Bediüzzaman ile görüşen son şahitlerden Hilmi Çelik vefat etti

Bediüzzaman ile görüşen son şahitlerden Hilmi Çelik vefat etti

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun

Risale Haber-Haber Merkezi

Bediüzzaman Said Nursi hazretleriyle görüşen son şahitlerden, hava astsubayı iken ordudan ihraç edilen Hilmi Çelik vefat etti. 

Risale Haber'e konuşan oğlu Ahmet Çelik, Hilmi Çelik ağabeyin Isparta'da Bediüzzaman Hazretlerinin ziyaret ettiğini söyledi. Ahmet Çelik, cenaze namazının bugün ikindi namazında İstanbul'da Eyüp Sultan Camiinde kılınarak Eyüp Sultan mezarlığına defnedileceğini açıkladı.

Hattat Muhsin Demirel'in kayınpederi de olan Hilmi Çelik, terzilikle uğraşıyordu.

RİSALE-İ NURLA VE BEDİÜZZAMAN'LA GÖRÜŞME

23 Haziran 1937’de Aydın’ın Karacasu ilçesinde doğan Hilmi Çelik, 1955 yılında Gaziemir Hava Okulu’ndan Jet Makinisti olarak mezun oldu. Türk Hava Kuvvetleri Balıkesir 9. Ana Jet Üssü’nde Astsubay olarak yaklaşık 8 sene vazife yaptı. 1962 yılında Risale-i Nur dersleri nedeniyle açılan davada, mahkeme beraat verdiği halde, Ordu’dan ihraç edildi. Daha sonra İstanbul’da hayatını esnaflık yaparak idame ettirdi. Nuran Demirel, Hasan, Zehra Alemdar ve Ahmet Said isminde 4 çocuk babasıdır.

Hilmi Çelik ağabey, Risale-i Nur’la tanışmasını ve Bediüzzaman Hazretleriyle görüşmesini şöyle anlatmıştı:

Risale-i Nur’ları tanımam; bir rü’ya-yı sadıka ve Tarihçe-i Hayat eseriyle oldu. 1956 yılında Balıkesir’de 9. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda Makinist Astsubay olarak bulunuyordum. Genç denilebilecek yaşta, bir gün, şöyle bir rüya gördüm: “Sahabeler atlar üzerinde, harbden geliyorlar ve bana incir ağacının altında bir zâtı işaret ediyorlar.” Bu rüyayı gördüğümde daha Üstad Hazretlerini tanımıyorum.

Bu rüyadan 1-2 hafta sonra, Astsubay arkadaşım Necdet Fırat, bana merhum Eşref Edib’in “Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı” eserini okumam için verdi. Kitabı mütalaa ederken; Üstad’ın Fatih Camii’nde çekilmiş resmini görünce, rüyada işaret edilen zâtın, O olduğunu anladım.

1958 Haziran ayında, Üstad’ı ziyaret etmeye karar verdim. O günkü şartlarda, bir kamyona binip Bolvadin’e vardım. Fakat Isparta’ya oradan da vasıta yok. Bu sefer taksi ile Çay İstasyonu’na giderek, gece saat 2’deki trene yetiştim. Isparta’ya vardığımda, ikindi vaktiydi. Bana verdikleri adres, Saray Oteli altında Nuri Benli’nin dükkanı idi. Nuri Benli Ağabey’in dükkanına indim, selam verdim. Daha ismimi bile sormadan: “Neredesin kardeşim, ağabeyler seni almaya geldiler” dedi. Benden önce Tahirî ve Sungur Ağabeyler gelmiş. Ben geç kalınca gitmişler. “İkindiden sonra, Üstad kabul etmiyor” dedi. Vakit yolda geçtiği için o gece orada kaldım. Fakat Üstad’a soracaklarım vardı. 

O zamanlarda Risale-i Nur’un mesleği ve onun tarikat hakkındaki hükümleri bizim dünyamızda tam tavazzuh etmemişti. Hususan Balıkesir tarikat ehlinin çoğunlukla bulunduğu bir yerdi ve Nur Talebeleriyle münasebetleri çokça oluyordu. Ben de Üstad’a tarikat meselesini soracaktım.

Ertesi sabah Üstad Hazretleri’nin kaldığı eve gittim. Kapıyı çaldığımda Zübeyir Ağabey çıktı. “Kardeşim, Üstadımız çok hasta, ziyaretçi kabul etmiyor.” dedi. Sonra yukarıya çıktı, indi. “Seni talebeliğine kabul etti, dedi.” Ben o anda, gayri ihtiyarî ağlamaya başladım. Zübeyir Ağabey şefkatinden, dur kardeşim ben seni Üstad’la görüştüreceğim” dedi. Ceylan Ağabey bir kamyonet bulmaya gitmiş, Üstad Barla’ya gidecekmiş. Ben 50 metre ileride bekliyordum ki; Üstad kapıya geldi ve beni işaret ederek yanına çağırdı. Hemen koştum, gittim. Elini öptüm ve sarıldım. Sarılınca Üstad Hazretleri “Maşaallah Kardeşim.” dedi. Şefkatli bir tarzda eliyle başımı alnıma kadar sıvazladı. 

Üstad’ın ifadelerini bazen anlıyordum, bazen Zübeyir Ağabey anlatıyordu. Nereden geliyorsun? dedi. Üstadım Balıkesir’den geliyorum, dedim. Muzaffer Erdem, Tabancalı Hüseyin, Ömer Alaçam ve Balıkesir’deki Ağabeylerin selâmlarını söyledim. “Ve aleyküm selâm” dedi. “Nerelisin” dedi. Aydınlıyım dedim. Aydın’a gideceğimi söyledim.
O zaman dedi ki: “Zübeyir, bu Aydın Hapishanesi’ne gitsin, dört Mehmedleri ziyaret etsin, onlara selam söylesin, merak etmesinler ilk celsede çıkacaklar.” dedi.

O zaman Risale-i Nur davası nedeniyle Terzi Mehmet, Keresteci Mehmet, Otelci Mehmet, Sarraf Mehmet isminde dört Mehmetler hapishanedeydi. 

Tam o sırada Ceylan Ağabey üstü açık ve kapısız bir kamyonetle geldi. Üstad Hazretleri’nin eşyalarını uzun bir sepete koymuşlardı, Zübeyir Ağabey onu arkaya yerleştirirken, bana da bir urgan vererek, Üstadın oturacağı sağ tarafa tutunması için bağlamamı söyledi. Bu arada, Üstad Hazretleri 18 yaşında bir delikanlı gibi çevik bir şekilde koltuğa oturdu ve bağdaş kurdu. Bir yandan ipi bağlamaya çalışırken, diğer yandan da Üstad Hazretleri’nin yüzüne dikkat ediyordum. Sağ tarafında beni vardı. Çok zayıftı. Yüzündeki kılcal damarlar sayılabiliyordu, sanki içinde elektrik varmış gibi parlıyordu. Bu halet içindeyken, Üstad eliyle işaret etti. Ben de ipi bağlama diye anladım ve bıraktım. Oysaki Üstad Hazretleri yüzüne baktırmıyormuş. Zübeyir ağabey geldi, benim ipi bağlayamadığımı görünce, kendisi bağladı. Üstad Hazretleri ile birlikte Zübeyir ve Ceylan Ağabey böylece Barla’ya gittiler.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum