Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Azizler diyarından ihlâsın zirvesine (2)

Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak bile, biz yine bir ve beraber değil miydik?

Bilmiyorum, mesafe engeline rağmen sizin her sabah Üstad’a; Üstad’ın da, her akşam vakti size ziyaretleri mutat olarak devam etti mi?

Sizin akşamları yaptığınız derslere katılanlar, bambaşka ruhani ve manevi bir haletin hissedildiğini ve çok farklı bir havanın sezildiğini ifade ederler.
Bizi de gönlünüzün ve manevi tasarrufunuzun ziyaretine kabul eder misiniz?
Belki buna hakkımız bile yoktur.

Çünkü sizleri ziyaret edip sohbetlerinizi dinleme imkânımız veya gayretimiz olmadı.
Zaman ve hadiseler, bizlerin elini ve kolunu nasıl da bağlamıştı.
Şimdi belki bazı şeylerin farkına vardık, bu sefer de sizleri bulamadık.

Biliyorum, sizin Üstad'ın yanında çok ayrı bir yeriniz ve kıymetiniz vardı.
Hatta Risale-i Nur'da geçen bir çok temsilin askerlere hitaben yazılmasının da manevi bir vesilesi siz ve sizin gibi bu hizmete büyük bir fedakarlık ve samimiyet ile bağlanan Re'fet ve Asım Beyler gibi kahraman askerlerdi.

Barla Lahikası'nda geçen ve size hitaben yazılan bir mektupta, Üstad'ımız bu durumu ifade etmiyor muydu?
''Ben Sözler'i yazarken, ihtiyarsız olarak ekser temsilat, şuunatı askeriye nevinden zuhur ediyordu. Ben hayret ediyordum. Neden böyle yazıyorum, sebebini bilmiyordum. Sonra hatırıma geldi ki; belki istikbâlde şu Sözler'i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı cân edecek, en mühim talebeler askeriyeden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum. İşte mağrur olma, şükret; sen o askerlerden bahtiyar birisin ki, evvel yetiştin.''

Bu gerçekten çok güzel bir mazhariyet ve büyük bir müjdeydi.
Eğirdir’den Barla’ya tam altı sefer gitmiş ve hasretinizi dindirmeye çalışmıştınız.
Fakat bu hasret diner miydi?
Hayır.

Dünyada bu hasreti dindirme imkanı yoktu.
Daha dönüş yolunda iken, kalbinizi büyük bir hasret kaplıyor ve dönüp yeniden görüşmek iştiyakını bütün şiddetiyle hissediyordunuz.

Tayininiz Konya’ya çıkarılınca da, işte bunun için istifa etmek istemiştiniz.
Beşerin yaptığı zulümler, çoğu zaman yeni hizmet kapılarını açmıyor muydu?
Sonra yeni mekanlar, yeni insanlar ve yeni fütuhat kapıları açılıyordu.

Yıllar sonra sizi çok üzen, dilhun eden bir imtihanın içinde bulmuştunuz kendinizi.
Sizi, görevli olduğunuz askerlerin başında, Dersim'de işlenen feci ve dehşetengiz cinayetin bir parçası haline getirmek için görev verdiklerinde, ne kadar üzülmüş, ne kadar da kederlenmiştiniz.

Muhakkak ki orada Allah'ın yardımı ve inayeti ile bu büyük katliamın bir parçası olamayacak ve bir şekilde, bu büyük tertip ve cinayetten en temiz bir şekilde sıyrılmak için bir yol bulacaktınız.

Rahim ve Hafiz olan Rabbimiz, elbette sizleri muhafaza edecek, rikkatli kalbinizi mecruh bir hale getirmeyecekti.
Bunun büyük sıkıntı ve ızdırabını yaşadığınız günlerdi.
Bu dönemde Kastamonu'da sürgünde bulunan Üstad'ınıza ulaşmak için de o günlerde bir imkan bulamamıştınız.

Belki de bu elim hadiseyi kağıda nasıl dökeceğinizin sıkıntısı, size çok acı verdiği için, eliniz bir türlü kaleme gidememişti.

Fakat çok müşfik, sizi çok seven ve sizinle çok alakadar olan Üstad, bu durumu hissetmiş ve size çok muhteşem, sizleri çok rahatlatan bir haber göndermişti.
Üstad'ın aziz kardeşi ve o zamanlar Ürgüp Müftüsü olan Abdulmecid vasıtasıyla size ulaştırılan mektup, tam da Dersim'e yola çıkmak üzere olduğunuz bir sırada elinize ulaşmıştı.

"Hulusi`nin bir gailesi var, diye hissediyorum. Merak etmesin. Risale-i Nur`un şakirdlerine inayet ve rahmet, nezaret ve himayet ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevap verir, geçerler; o musibetlere karşı sabır içinde, şükür ile, metanetle mukabele edilmek gerekir. Hem o, hem sizler, bütün dualarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz."(Kastamonu Lahikası)

İşte bu mektubu alınca ne kadar sevinmiş ve ruhunuzda ne kadar büyük bir huzur hissetmeye başlamıştınız.

Hatta duygularınızı bir sohbet esnasında Ahmet Feyzi Kul'a şu şekilde açıklamıştınız:
''Yani, bana dünyayı verselerdi, o kadar bir sevinç duymazdım. Bana öyle bir emniyet hâsıl oldu ki... Öptüm, başıma koydum, sonra koynuma yerleştirdim. Elhamdülillah. Yine de kimseye bir şey söylemedim. Verilen vazife gayet çetin ve mutlaka ağır, kanlı bir vaziyete girmesi muhtemel. Cenâb-ı Hak, öyle sıyânet (hıfz, muhafaza) etti—elhamdülillah—öyle sıyânet etti ki, kirlenmeden o badireden kurtardı, tertemiz. Çetin vazife içinde, eli bulaştırmak ihtimali var, sonra da mesul mevkide.''(Ahmet Feyzi Kul'un oğlu Yaşar Kul)

Görevli olduğunuz bölgeye gitmiş, orada muhatap kılınmak istediğiniz hiç bir kimse ile karşılaşmamış, elinizi de hiç kana bulamadan geri dönmüştünüz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum