Barla’daki Sevgiliye Mektuplar-4

Sırrımı verdim karanfil yüzlü sevdiceğim Barla’ya "Barla’daki Sevgiliye Mektuplar-4"

Sırtımı verdim Seyda’ya sır veren Gelincik Dağına.
Sırrımı verdim karanfil yüzlü sevdiceğim Barla’ya.
Oturdum da Barla denizine karşı, Nuh’un Gemisini gözledim ufuklarda.
Ah ne çok özledim ben karanfil yüzlü yarı.
Ah Barla’ya sözledim ben şu yangın yeri varlığımı.

Şimdi sözlüm gelir.
Şimdi Nuh’un gemisi ufuklarda bitiverir bir karanfil misali.
Ah o karanfil yüklü Barla götürür beni Zübeyirlere, Tahirilere, Uzak Ülkelere…

Dedim, şimdi çok uzaklarda kelepçe misali hislerimi birbirine kilitleyen yanlarım.
Dedim, şimdi çok yakınlarda beni Seyda’ya, beni sevdaya düşüren Barla.
Dedim, şimdi hemen şuracıkta, yanı başımda Barla’nın Oğulları, arı beyleri, arı, diri, duru gönüllü Zübeyirleri, Ceylanları, Sungurları hemen şuracıkta.

Bu sevda, bu Seyda, bu Barla bukağılı yüreğimi daha ne kadar prangalayacak bilmiyorum.
Tabut gibi taşıdığım şu bedenim toprağa ne zaman düşecek, bunu da bilmiyorum.

Toprağından köklenmiş ağaçlar gibi kuruyorum, nerede şimdi kalemi ormanlar olan Hafız Ali?
Susuzluktan solmuş çiçekler gibi kalbime düşüyorum, nerede şimdi Üstadsızlıktan şiir şiir sayfalara düşen Hasan Feyzi?
Eskimiş evler gibi dökülüyorum, nerede şimdi çil çil altınlar misali risaleleri başak veren Hüsrev Efendinin kalemevi.

Yatağını yitirmiş sular gibi azalıyorum, halbuki bu ırmaktan Fakazlılar, Ceylanlar ne çok su içmişti.
Şimdi acılar berkitilmiş düşlerim beni kan uykularına çağırıyor.
Bir yandan ölümü bekliyorum, bir yandan uykulardan bir doğum bekliyorum.
Bu dünya, bu sevda beni öldürüyor.
Bu Seyda, bu Barla beni tekrar tekrar dünyaya getiriyor.
Hey Barla, beni aşka çağırma.
Aşka geldim buldum kocaman bir dünya.

İçimde bir kan uykusu, kan uykusunun içinde bir rüya tufanı var.
Rüyalarda Nuh Peygamberden kalma tufanlar yaşıyorum.
Bedenim dünya, ruhum Nuh’un gemisi; gemiye doğru koşuyorum.
Belki gemiye binerim, belki kurtulurum bu tufandan, diyorum.
Oysa sen ırlamırlam bu tufanda hiç tufana tutulmuyorsun.

“Sen” dediğimde, her şeyin “sen” olduğunu zannediyorum.
Gördüğüm her şeyi “sen” sanıyorum.
Öyle ki senden başka hiçbir şey görmüyorum, göremiyorum.

Bir teni eviren, çeviren, deviren sesini bir kemankeşin taksimi gibi duyuyorum rüya önsözünde.
Sesini duyunca, yüzünü görünce özüm güneş yemiş kayalar gibi ufalanıyor.
Dalından düşmüş yapraklar gibi sema ede ede sesinle beraber içime düşüyorum.
Sesin bir süvari; süvariler kalbimden damarlarıma doğru koşuyor.
Albay Hulusiler, Binbaşı Asımlar, Yüzbaşı Re’fetler böyle koşarlardı sana?

Bir şiir yazıyorum sana rüya tufanında nal sesleriyle.
Hallaç gibi kendime yıkılıyorum defalarca seni çağrıştıran bir ses duyduğumda.

İlk mısradan sonra bıçak gibi kesilen şiirce, rüya girişleri yaşıyorum.
Rüyalarımın kanı oluyorsun koştuğum koştuğum ellerimde beyaz mendillerle.
Ellerimde karanfiller, karanfiller, karanfiller…
Ellerimde Azralar, Meyralar, Verdalar…
Ellerimde…
Her rüya yorgunluğunun ardından aşk kıvamında teslimiyetler ve karanfil rengindeki dirençler beni senin hayaline hazırlıyor.

Elimde bir sıcaklık duyuyorum; uyanıyorum.
O zaman anlıyorum Barla Denizine karşı karanfil kokulu çaylar içerken uyuyakaldığımı.
Bakıyorum, tufan bitmiş.
Bakıyorum, rüya bana bir çıkış, bir fetih ve füruç vermiş.
Hayaline hazırım, hadi keşfet, al götür beni diyorum kendi kendime.

Sesim Barla’da yankılanıyor.
Karanfil yüklü Barla kıyıya yanaşıyor.
Vazgeçtim senden ey karanlık yüzlü dünya…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum