Bediüzzaman Türk milliyetçisi midir?

Eskiden müsamerelerin vazgeçilmezleri arasında ‘sanat sanat için midir yoksa toplum için midir?’ tartışması vardır. Yekten söze girecek olursak tabii ki Bediüzzaman Türkleri zatından dolayı değil ama hizmet ettikleri amaç için sevmektedir. Ya da dolaysız bir biçimde ifade edecek olursak; Bediüzzaman Türkleri İslam’a hizmetlerinden dolayı sever ve sevmiştir. Bu hizmetleri  Türklerle İslam alemi arasında sevgi köprüsünü teşkil etmektedir. Elbette bu hizmet severlikleri de mayalarındaki güzelliklerden dolayıdır.  Lakin İslam’la alakası olmayanlar Türkleri ya kafatasçılıktan dolayı sever ya da nefret ederler. İşte günümüzde bunlara ulusalcılar deniliyor.

Türk ve Kürt ulusalcıları Bediüzzaman’ı Kürtçülüğe mal etmek istemişler ve dolayısıyla Türkler lehinde o kadar şahadetini ve tanıklığını görmezlikten gelmişlerdir.  Halbuki, Bediüzzaman Türklere insaf etmiş ve tarih aynasında onların hizmetlerini gördüğü ve tarihin her karesinde onlarla karşılaştığı için onları ebedi değerler adına sever. Bunda kuşku yoktur. Bu anlamda dindar milliyetçi Türkler de Bediüzzaman’ı tanıdıkça Türkçülüklerini tashih etmişler ve onu doğru bağlamına yerleştirmişlerdir. Sözgelimi Ali İhsan Yurt gibi dindar Türk milliyetçileri Beriüzzaman’ı anlamış ve sevmişlerdir. Çünkü Bediüzzaman, Kürtler ve Türkler arasında yabancılaşmayı değil Kur’an ifadesiyle tanışmayı ve kaynaşmayı (tearüf) esas almaktaydı. Zira Bediüzzaman Türklere objektif bir gözlükle bakabilmiştir. Onun objektif gözlükle bakmasına neden olan inandığı değerlerdir. Müküslü Hamza gibi ilk talebelerini ırkçılık rotasında ve noktasında irşat etmiş ve onu caddeyi sevaba yani doğru yola isal etmeye gayret etmiştir.

Türkü işlevselliğinden dolayı değil de mücerret kafatasından dolayı sevenler veya nefret edenler (iki tarafın da dinden uzak ulusalcıları) Bediüzzaman’dan hazzetmezler.  Onu ayrıştırıcı ve asimilasyoncu projeleri önünde bir engel olarak görürler. Bediüzzaman Kürtçülerin ayrıştırıcılıklarına ve Türkçü ulusalcıların da asimilasyoncu yaklaşımlarına mesafelidir. Aksine, Bediüzzaman farklı fizikler arasında köprüler kurmaktadır.  Kaynaştırıcıdır. Türk ve Kürt ulusçuları nafile bir biçimde Bediüzzaman’ı Kürtçülüğe mal etmek istemişlerdir. Böylece  ezberlerini yıkan Bediüzzaman'ı müşevveş hale getirmek istemişlerdir.  Halbuki, Bediüzzaman fiziken Kürt olsa da metafiziki anlamda Kürtçü değildir.  O dindar bir Müslümandır.

*

Bediüzzaman’ı Kürtçülüğe mal etme gayretlerini bilmekle birlikte hayatımda ilk defa olarak Bediüzzaman’ı Türk milliyetçisi olarak tanıtan ve bağlamda tasnif eden birisine rastladım. Neşe Düzel’in Pazartesi Konuşmaları bağlamında konuştuğu Cihan Tuğal şaşırtıcı hatta hayret verici bir değerlendirmede bulunuyor. Cihan Tuğal, Neşe Düzel’e konuşurken bir ara şunları söylüyor: ”Zaten geç Said-i Nursi’de de Türk milliyetçiliği vardır. Said-i Nursi, Kürt milliyetçiliğinden ümmetçiliğe değil de, Türk milliyetçiliğine kaymıştır. Gülen, bunu iyice milliyetçileştirdi. Nurculuğu daha Türk milliyetçisi hareket haline getirdi…” Bu kesinlikle sığ bir bakış açısının ürünüdür. İslam tarihini ve bu tarih içinde Türklerin rolünü anlamadan Bediüzzaman’ın bakış açısını anlamak asla kabil ve mümkün değildir. Cihan Tuğal’ın buna ne ufku ne de birikimi yeter. 

Kimileri İki Mekteb-i Müsibetin Şehadetnamesi  gibi ilk devre kitaplarında Bediüzzaman’ın Kürt milliyetçiliği yaptığı kanaatindedirler.  Onlara göre, daha sonra cumhuriyet döneminde bu eserler yeniden neşredildiğinde gözden geçirilmiş ve Kürtçülük ihsas ettiren ibareler kaldırılmıştır. Öyleyse Bediüzzaman, Kürtçülükten Türkçülüğe kaymıştır! Cihan Tuğal, Bediüzzaman’ın Türkçülük uğruna ümmetçiliğe bile veda ettiğini söylüyor! Bunu söyleyen zatın Risale-i Nurlara vukufiyetinde kesin bir sorun vardır. Ya da Risale-i Nur kendisine açılmamıştır. Zira, Bediüzzaman’ın bu konulardaki yaklaşımını anlamak için çapraz okumalar yapmak gerekir. Bunun için Risalelerde, Araplar ve Türklere atfettiği önemi görmek lazım. Bunu gören Bediüzzaman’ın ümmetçilikten Türkçülüğe kaydığını söyleyemez. Aksine, Bediüzzaman ümmetçi olduğundan dolayı Türkleri sever. Zira ümmete en fazla hizmet eden milletlerin başında Türkler gelmektedir.

*

İkinci olarak,  müşterek bir devlet olan Osmanlı döneminde kullanılan bazı kavramlar ulus devlet modeline ve aşamasına geçildikten sonra terk edilmiş ve Bediüzzaman da dönemin hassasiyeti gereği bazı kavramları kullanmaz hale gelmiştir.  Bu meselenin özüyle alakalı değildir, katiyetle konjonktürel bir durumdur. Bediüzzaman en zor dönemde ve Osmanlı parça parça olurken bile vefakar bir biçimde Türk kardeşlerine sahip çıkmış ve onların hukuklarını korumuştur. Eserleri de bunun tanıklığını ihtiva etmektedir. Ama ülkemizde bilen de bilmeyen de yani ağzı olan konuşuyor kalemi olan yazıyor. Akademisyen bolluğu olduğu bir dönemde de herkes uzman kesildi. Önüne gelen ahkam kesiyor. Bediüzzaman’ın Türkçü yapılması da bu garabetlerden birisidir.

Bediüzzaman fiziğin inkar edilmediği ama aynı zamanda fiziğin parçalamadığı bir ortak kimyayı esas almıştır. Bu kimya iman kardeşliğidir. İman kardeşliğini ve Müslüman uhuvvetini dile getirmiştir. Zira, Kur’an ‘inneme’l müminune ihvetün’  diyerek sadece müminleri yani inananları kardeş kılmaktadır.  Mümin olarak bunun tersini yapması Kur’an-ı tekzip etmek anlamına gelirdi. Kısaca, dinle barışık olmayan Bediüzzaman’la da barışık olamaz ve onu anlayamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum