Afife ARTIK
Bediüzzaman ve Dünya Barışı panelinden notlar
Bursa’da hamiyetli ve vefalı Nur Talebeleri Üstadlarının dünyaya sunduğu çözümü aralarında müzakere etmek ve dünya barışının kotlarını Risalelerden ilmî olarak ortaya koymak içim Bursa’da bir araya geldiler.
Madem ki konu “Dünya Barışı” idi elbette dünyanın meselesi idi ve ancak dünyaya açılarak müzakere edilmesi gerekirdi ki maksada hizmet edebilsin. Evet panelistlerin itina ile seçilmiş olması da bize bu harika hassasiyeti gösteriyor. Hele ki İslamın ezeli düşmanı olan İngiltere’den katılan ve 1975 senesinde Müslüman olan Mr. Colin Turner farklı tarzı ile panele bir zenginlik katıyordu. Doğrusu onun rahat ve fıtrî tarzından ve kendini ifade etmekteki rahatlığından bir kez daha gördüm ki bu toprakların insanı çok cenderelerden geçirilmiş. Olduğu gibi olmaktan korkutulmuş ve görüntüde bir kalıbı korumaya adeta sürüklenmiş. Tabi bu ayrı bir yazının konusudur biz panele devam edelim.
Panelden aldığım notlardan dikkatimi çeken noktaları madde madde sizinle paylaşmak isterim. Kendi nazarımla değerlendirdiğimden size safi olarak panalistlerin düşüncelerini aktarabileceğimi vaad etmiyorum. Risale Haber’de panalistlerin konuşmalarının bir özeti için tıklayınız. İnşallah her bir konuşmacının da metinleri yayınlanır ve istifadeye açılır. Ben daha çok kendi istifade ettiğim noktaları kendi penceremden ifadelendirerek[i] sizinle paylaşmak istiyorum işte başlıyorum:
- Acz ve fakrı merkeze koyarak Allah’dan yardım isteyen ve iktidarı hayatın merkezine taşımayan bir insan modeli ortaya çıkmadıkça barış konusunda belimizi doğrultmamız mümkün değildir.
- Risale-i Nur şia ve selefi çatışmasını da bertaraf ederek Müslümanları birleştirmiştir.
- Hakikati kimse inhisar altına alamaz. Barışa mani olan “hakikat sadece benim mesleğimdedir” iddiasında bulunan Müslümanların tavrıdır.
- Dünya barışına Bediüzmana kadar orijinal bir yaklaşım tarihte -asr-ı saadet müstesna- görülmemiştir. Barışın temeli Bediüzzaman’a göre budur: insan hakiki insan olursa dünya barış ve huzur içinde olur. insanı insan eden de imandır. Hatta insanı sultan da eder. Avrupa medeniyetinin esasları insanı hayvanlığa eviren esaslardır. Bediüzzaman bu beş menfi esası tesbit etmiştir. Bunlar: kuvvet, menfaat, cidal, menfi milliyetçilik yani; unsuriyetperverlik, nefsin hevesini tahrik ve tatmin. Bu esaslar insanı ahlaken hayvanlaştırır. İslamın esasları ve dolayısı ile dünya barışının müessisi olacak esaslar ise bunlardır: hak, fazilet, teavün, heva yerine Hüda, nefsin arzularını gemleyip ruhu ali gayelere sevk etmek. Bu esaslar umumi selameti temin eder ve Batı bunu almaz istemez. Neden? Çünkü Batı hariçten saldıran düşmana karşı müdafaayı değil kendine hiç zararı olmayanlara tecavüz ederek kendisi onlardan menfaatlenmek esasını takip etmiş ve diyor. İşte dünyanın hali.
Bir çiftçi domates tohumu ekip de patlıcan beklemiyor da biz nasıl olur bu beş menfi esası ekip dünya barışı bekleyebiliyoruz? Bunlar Avrupa’nın üzerine müesses olduğu esaslardır amma bizim bir mümin olarak kendi hususi alemimizi hangi esaslar üzerinden idare ettiğimize da bakmamız gerekir. Zira bu beş menfi esas ne yazık ki Müslümanların arasında da kanser gibi dolaşmaktadır. Teşrik-i mesai edemediğimizin sebebi de bu değil mi?
