Bediüzzaman Hazretlerinin hayatından vefa örnekleri
DKM Üniversite seminerlerinde bu hafta “vefa” konusu işlendi.
Diyarbakır Kültür Merkezi Üniversite seminerinde bu hafta “Vefa” konusu Ömer Faruk Alakuş tarafından sunuldu. Alakuş konuyu şu başlıklar altında inceledi: “Vefa Kavramı”, “En Büyük Vefa” ve “Kudsi Vefa Örnekleri” Başlıklardan bazı notlar şöyle:
Vefa Kavramı
Vefa lügat anlamıyla sevgiyi ve dostluk bağlılığını sürdürme, yapılan iyiliği unutmama, değer bilme, kadirşinaslık, verilen söze bağlı olma anlamlarına gelir. Peygamberimiz Aleyhissalatü Vesselam, vefanın imandan olduğunu buyurmuşlardır.
Günümüz toplumunda hızlanan hayat gibi, ilişkiler de hızlandı ve yüzeyselleşti. Deruni duyguların paylaşıldığı, fedakârlıklar üzerine kurulu dostluklar yerini zaman geçirme, yalnızlığını giderme, sıkıntıdan kurtulma gibi basit amaçlar seviyesine indirgendi. İnsanlar birbirleriyle ihtiyaçları nispetinde ilişki kurar hale geldi. Beşeri münasebetler bu ilişkiden nasıl menfaat devşirebilirim minvalinde yürüyor, ince hesaplar yapılıyor, insanlar kendi menfaatlerine bakıyor ve menfaat ortadan kalktığında ilişkiler de hiçbir şey yaşanmamış gibi rafa kalkıyor. İşte bu noktada Hutbe-i Şamiye’de Müslümanların geri kalışına sebep olarak gösterilen hastalıklardan sonuncusu olan menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek maddesinin asrımızda güncelliğini koruduğunu ve vefasızlığın madenlerinden biri olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Üstad hazretleri bu menfaat-i şahsiye meselesinin ecnebilerin zararlı seciyelerinden biri olduğunu ve menfaat-i şahsiyesini düşünüp nefsî nefsî demekle bin adamın bir adam hükmüne sukut edeceğini söylüyor. İnsanın fıtraten medeni olduğunu ve ebna-i cinsiyle mülahazaya mecbur olduğunu söyleyen üstad, yalnızca şahsi menfaatini düşünen birinin insanlıktan çıkacağını ve masum olmayan canavar bir hayvan olacağını söylüyor.
Paylaşılan şeyler arttıkça, ortak noktalar arttıkça vefa duygusunun güçlenmesi ve vefa için gösterilen hassasiyetin artması gerekir. Hele ki paylaşılan şeyler manevi şeylerse, ulvi bir amaca hizmet için bir araya gelinmişse, bir şirket-i maneviyenin etrafında toplanılmışsa vefa daha da bir anlam kazanır. Ortak noktaların çokluğu ufak tefek hataları görmezden gelmeyi gerektirir. Bir göz hatrına çok gözler sevilir hakikatince, dostumuzla veya hizmetteki kardeşimizle paylaştığımız ortak duygular, bizce uygun olmayan davranışlarına galip gelmelidir, onları örtmelidir. Üstad Hazretlerinin deyimiyle; asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terketmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadakatın şe'nidir.
Vefanın önemli bir diğer alanı da eşler arasında vefa ve sıla-i rahimdir. Üstad Hazretleri Aile hayatının saadetinin samimi, ciddi ve vefadarane hürmetten ve şefkatli, fedakarane merhametten geçtiğini söylemiştir. Sıla-i Rahime gelecek olursak, Başta anne baba olmak üzere akrabalarla irtibatı sürdürmek, zor durumlarda destek olmak vefanın gereğidir. Ana-babanın çocuklarına yaptığı ihsanata, fedakarlığa bedel evladın da onlara karşı hürmette kusur etmemesi vefadandır. Nitekim ana-baba hakkı Kuranda “onlara öf bile demeyiniz” gibi ayetlerle koruma altına alınmıştır. Ayrıca Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın “Cennet, anaların ayakları altındadır” buyurmuş olması, ana-babaya itaatin ve onlara hürmetin ne denli önemli olduğunu gösterir. Risale-i Nurda da Üstad Hazretleri, pederine isyan edenin ve onu rencide edenin insan bozması bir canavar olduğunu söyler. Akrabalar içinde, Ana babanın en hakiki dost en sadık muhib olduğunu söyler. Çünkü ana babadaki şefkat duygusu çıkarsız, menfaatsiz, hesapsızdır.
Ahde vefa söylediği sözün ardını düşünmek verilen sözün gereğinin yerine getirmektir. Her verilen sözün bir ağırlığı olduğunu düşünmek, hamasi sözlerden kaçınmak ahde vefaya riayet noktasında önemlidir. Çünkü hesap gününde sadece yaptıklarımızdan değil, verdiğimiz sözlerden de hesaba çekileceğiz. (İsra34) Bakara suresinde asıl takvanın ne olduğundan bahsedilirken, verilen ahidlere vefa göstermek de müttakilerin özellikleri arasında sayılmıştır. (Bakara 177)
En Büyük Vefa
Vefanın ne olduğundan bahsederken, verilen söze bağlı olma, kadir kıymet bilme gibi manalarından bahsetmiştik. İlk önce Cenab-ı Allaha karşı olan ahdimize vefa kısmına değinelim. Cenab-ı Allah vermiş olduğumuz ahdimiz aslında alem-i ervahta başlıyor. “Ben sizin rabbiniz değil miyim? Sorusuna ademoğlunun cevabı; “Evet sen bizim rabbimizsin biz buna şahit olduk” şeklinde olmuştur. Her ne kadar şimdi hiçbirimiz bu verdiğimiz sözü hatırlamasak da, ahiret günü Cenab-ı Allah’ın bize bunu hatırlatması ilminden uzak değildir. Ayrıca Kur’an da geçen bu sözleri, Peygamber aleyhissalatü vesselamın “Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar, sonradan anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar” hadisi destekler niteliktedir. Demek ki Cenab-ı Allahın Rablığını insan olarak bir kabul edişimiz var. Eğer bunu kabul etmişsek insan olarak yaşayışımız da ona paralel olmalıdır. Kişi insan olarak dese ki biz bu sözü hatırlamıyoruz, dolayısıyla sorumlu değiliz; ki bu da imtihanın bir parçasıdır. O halde Müslüman olarak kelime-i şehadette verdiğimiz söz; her gün ibadetlerimizde okuduğumuz ayetler bizi bağlayacaktır. Korktuğumuz, çekindiğimiz, acaba ne derler diyeceğimiz, insanlara karşı olan tutumumuz; dünyevi nahoş hadiselerin altında ezilirken ümitsizlik bataklığına düşmemiz, Acaba ne olacak deyip kullara bel bağlamamız. Allahtan başka ilah yoktur, sözünün apaçık bir ihlalidir. Yine Fatiha’da her gün defalarca okuduğumuz “iyyake na’budu ve iyyake nestain” ayetinde verdiğimiz söze vefa gösteremediğimizin bir göstergesidir.
Allah’a karşı vefada ikinci önemli şey aslında verdiğimiz ahidin eylemsel olarak yansımasıdır. Yani verilen nimetlere bilfiil şükretmemizdir. En büyük hediyesini varoluşla alan, türlü türlü cihazlarla donatılan insanın, sahip olduğu bu nimetler için şükretmesi vefanın gereğidir. “Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkar edersiniz” ayetinde olduğu gibi şükürsüzlük nimetleri tekzib ve inkar olarak değerlendirilebilir. Hele Müslümanlar olarak bizler iman gibi iki cihan saadetine vesile olacak bir nimete sahip olduğumuzdan bu nimete karşı vefayı ibadetlerle ve Müslümanca bir yaşamla, Allah’ı razı ederek göstermeliyiz. Zira iman etmek Allah’la ahitleşmektir. Ahirzaman fitnelerinin en üst düzeyde olduğu bu zamanda Risale-i Nur gibi bir nimetle şereflenen bizler; bu iman hakikatlerine vefamızı sarsılmaz bir sebat ve sadakatle nurun hizmetinde bulunarak, başka mürşidler, başka bürhanlar aramayarak gösterebiliriz. Kısacası En büyük vefakarlık, kulun kulluğunu bilmesi, kendisini sınırsız nimetlerle donatan Rabbini tanıması ve onun emirlerine itaat etmesidir.
Kudsi Vefa Örnekleri
Güzel ahlakın her şubesinde olduğu gibi vefa noktasında da başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlığa örnek olacak en önemli şahsiyet Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselamdır. Onun hayatında vefayla ilgili bize örnek olacak olarak nice durum vardır. Biz burada birkaçından bahsetmeye çalışacağız.
Peygamber aleyhissalatü vesselam ahde vefa konusuna çok dikkat etmiş, Verdiği sözleri hep yerine getirmiş ve randevularını hiç aksatmamıştır.
Bir gün Resulullah aleyhisselatü vesselamla ticaret yapan Abdullah b. Ebu Hamza ticaretin bedeli olan parayı resul-i ekreme (a.s.m) vermek için ona gideceğine dair söz vermiş ve sözünü unutmuştu. Daha sonra Hz. Peygamberin (a.s.m) kendisini bekleyeceği yere gittiğinde O’nu hala kendisini bekliyor buldu. Hz. Peygamber (a.s.m) üç gün aynı yerde buluşma vaktinde onu beklemiştir.
Peygamber aleyhissalatü vesselam akrabalarına karşı da oldukça vefalıydı. 6 yaşında annesini kaybettikten sonra amcası Ebu Talibin yanında kalan Peygaberimiz, büyük ölçüde onlara yük olmamaya çalışmış çobanlık yaparak amcasına yardımcı olmuştur. Hz. Hatice ile evlendikten sonra da maddi olarak nispeten iyi durumda olduklarından Hz. Alinin bakımını üstlenerek amcasına destek olmuştur. Amcasının ahiretine de faydalı olmak için uğraşan peygamberimiz amcasına defalarca tebliğde bulunmasına rağmen maalesef onun hidayetine vesile olamamıştır. Hatta bu yoğun çabalarından ötürü “Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir” ayetindeki uyarıya mazhar olmuştur.
Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam ümmetin kadınlarına da vefalı idi. Doğumunda ilk bir hafta kendisini emziren Süveybe Hatun’la ömrü boyunca ilgilenmiş, hatta Medine’ye hicretinden sonra sürekli hediyeler ve selam göndermişti. Yanında kaldığı amcası Ebu Talibin eşi Fatıma Hatun, peygamberimizi çocuklarından hiç ayırt etmemiş, hatta çoğu zaman çocuklarından üstün tutmuştu. Müslüman olarak Medine’ye göç ederken vefat eden bu kadın için, Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam, kendi gömleğini kefen yapmış, naaşını mezara kendisi indirmiş, bir süre de yanında kalmıştır. Neden böyle yaptığını soranlara da “O benim annemdi, Kendi çocukları aç durur, suratlarını asarlarken o, önce benim karnımı doyurur, saçımı tarardı” demiştir. Yine kendisine küçük yaşta hizmet eden “annemden sonra annem” dediği dadısı Ümmü Eymeni her fırsatta sormayı ihmal etmemiş, “Cennet ehlinden biriyle evlenmek isteyen ümmü eymenle evlensin demiş” ve Onun Hz. Zeyd bin Harise ile evlenmesine vesile olmuştur.
Siyer-ün Nebi bu anlattıklarımız gibi nice vefa örneğiyle doludur. Şimdi üstad Bediüzzaman Hazretlerinin hayatından bazı vefa örneklerine değinelim.
Bir gün çay kaşığı kırılır ve talebe ağabeyler de kırılan çay kaşığını tamir ettirmez ve yeni bir çay kaşığı alırlar. Buna karşılık üstad “Kardeşim o kaşık bana 40 yıl hizmet etti. Ben kaşığımı isterim” diye sitem eder ve çay kaşığı hemen tamir ettirilir. Yine bir gün üstadın tahta kaşığı kırılır ve işe yaramayacağı düşünülerek çöpe atılır. Üstad hazretleri yine talebesine sitem ederek “Bunu nasıl yaptın? Beni 30 yıllık arkadaşımdan nasıl ayırırsın. Hemen bul ve getir” der. Kaşık bulunur ve tamir edilir, üstad hazretleri yemeğinin onunla yemeye devam ederek ulvi bir vefa ve sadakat dersi verir.
Üstad Barla’ya sürgün edildiğinde kaldığı evin hemen yanında bulunan ve yıldız sarayına değişmem dediği çınar ağacına olan vefası da dikkate değerdir. Yaklaşık 8 yıl kaldığı Barla’da evinden ağaca giden bir yol ve ağacın üstünde bir kulübecik yapar. Kulübecik ve ağaç üstadın hususi zikirlerini yaptığı, dualarını ettiği, tefekkür ettiği bir mekan olur artık. Üstad hazretleri sürgün ve hapislerle Barla’dan ayrı kaldığı yaklaşık 20 yılın ardından geri döndüğünde kendisine hizmet etmiş bu ulu çınarın yanına varır, talebelerini gönderir ve ağaca sarılarak ağlar ve hasret giderir. Yani Üstad Hazretleri, Bizim çok kıymetsiz gördüğümüz bir çay kaşığından, kesmekten imtina etmediğimiz ağaca kadar hukuku olan her şeye vefa gösterir.
Üstad hazretleri Kastamonu’ya sürgün edildikten sonra da ilk sürgün yeri olan Barla’da ona hizmet eden talebelerini unutmaz. Sık sık kendileriyle mektuplaşarak haberdar olur ve onlara olan hitabında aziz, sıddık kardeşlerim hitabına ek olarak vefadar kardeşlerim diye seslenir. Yine eski talebelerinden Bu noktada müfritane irtibatın da vefaya hizmet eden önemli bir iş olduğunu söyleyebiliriz.
Üstad Hazretlerinin talebelerinden Abdülvahid Tabakçı anlatıyor: “Bediüzzaman Hazretleri, Kafkasyalı ve Tatar olduğumuz mevzu bahis edildiğinde bana çok iltifat etmişti ve şöyle demişti: ‘Ben Tatarları beş vakit duama dahil etmişim. Bir zamanlar esarette iken, Kosturma’da iki ihtiyar Tatar kadını bir küçük pencereden benim yiyeceğimi getirip, bana yardım ediyorlardı. Belki de onlar, benim kurtulmama, Risale-i Nur Külliyatını yazmama vesile olmuşlardı. Bütün Tatar kabilelerini beş vakit duama dahil etmişim. Hatta 1948’de bana zehir veren Afyon Savcısı da tatardı. Abdülvahid, sen neredeyse onu bul, mektup yaz. Cehennemin azaplarını çekeceğimi bilsem, ondan hak talep etmeyeceğim. Hakkımı helal ettim.” Demiştir. Bir insanın yapmış olduğu bir iyilikten dolayı onun bütün milletini dualarını ortak etmek ancak Bediüzzaman’a has bir vefa örneğidir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.