renk aldı. Bir çok ağabeyi görmek ve derslerini dinlemek ve okumalara katılmak nasip oldu. Tahdis-i nimet olarak bunları yazıyorum.
Mektûbat’ta Üstadım Bediüzzaman Said Nursi’nin “Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi)”[1] sözü, geçmektedir. Okurken bazen nasıl çıkar insan etnik kimliğinden diye düşündüğüm olmuştur.
Üstadın Türk kimliği ile İslam arasındaki ilişkiyi sorgulatan derin bir ifadesidir bu aslında. Türklüğü yalnızca etnik bir aidiyetle sınırlamıyor; İslam’ı, Türk milletinin tarihsel ve manevi kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak görüyor.
Peki, İslam’dan çıkmak nasıl Türklükten çıkmaya sebep olabilir?
Bu sorudan yola çıkarak, Bediüzzaman’ın anlayışını hem Türklük hem de Seyyidlik bağlamında ele aldığım bir düşünce yolculuğuna çıktım.
Türklük: Soy ve Anlayışın Buluşmasıdır.
Türklük, etnik soy ile başlar ama İslam ile tamamlanır. Türkler, tarih boyunca İslam’ı sadece bir din olarak benimsemekle kalmamış, aynı zamanda onun bayraktarlığını yaparak kültürlerini ve kimliklerini bu dinle yoğurmuşlardır. Başka dinlere giren Türk toplulukları elbette oldu. Ama asimile olup tarih sahnesinden silinip gittiklerini görüyoruz.
İslamiyet'e giren Türkler Karahanlı’dan, Selçuklu’dan, Osmanlı’ya uzanan bu serüven, Türklüğü İslam ile özdeşleştiren bir anlayış doğurmuş. Bu sebeple “Müslümanlıktan çıkan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır” derken, Bediüzzaman, İslam’ı terk etmenin Türk kimliğinin manevi özünü kaybetmek anlamına geldiğini vurguluyor. Macar örneği ise bu fikri pekiştiriyor: Soy olarak Türklerle akraba olsalar da, İslam’ı benimsemedikleri için Türklükten koptuklarını gösteriyorlar.
Burada soy (etnik köken) ve anlayış (İslam’la şekillenmiş kimlik) arasında simbiyotik bir ilişki var.
Soy, Türklüğün başlangıcı; İslam ise ona ruh katan unsur. İslam’dan çıkmak, biyolojik Türklüğü değil, Türklüğün tarihsel ve manevi anlamını yok ediyor.
Bu, modern etnik milliyetçilikten farklı bir bakış: Bediüzzaman için Türklük, İslam ile anlam kazanan, korunan ve koruyan bir idealdir.
Seyyidlik: Soy ve Maneviyatın Dengesi
Peki, bu mantığı Seyyidlik için de uygulayabilir miyiz?
Seyyidler, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) soyundan gelenler olarak biyolojik bir bağ taşır. Ancak Seyyidlik, sadece soy ile sınırlı mıdır? Bediüzzaman’ın Türklükteki yaklaşımını buraya uyarladığımızda, benzer bir ikilik ortaya çıkıyor: Soy bir nesebî bağ ve maneviyat İslam’ı yaşamaktır.
Soy olarak Seyyidlik, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin üzerinden devam eden bir mirastır. Bu, değişmez bir gerçeklik. Ancak İslamiyet’in vecibelerini yerine getirmek –namaz kılmak, oruç tutmak, ahlâkî ilkeleri yaşamak– bu soya manevi bir derinlik katar.
Eğer bir Seyyid İslam’ı terk ederse, soyu devam etse de, Seyyidliğin Ehl-i Beyt mirasını temsil etme vasfı kaybolur. Bediüzzaman’ın “İslam’dan çıkmak Türklükten çıkmaktır” dediği gibi, Seyyidlikte de “İslam’dan çıkmak Seyyidlikten kopmaktır” denebilir.
Vecibeleri yerine getirmemek ise daha gri bir alan. İnanç devam ettiği sürece Seyyidlik tamamen kaybolmaz, ama zayıflar. Vecibeler, İslam’ı pratikte yaşamanın göstergesi; dolayısıyla, bir Seyyid bunları terk ettiğinde, Seyyidliğin “örnek insan olma” misyonu eksilir.
Tersine, vecibeleri yerine getiren bir Seyyid, hem soy hem de maneviyat açısından bu kimliği tam anlamıyla taşır. Yani, “Vecibeleri yerine getiren manevi olarak Seyyid sayılır” fikri, burada anlam kazanıyor.
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın iki âli var:
Biri; nesebî âl.
Biri de; şahs-ı manevî ve nuranîsinin risalet noktasında âli var.”[2]
Bu sırra işaret ederek manevi olarak insanların Seyyid sayılabileceğini haber veriyor.
Seyyidlikteki soy-maneviyat ayrımını netleştiriyor. Nesebî âl, biyolojik bağ; manevi âl ise risalet yolunu sürdürenlerin dahil olduğu bir kimlik.
Bediüzzaman, manevi âlde İslam’ı yaşamanın ve risalet misyonunu devam ettirmenin önemini vurguluyor.
Soy bir temel, ama İslam’la şekillenmiş anlayış veya vecibelerle tamamlanmış maneviyat kimliği tam hale getiriyor.
Vecibeleri yerine getiren bir Seyyid, nesebî âlden olmasa bile, manevi âle dahil olabilir. Soyu olan bir Seyyid ise vecibelerle bu mirası taçlandırır.
Kimlik ve İslam
Bediüzzaman’ın bu perspektifinden, Türklük de Seyyidlik de soy ile başlar, İslam ile tamamlanır.
Türklükte İslam’dan çıkmak, milletin manevi özünden kopmak; Seyyidlikte ise vecibeleri terk etmek, Ehl-i Beyt mirasını tam yaşayamamak demek. Her iki kimlikte de soy, bir başlangıç; İslam ise bu başlangıca ruh katan unsurdur.
Vecibeleri yerine getiren bir Seyyid, manevi olarak bu unvanı hak eder; tıpkı İslam’ı yaşayan bir Türk’ün Türklüğünü tam anlamıyla taşıması gibi. Bediüzzaman’ın iki âl ayrımı, bu düşüncemi pekiştiriyor: Kimlik, soy ile doğar, ama maneviyat ile yaşar. Maneviyattan kopan hangi etnik kökenden gelirse gelsin o kökenlerine ihanet içinde kendini bulur.
Üstadın Türklükten çıkar sözünü tarihi misyon ve vizyonunu terk eder şeklinde anlamak gerektiğinin altını çiziyorum.
Ne mutlu nefsini ve neslini muhafaza etme gayretinde olana.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.