Bediüzzaman, İhvan-ı Müslimin'i dua ve medihle alkışladı

Bediüzzaman, İhvan-ı Müslimin'i dua ve medihle alkışladı

Bugün yazarı Hüseyin Yılmaz, İslâm ülkeleri için tek çıkış yolunun İttihad-ı İslâm olduğunu söyledi

Risale Haber-Haber Merkezi

Hüseyin Yılmaz'ın yazısı:

Bıçak ağzı kadar keskin, ateş kadar yakıcı mevzular vardır... Fakir için, İslâm dünyâsı ile Batı, o mevzuların mühimlerinden.... Zirâ, yarım asrı aşan ömrümde öğrendiklerim ve yaşadıklarım, bu iki hasım güç arasında bir asır öncesine kadar karşılıklı bir düşmanlık varken, “tuhaf” ve “garip” benzeri hiçbir kelime ile izah edilemeyecek bir istihâle ile bu kavganın birincide, ikinciye karşı duyduğu haysiyet kırıcı aşağılık kompleksi ile aptalca bir muhabbete yerini bırakmasına rağmen, ikincisinde birinciye karşı daha alçak, daha dessas ve daha dişice lâkin daha kuvvetli bir düşmanlığa bıraktığını gösteriyor.
 
İslâmiyet, doğuşu itibariyle son din olduğundan, ister istemez karşısında iki hasım güç bulmuştu: Yahudilik ve Hıristiyanlık... Dinlerini bozulmuş ve hükümsüz ilân eden  Kur’an ve müntesiblerine karşı eski bu iki dünyânın takındığı hasmâne tavrı, târihin seyri, iflâh olmaz bir düşmanlığa çevirir. Kendi aralarında kavgalı olmalarına rağmen İslâmiyet karşısında her zaman aralarında su sızmaz iki müttefiğe dönüşen muharref bu iki inancın mensûbları, asırlar boyunca İslâmiyet karşısında ecel terleri dökerler. Emeviler, Abbasiler, Endülüs, Selçuklu ve Osmanlının tebliğ ve fetih sahası coğrafyalarını korumak için kurdukları ittifaklar, tertib ettikleri Haçlı orduları İslâm hisarının karşısında asırlar boyunca hep acı mağlubiyetlerle bozguna uğrar.
 
İslâm dünyâsının zaman zaman iç meseleleri olsa bile küfür âlemi karşısında ağaçları iç içe geçmiş kesif ormanlar gibi müttehid  durmaya, yaklaşık bin yıl muvaffak olur. Bu bin yıl Batıya tek hakikatı öğretir: İslâm dünyâsının uhuvvet ve birliğini bozmadan savaş meydanlarında galip gelmek mümkün değildir...
 
Bir taraftan İslâm dünyâsının galibiyetine esas teşkil eden maddî güçlerinin ana unsuru ilmî inkişafları büyük bir gayretle kendi topraklarına taşıyıp üzerine yeni inşâlarda bulunurken, beri taraftan asıl güçleri olan inanç ve ahlâklarını dehşetli bir dessaslıkla bozmaya çalışır. Asırları bir kaç satırla özetlemenin güçlüğü ortada... Ve Batı 16. Yüzyıldan beri sahnelemek için alt yapısını kurduğu büyük plânını artan bir hızla tatbike koyulur. Nihâyet birinci Cihân savaşından mağlûb ve dağılmış çıkan İslâm dünyâsını, dinmez bir gayz ve büyük bir keyifle parseller.
 
Milliyetçilik adı altında İslam ülkelerine saldığı ırkçılık hareketleri ile sadece dilleri farklı bütün Müslüman kavimlerini birbirileri ile kanlı bıçaklı düşmanlar haline getirmekle kalmaz, yarım asır fiilî bir işgal, sonrasında ise kıyamete kadar sürmesini arzu ettiği bir mânevî esâret altına alır. Görünürde bu hükmün tek istisnası var: Türkiye... Ama hakikat çok daha acıklıdır: Türkiye’yi hepsinden daha korkunç, daha dessas ve daha tehlikeli bir plânla Lozan’da bütünüyle satın almıştır. Görünüşe göre hür, ama gerçekte bütün değerleri tahrîb edilmiş, devlet eliyle bütün mefâhiri red edilip düşman mevkiine konulmuş zavallı, beyninden ve göbeğinden esaret altına alınmış, İslâm ülkelerinin tamamına düşman, satılmış bir ülke...
 
