Bediüzzaman ve Muhammed Arkun

Ulemanın Muhammed Arkun’la ilgili mütalaları ve değerlendirmeleri menfidir. Muhammed Said Ramazan el Buti onun klasik Mutezile ekolünden daha ileride bir modernist çizgiyi temsil ettiğine inanmaktadır. Tunus’lu Abdulfettah Moro da onunla ilgili bir suale şöyle cevap vermiştir: ”Müslüman halkların onu anlaması ve maksadını tanıması gerekir.” Abdulfettah Moro’nun bu sözlerinden ne anlamak gerektiği pek açık değil. Lakin genel anlamda Muhammed Arkun’un, Batılı ve rasyonalist değerler üzerinden İslam’ı yargıladığı söylenebilir.

Faslı ilim adamlarından Muhammed el Beriş, Arkun hakkında müstakil bir kitap kaleme almıştır. Söz konusu kitabında, Arkun\'un müdürü olduğu İslam Enstitüsünün Yahudi çevrelerce finanse edildiği belgeleriyle ortaya konulmaktadır. Bu enstitüye Yahudilerin süzgecinden geçmeyen bir adamın kazara da olsa adım atması mümkün değildir. Onların tezkiyesinden geçmeyen birisi oraya giremez. Muhammed Arkun elbette Yahudi değildir, ama Yahudi çemberi içinde yaşamış, büyümüş birisidir. Müdavele-i efkar sırasında Muhsin Abdulhamid konuyla ilgili şu değerlendirmede bulunuyor: "Arap aleminde bunların piyasaları kesat. Kimse onlara itibar etmiyor. Yüzüne bakmıyor. Kur\'an ve sünnete bağlı olarak bizler ise o çevrelere yaramayız. Onlar gelmiş geçmiş müçtehidleri, mütefekkirleri sıfırlamak istiyorlar ve ceffel kalem (bir kalem darbesiyle) onları reddediyorlar. 14 yüzyıllık birikimi ellerinin tersiyle itiyorlar. Şahrur gibi bir elektrik mühendisi hepsinin üzerine bir çizgi çiziyor..." Muhammed Said Ramazan el Buti\'ye göre Kur\'an\'ın çağdaş okuyucularından Muhammed Şahrur, Yahudi çevrelerin bir imalatı ve eseri. Muhsin Abdulhamid de Faslı Muhammed el Beriş\'e atfen aynı şeyleri Muhammed Arkun için söylüyor. (http://www.yeniasya.com.tr//2005/07/28/yazarlar/mozcan.htm)' Bu zevatın piyasalarının kesat olduğunu İlhami Güler Hoca da doğrulamıştır.

Bununla birlikte yine de Bediüzzaman ile Arkun arasında bazı karşılaştırmalar yapmak mümkün.  Bu karşılaştırmayı bana Ankara İlahiyat Fakültesinden İlhami Güler Hoca ilham etti. Kendi açısından Bediüzzaman da kayda değer fikir hamulesi hatta kırıntısı bulamasa ve Taha Abdurrahman’la kıyas etmese de aslında Muhammed Arkun ile ilgili anlattıkları ışığında Bediüzzaman ile Arkun arasında bile bazı benzer noktalar keşfetmek ve yakalamak mümkündür. Bu karşılaştırmayı  üç noktada yapabiliriz.

Artuklu Üniversitesinin himmet ve gayretiyle 05-08 Mayıs 2011 tarihleri arasında Van’da düzenlenmiş olan Çağdaş Arap Düşüncesi çalıştayında bir tebliğ sunan İlhami Güler Hoca’nın  Muhammed Arkun ve benzerleriyle ilgili anlattıkları, Bediüzzaman ile Arkun arasında bir mukayeseye imkan vermektedir. Elbette bu mukayese kısmi olacaktır.  İlhami Güler Hoca, Muhammed Arkun’un İslam’ın teolojik ve siyasi otoritesini tanımadığını ama gönüllülük esası üzerine müesses bir otoriteyi tanıdığını söylemiştir. Biraz farklı da olsa aslında Bediüzzaman da benzerini söylemektedir.  Elbette ki Bediüzzaman, Arkun’un teolojik otorite dediği şer’i otoriteyi tanımakta ve buna saygı duymaktadır. Şer’i otoriteyi iltizam etmektedir.  Bundan hiç şüphe duyulamaz. İkinci olarak, Bediüzzaman elbette ki yine şer’i şerif bağlamında İslami siyasi otoriteyi de tanır. Bu bağlamda, Muhammed Arkun’dan ayrılır. Arkun Hazreti Peygamberden sonraki dönemin kutsileştirilmemesi gerektiğini söyler ve sahabe dönemini ve sonraki dönemleri model almaz.  İslam tarihi için genel anlamda 'de secration' yöntemini kullanır ve bu bağlamda İslami geleneği bir bütün olarak küdsiyetten arındırır. Bu manada Ali Abdurrazık’ın daha geniş yüzüdür. Halbuki, bütün müçtehitler, özellikle sahabelerin ittifak ettikleri konuları dikkate alırlar. Ve sahabe dönemi de Asr-ı saadet içinde değerlendirirler.

Bununla birlikte Arkun’un ‘teolojik otorite’ olarak takdim ettiği ve karşı çıktığı hususu Bediüzzaman başka bir bağlamda ele alır. Bu bağlam otorite değil, istibdattır. Yani Bediüzzaman ilmi otoriteye veya şer’i otoriteye karşı çıkmaz. Lakin ilmiye alanındaki istibdada ve baskıya karşı dikkat çeker ve çıkar.  Yine Halepli Abdurrahman Kevakibi ile birlikte siyasi istibdada karşı çıkar ve bu karşı çıkışı temel duruşlarından birisini temsil ve ifade eder.  Bediüzzaman’ın en önemli özelliklerinden birisi hem ilmi (teolojik) hem de siyasi istibdada karşı çıkmasıdır. Bediüzzaman, kutsi değerleri asla zedelemez ve onlara sonuna kadar bağlı ve saygılıdır. Lakin gelişmeye kapalı ve mani olan istibdadın her türlüsüne karşı çıkar ve istibdadın her manii kemal olduğunu ikrar eder.  Dolayısıyla Arkun’un otorite olarak karşı çıktığına Bediüzzaman istibdat bağlamında karşı çıkar. Muhammed Arkun otorite üzerinden değil de gönüllülük üzerinden bir ilişki türü teklif eder ve mutasavvıfların bağlılığını büyük ölçüde bu zeminde değerlendirir. Bediüzzaman ise gönüllülük yerine iknaı kullanır ve medenilere galeberin ikna ile olacağını söyler.  Kanaatim şu ki, Muhammed Arkun şaşkın aklın kılavuzluğunda birçok vartaya saplanmış ve çıkmaz vadilerde dolaşmıştır. Belki de hayatında Bediüzzaman’la tanışmış ve Risaleleri teenni ve derinlemesine okumuş olsaydı cevabını bulamadığı birçok sorunun cevabını bulabilirdi. Mevlana ve birçokları "Hallac’la karşılaşsaydım onu ikna ve irşat ederdim" buyurmuştur.  Muhammed İkbal de bir benzerini büyük muzdariplerden Friedrich Nietzsche için söylemiş ve kullanmıştır.  Anlaşıldığı kadarıyla, Muhammed Arkun doğrunun sınırlarında dolaşmış ama içine nüfuz edememiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum