Ahmet AY
BDP, PKK ve topuz...
Silahlar konuşmaya başlayınca insanlar susarmış. İşte yine sustuğumuz bir döneme giriyoruz. Çünkü biliyoruz, konuşsak da pek fayda etmeyecek. Konuşsak da hiçbir şey değişmeyecek. Böyle zamanlar kulakların kapandığı zamanlardır ve maalesef herkesin dilinde öfke ile terdad ettiği gibi; “Sözün bittiği yerlerdir.” Sözü yeniden başlatabilmek için herkesin yeterince yorulması ve savaşmaktan yeniden bıkması beklenir. Savaştan bıkılınca, akan kandan mide bulanınca nihayet yeniden konuşmaya başlanılır ve o zaman çözüme dair adımlar atılabilir.
Büyük umutlarla başlamış bir açılım süreci, tarafların her ikisine de saygı göstermeyen bir terör örgütü tarafından acımasızca baltalandı. Tam bizler konuşmaya başlamışken söze kanla karışan bu üçüncü şahıslar, ne amaca hizmet ettiği belli olmayan kanlı eylemlere giriştiler. Onların uyandırdığı bu öfke yüzünden ne söz kaldı, ne de sözcülerin kıymeti kaldı. Kulaklar kapandı. Öfke, önce kulaklara vurur çünkü. Beyne ve kulaklara... Ve bütün hisleri belirsiz bir süre için duyarsızlaştırır. Göz bakar görmez, kulak duyar ama dinlemez, dil tadar ama hissetmez. Öfkenin böyle körleştirici bir etkisi vardır. Ve öfke, aynı zamanda empatisiz insan olma halidir. Empati yapmayı bırakan insanlar hep öfkeli gezerler. Öfkeli insanlar da empatiyi hiç sevmezler. Bu böyle sürer gider. Olansa; empatik sorgulamaları sürdürenlere olur. Onlar hep dışlanırlar, onlar hep karalanırlar, onlar hep “garip” kalırlar.
Açılım süreci, büyük umutlarla başlatılmış bir süreçti. Hâlâ da son bulmuş değil. Fakat hakikat o ki; tekrar aynı düzeyde konuşabilmek biraz zaman alacak. Peki, bu noktada sorumlu kim? Hükümet mi? Bunu söylemek imkansız. Çünkü süreç boyunca ulusalcı ve milliyetçi kanalın zehir gibi eleştirilerine katlana katlana meseleyi bu noktaya kadar getirdiler. Emekleri görmezden gelinemez. Toplumun içinde bu sürece fren olmaya çalışan sadece PKK değil ki. Bir onlar varmış gibi konuşmayalım. Daha konuşmaya başladığımız ilk günlerde, bu diyalog çabalarının boş olduğunu ve hatta hainlik olduğunu dile getirenler hep oldu.
Peki, PKK süreci böyle kanlı eylemlerle sekteye uğratmakla kime yardım etmiş oldu? Elbette yine bu kesime... Ne kadar tuhaf. Sanırım bu azılı düşmanların birbirlerine yaklaşmasına daha çok şahit olacağız. Zaten Ergenekon soruşturmaları çerçevesinde de görüyoruz ki; bu “iki milliyetçiliğin” kuyruğu birbirine bağlı. Birine bastığınız zaman, diğerinden de ses geliyor.
Bu süreçte iki çift kelam da BDP’ye etmek lazım. Onlar acaba gerçekten bu meselenin çözümünü istiyorlar mı? Doğrusu son olayların ardından buna kimseyi inandıramazlar. PKK’nın onlara vurduğu en büyük darbe de bu oldu sanırım. Şu noktadan sonra kimse BDP’yi dinlemez, dinleyemez. Çünkü etkili olduklarını vaadettikleri alanda hiç de etkili olmadıkları görüldü. Siyasi kanadı gibi davrandıkları gruba hiçbir sözlerinin geçmediği aşikâre ortaya çıktı. Eh, onlardan bağımsız ve tamamen sivil bir duruş da ortaya koyamadılar. O vakit PKK ile birlikte onlara da kulakların kapandığını söylemek yanlış olmaz. PKK, BDP’yi de kendi elleriyle bitirdi.
Zaten BDP’nin en büyük hatası budur ki; asla tamamiyle sivil olamadı, silahla bağını koparamadı. Halbuki halk adına çözüm arayışı içinde olanlar; Bediüzzaman’ın çok yerlerde musırrane tekrar ettiği gibi “topuzu bırakmış” olmalı değiller miydi?
Ben, Bediüzzaman’ın yüzde yüz sivil mücadelesini tarif ederken; “Elimizde nur var, topuz yok” benzeri ifadeleri sıklıkla kullanmasını pek manidar bulurum. Hatta orada “kılıç” değil de “topuz” ifadesini kullanmasını da ayrıca manidar bulurum. Ki normalde, askerî veya siyasî figürleri ifade ederken biz hep “kılıç” kelimesini kullanmaya eğilimliyizdir. Fakat Bediüzzaman, eserleri boyunca bunu kılıçla değil, ona göre kontrolü daha güç olan “topuz” silahıyla tesmiye eder. Zira topuz güçlüdür, ağırdır ve idaresi müşkül bir silahtır. Orduda en babayiğitler ve güçlüler ancak topuzu kullanmaya cesaret edebilir. Zayıflar onu kullanmaya kalkınca, bırakın düşman öldürmeyi, pek kolay düşmanlarına hedef olabilirler.
Belki de Bediüzzaman, sivil güçler dışındaki bütün güçleri böyle “topuz” olarak tesmiye ederken, onların, işte yaşadığımız süreçte olduğu gibi kontrol edilmesi çok zor araçlar olduğunu da vurgulamak istiyordu. Kim bilir? Belki içerisinde böyle bir vurgu da barındırıyordu bu terminoloji... Hakikaten de görüldüğü gibi elinde hem sivil kaygıları, hem de topuzu tutmaya devam edenler bu millete yarar değil, habire zarar veriyorlar. Çünkü topuz bu, ağır bir silah bu, söz dinlemiyor. Bugün seni yaralıyor, yarın onu... Ve olansa hep elinde nur taşıyanlara oluyor. Şimdi bekle ki, tekrar öfkeler dinsin, insanlar konuşabilecek seviyeye gelsin. Yazık oluyor hem kaybedilen canlara, hem de kaybedilen zamana... Allah, Türklerin ve Kürtlerin ehl-i insaf olanlarına kuvvet versin. Bu süreç en çok bizim imtihanımız.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.