- Dünya barışının ilk defa gündeme gelmesi, meleklerin Cenab-ı Haktan istifsarlarıdır şöyle ki: “وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ[ii]” yani; biz ilk defa meleklerin dilinden öğreniyoruz ki, insan yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek. Buna rağmen neden yaratıldığının cevabı ise işte Rabbimizden bu şekilde nazil oluyor: “وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ[iii]
Bu meseleden anlıyoruz ki; bizim insanlık olarak dünyada barış içinde yaşamamız ve birbirimizi incitmemiz ancak Esma talimi ile yani; Allah’ı isimleri ile tanımak ile mümkündür ve bunun yolu da enede gizlidir. Kendimize ait olduğumuz safsatasından kurtulup Allah’a ait oluşumuzu kabul ederek Allah’ı isimleri ve sıfatları ile tanıyabilir ve kainatı da Allah’ın sanatı olarak değerlendirebiliriz. Böylelikle insan kardeşlerimizi kucaklamak mümkün olacaktır.
- Çam Dağı’nda yalnızlığa itilen bir insan orada vuhuş ile ünsiyet etmesi bize barışın temelinde yatanın ne olduğunu bildirmiyor mu?
- Kalbi ölü olan bir insan kainatı ölü zanneder. Bizim medeniyetimiz kalb medeniyetidir. Akılla hareket bizim fıtratımıza münasib düşmez. Ancak kalbdeki imanın nuru ile nurlanan bir akıl bize hakikati gösterebilir. Ve bir akıl da yeterli değildir. On akılla düşünmek ve yirmi göz ile bakmak ihtiyacımızdır ve bunun yolu Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine, dolayısı ile bir bine olan Ümmetin şahs-ı manevisine dahiliyet ile olabilir. Şahs-ı manevinin teşkili ise ihlas iledir.
- Su, Hüda’dan gelir ise secayay-ı hasene neşv-ü nema bulur. Su, hevadan gelirse secayay-ı şerriye neşv-ü nema bulur.
- Ağır ekonomik şartlar dünya barışını olumsuz etkilemektedir. Bir insanın ekmeğini, evini, itibarını elinden aldığınızda artık barıştan ve huzurdan bahsedemezsiniz. Kendisini kendisine ait zanneden bir anlayış sadece kendi çıkarları için dünyayı sömürerek barışı baltalamaktadır.
- Bediüzzaman, manevi hastalıkları teşhis edip tedavisine çalışır ki, dünya barışı da bununla mümkündür. Dünyanın her yerinde Risale-i Nur’u okuyarak manevi hastalıklarından şifa bulan insanlar vardır ve bu insanlar dünya barışının müessisi olacaklarını ve “Allah’ın nusreti ne zaman” diyenlere “pek yakın” lisan-ı hal ile dediklerini görüyoruz.
- Bediüzzaman Risale-i Nurların bütün dünyaya gönderilmesi için ilk çalışmaları kendisi bizzat yapmış ve talebeleri ile çeşitli ülkelere Risaleleri göndermiştir. Hem de o ülkelerde söz sahibi olan alimler ve idarecilere göndermiştir.
- Mekke döneminde Resulullah Aleyhissalatü Vesselam silahlı mücadele etmedi. Bunu iyi tahlil etmemiz gerekir. Ve Risale-i Nur’un dahili cihadını ve müsbet hareketini bu çıkış noktasından anlamlandırabiliriz.
- Müslümanlar maddeten geri kaldıkları için dünya insanları diyor: “acaba bu dinde insanı dünyadan alıkoyan bir şey mi var ki böyle oluyor? Dünyadan el etek çekenlerin dini midir? Diye sorgulamaya giriyorlar. Bu nedenle bizim maddi olarak da ilerlememiz gerekir. Fakat bu maddi ilerleyişin temelinde sağlam bir iman zemini, kalb nuru ve enenin doğru kullanımı olmalıdır ki Müslümanca olsun.
- Medenilere galebe çalmak ikna iledir. Zorla dünyayı Müslüman yapmak gibi bir gaye olamaz. Bu dinin güzelliklerini yaymak ile tebliğde bulunacağız.
- Bediüzzaman bir ayrım getirir: “dahil ve hariç” dahilde mücadele ancak lütuf ile ıslaha çalışmaktır. Bir mümin kardeşimizin hatasına karşı ona saldırmak değil (zaten ona mütecaviz dinsizler saldırırlar biz ise o mütecaviz dinsizlere yardım hükmüne geçen bir iş yapmamamız iktiza eder) lütuf ile onun islahına çalışmamızı Risale-i Nur bize ders vermiştir.
- Mütecaviz olmayan dinsizler için de Cehennem ve sakar kafidir. Bize hacet yok. Sadece mütecaviz dinsizlere karşı bir tavrımız olabilir o da tedafüdür. Yani; ilmen meseleleri izah etmek ve batıl fikirlere pirim vermeden hakkı savunmak ve haktan yana olmayı sürdürmektir.
- Adalet-i mahzaya dayanmak ehemmiyet arz eder. Birinin hatası ile bir başkası mesul tutulamaz velev ki akrabası, arkadaşı, iş ortağı olsun.
- Bediüzzaman ile bir empati yapmaya çalışırsak onun ve davasının büyüklüğünü fark edebiliriz. Beni yirmi bir kere zehirleseler, zindandan zindana öldürebilmek arzusu ile sevk etseler, elimden Kur’an’ımı, baş ucumda asılı ayet levhalarımı alsalar ve beni kimse ile görüştürmeseler, vatanım ve akrabalarım ve dostlarım ile rahat mektublaşmama bile izin vermeseler halim ne olur? evet, şimdi bir de bu mülahaza ile Üstada bakalım ve soralım; derdi ne idi ve hali nice hal idi? Ve o, bu hal içinde nelere muktedir oldu? İşte Bediüzzaman ve işte davası ve işte ihlasının kuvveti. Şimdi de kendimize sorabiliriz: biz aynı davanın adamı mıyız? Biri gözümün üstündeki kaşı hatırlatsa ne yapıyorum? Enenin tılsımından haberdar mıyım? ihlas ve uhuvveti berzahta mı yaşamayı düşünüyorum? Ve ila ahirihi sualler…
Dünyaya yayılması için evvela bu hakikatlerin Müslümanlar arasında yaşanır kılınması gerekir.
- Biz Risale-i Nur ahlakı ile ahlaklanalım ki (yani serapa Kur’an ahlakı ile) dünya da bu hakikatleri görsün ve talip olsun. Bizler mazhar olamayıp memer olmaya devam edersek bu hakikatler dünyaya taşınamaz. Problem Kur’an güneşinde ve ondan lemean eden Risale-i Nur’da değil bizim ayinelerimizde. Biz ayinelerimizi temizlemeliyiz, bu zamanın memesinden emdiğimiz süt bekli de bir çaba ile burnumuzdan gelmeli ki ya da burnumuzu sümkürmek kolaylığında mimsiz medeniyetin fantazilerini silip atıvermeliyiz ki Kur’an hakikatlerini yaşayabilelim. Memer olmaktan kurtulup mazhar olalım.
- Risale-i Nur ile alakalı olan sohbetler nübüvvet nurunun inikas ve insibağına mazhar olduğundan inşallah bu sohbetimiz de istifade ve istifazaya medar olmuştur.
Evet; sizinle bu notları paylaşırken bir daha fark ettim ki bu panel inşallah dünya barışına çok hizmet edecek. Demek Risale-i Nur öyle bir iksiri daha doğrusu öyle bir nübüvvet nurunu içinde taşıyor ki Türkiye, İngiltere ve Ürdün’den gelen ve bir tek hakikatten bahseden ve bu nedenler de konuşmaları aynı maddeler içinde ittifak edip birbirine destek veren ve birbirini nakzedecek bir tek kelam bile etmeyen bu muhteram zevat bu içtima ve ittifakları işe isbat etmişlerdir ki dünya barışını Risale-i Nur tesis etmiş ve ediyor ve edecek. Biz kendi alemlerimizde ne kadar onun hakikatlerini diri tutup kendimiz de onunla dirilir isek işte dünyada da o kadar barış hakim olacak biiznillah. Ve bizler de Elhamdülillah haza min fadli Rabbi diyeceğiz. Biz demesek inşallah torunlarımız diyecek.
Panelde emeği geçen bütün fertleri tek tek tebrik ediyor ve dünya barışının tesisinde hayırlı ve bereketli faaliyetlerinin devamını temenni ediyorum. Panalistlere de ayrı ayır teşekkür ederim. Hepsinin isimlerini zikretmedim ki panelle alakalı diğer haberlerde vardır ve benim kırık dökük tabiratım onlara atfedilip de incinmesinler. Mesela burun sümkürmek gibi bir tabir asla kullanılmamıştır. Benim bu mimsiz medeniyetin içimizde sebeb olduğu zulümlere olan nefretimden gelen bir tabir olmuş.
Orada olmadığımız halde oradakinden daha konforlu olarak paneli takip etmeme vesile olan Risale Haber’i de tebrik ediyorum Allah hayırlı faaliyetlerine bin bereket versin amin.
[i] Kıymetli panalistlerin üslub ve ifadelerinin orijinalerini muhafaza etmediğimden müsamaha ile bakmalarını umuyorum. Elbette “ben onu demedim” itirazlarına da açık olduğum ifade etmek isterim.
[ii]“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” Bakara, 30 (2\30)
[iii] “Ve Ademe bütün esmayı ta'lim eyledi, sonra o âlemîni melâikeye gösterip «Haydin davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin» buyurdu” Bakara 31 (2\31)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.