Bediüzzaman ve muasırlarından üç beş kişinin kendi zâviyelerinden başlattığı İslâmî hareketler; bu rezil, bu haysiyet kırıcı tabloyu değiştirmek için canla başla, hayatlarını ortaya koyarak, yaklaşık bir asır kendi ülkelerinde düşman addedilme pahasına çalışarak elde ederler. Kolay olmaz şübhesiz... Türkiye’deki dessasane hâkimiyetinin riske girdiğini hissettiği vakitlerde Batı, ya bir askerî darbe, ya da zındıkâne müdahâlelerle Müslümanların önünü keser. Son muvaffak olmuş hamlesi, merhum Erbakan’ı hedef alan 28 Şubat şenaatıdır.
 
Sonrasında AK Parti iktidarı başlar. Önceleri onlara da öncekilere oynadıkları oyunu oynayarak dost ve müttefik ayağıyla rabt-ü zabt altına almaya çalışırlar. Ama kaderî tecelliler artık maksadlarına hizmet etmemektedir. Ne Erdoğan seleflerine benzemekte, ne de Türkiye artık eski Türkiye’dir. Yarım asır başarıyla sahneledikleri darbelere müracaat etmek isterler, fakat yeni kadroların îmân ve ferâseti buna da müsaade etmez. Ergenekon ve Balyoz dâvâları, Batının alçak maşası darbe ve askerî vesayeti kullanılamaz hale getirir.
 
Türkiye’de bunlar yaşanırken, bunlara paralel olarak İslâm dünyâsının en dikkate değer ülkelerinden Mısır’da da Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin zaman zaman dua ve medihle alkışladığı İhvan-ı Müslimin de büyük mesafeler kat etmiş ve Arab Baharı denen Batı tezgâhının tam da ortasında iktidara yükselmiştir. Üstelik İhvan’ın Cumhurbaşkanı Mursi ile Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın elleri çabucak birbirilerine uzanmış ve bir daha açılmamak üzere kenetlenmiştir.
 
Gidişat ve yakın gelecek tahminleri, İngiliz ve İsrail güdümündeki Hırıstiyan ve Yahudi dünyâsına eski korkularını yaşatmaya başlar ve bu gidişatı mutlaka durdurmak için daha kuvvetli ve hızlı harekete geçerler.
 
Gezi denen mel’anet tertib, kimsenin şübhesi olmasın ki, bu habis maksadı devşirmek için ceddimizin iflâh olmaz bu eski düşmanlarınca plânlanıp sahneye kondu. O en tehlikeli gecede binlerce twit mesajı atarak Erdoğan’ın bu tertibi bozması gerektiğini, bunun ağaç veya park meselesi olmadığını sabaha kadar anlatmaya çalıştım.
 
Şükürler olsun ki, mü’min ferâseti baktığı yerde aynı şeyleri görüyordu ve Erdoğan ekibiyle birlikte bu alçakça oyunu boşa çıkardı. Fakat Mısır hazırlıksızdı ve hazırlıksız oluşunun bedelini maalesef ağır ödüyor.
 
Yine de aksine ihtimal vermeyen kuvvetli ümidim odur ki, Mısır’da da yakın ve orta vadede kaybeden Batı ile satılmış uşakları Sisi ve ekibi olacaktır. İhvan, meydanlarda döktüğü kanın bedelini dünyevî ve uhrevî bir saâdetle kazanacaktır. Ve Mısır ile Türkiye’nin eli, bu zor günlerin samimi dostluğu gereği öyle bir birleşecek, kenetlenecek ki, bundan sonra artık hiçbir güç, hiçbir dessaslık bu kenetlenmeyi çözemeyecektir.
 
İslâm dünyâsının bu iki ülkesini iki ülkede tek ruh gibi kenetleyecek ve kuvvetli birlikleri, İttihad-ı İslâm’ın kuvvetli bir çekirdeği olarak boy atacaktır.
 
Ve her zamankinden daha çok, daha müslimce ve daha büyük bir uhuvvet içinde çalışmamız gerekiyor. Asıl ve büyük hedefin Türkiye olduğunu unutmak büyük ve tehlikeli bir gaflet olur...
 
Üstad yerden göğe kadar haklı:
 
“Azametli, bahtsız bir kıt’anın; şanlı, tâlihsiz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâmdır.”