Bediüzzaman’ın Kastamonu Mekanları

Bediüzzaman’ın Kastamonu mekanları verimli mekanlardır, çilesi bol olduğu kadar eseri  de boldur. Mardin, Van, Bitlis, İstanbul mekanları hem yetişme hem telif yıllarıdır, ama verimlilikle Barla ile birlikte Kastamonu, Eskişehir, Denizli  daha verimli mekanlardır. Büyük eserler buralarda meydana çıkmıştır.

KASTAMONU SAİD NURSİ EVİ

Bediüzzaman Kastamonu’ya geldiğinde Çankırıkapı’da bir otelde kalır. Daha sonra  Araba pazarı civarında karakolda üç ay kalır. Müteakiben karakolun karşısında  bir evde oturur. Cuma ve Pazar günleri Kastamonu’nun kuzeybatısına düşen Karaçamlığa gezmeye gider.

nursi_ev.jpgİki katlı evin alt katı odunluktu, tahta merdivenle salona çıkılır, salonun merdiven tarafı açıktır, salon kapısının arkasına mandalla ip takılıdır, kapıyı açma usulünü bilmeyenler kapıyı çaldıklarında Üstad isterse kapıyı açardı. Saçları tamamen beyaz, yüzü sakalsız ve daima traşlıydı. Bir sarığı vardır. Ekseriya haşlanmış yumurta ile geçinir, et gıdasının yumurtada var olduğunu söyler. Çaycı Emin ve 22 arkadaşı cezaevinde on beş gün kalırlar. Üstad beraat ettikten sonra Kastamonulular onun tekrar memleketlerine gelmesini isterler. Kastamonu’dan ayrıldığında zelzele olur. Tosya’dan altı-yedi yüz kişi ölür. Abdülmecit in oğlu Fuat‘ı yanına çağırtır onunla onbeş gün kalır.

Abdullah Yeğin Abi’nin adı “Araçlı Abdullah”tır. Onu ortaokulda iken o evde ziyaret eder. O anlatır. ”Kapıyı çaldık kapı açıldı, yukarı çıkarak sağdaki kapıdan odasına girdik. Elini öptük karyola gibi bir divanın üstünde oturmuş dizlerine yorganı çekmiş geriye doğru yaslanmıştı. Elinde bir kitap vardı, saçları kulaklarının hizasına kadar gelmişti. İnce gözlüğünün içinden bakarak “safa geldiniz’ Çok iltifat etti, İslamiyetten, imanın güzelliğınden, ölümden, ahiretten bahsetti.“

Abdullah Ağabey ile birlikte Karadağ ve Hacı İbrahim dağına giderler. Onun yanına gittiği için altı gün uzaklaştırma cezası alır. Kastamonu’da yanına gider, odun kırar, suyunu getirir. Hatice Yıldız Bediüzzaman’ın çamaşırlarını yıkar, evin karşısında oturur ve zaman zaman kızları ile onu ziyaret eder. Hapse götürülen  Kastamonululara Kastamonu mangası denir.

Mehmet Tevfik Yaka, Mercan Ağa imareti ve Yakup Ağa camiinde imamlık yapar, eşi Hoca Anne diye anılır ve Üstad’ın çamaşırlarını yıkar. Ayrıca hükümetin ona tahsis ettiği evi bir sürgüne vererek karakolun karşısındaki eve geçer. Bir komiser Üstad’a zulmeder, Üstad “bana karışma” der. Şöyle bir bakar ve adamı sancı tutar kurtulamaz ölür. Nasrullah Caminin şadırvanında Hüseyin Remzi Sönmezgil ile karşılaşır, Bediüzzaman‘a talebe olur.

Kastamonu belediye encümeninde karar alınır ve Bediüzaman’a dokuz lira yardıma karar verilir. Bediüzzaman “bu paralarla tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı var, ancak üç lirayı evin kirasına alabilirim” der. Ev sahibine belediye her ay üç lira kira parası öder paralar Üstadın eline değmez. Hilmi Bey, Hacı İbrahim dağında bekçidir. Üstad çağırınca gelir hizmetine bakar. Tahsin Aydın da sürgündür bazen karakol karşısındaki eve gider orada Üstad’la namaz kılar. Belediye reisi iyi bir insandır, Üstadın evine gider ve şapka ile girmez.

Şevket Bey Yalova’da Hamdi Akseki’nin Kastamonu’da olduğunu duyunca Bediüzzaman’ın görüp görmediğin sorar, görmediğini söyler ona teessüf eder, o da döndüğünde Tahsin Aydın tarafından Üstad ile bu evde görüşür. Bu ev Bediüzzaman’ın hayatında önemli bir evdir. İki büyük eseri olan Münacaat ve Ayet’ül Kübra bu evde kısmen yazılır, tashih edilir, basım işleri uğraşılır. Kastamonu tarihinde Şualar isimli eserin önemli kısımlarının yazıldığı bir mekan olarak geçer, o şehir bu kitapları dünyaya yaymakla görevlidir, ama o eserlerin ciddi tanıtıldığına şahit olmadım.

Bizim mübarekane çalışma hızımıza tabi olmuş o büyük eserler. O eserler sanat ve edebiyatın da büyük eserleri sanat ve edebiyatın mantığı ile dünyada yerini alabilir, yoksa bizim elimizde klasik bir metin olarak durur, ne tanıtımları için özel kampanyalar yapılır, ne de başka bir şey. İki eser de sinema gibi yazılmış ve ikisinin tarihinde de benzeri olmayan eserlerdir. Gelecekte çok daha uzmanca nurları tanıtan insanlar çıkacaktır.

Bediüzzaman hayatındaki mekanlardan bu ev ve Kastamonu mekanları velud mekanlardır. Bediüzzaman artık yetişme yıllarının gayretini eser verme yıllarına çevirmiştir. Bütün gayreti bu mekanlarda yeni eserler meydana getirmek ve onların topluma yansımasını sağlamaktır. Kastamonu onun hayatında verimli yıllardır, çilesi olmakla birlikte büyük eserlerin doğum yeri olması ile kutlu mekanlardır. 27. Mektup Kastamonu Lahikası da bu evde ve bu mekanlarda kaleme alınmıştır. Bu lahikanın farkı da daha çok cemaatini oluşturmuş olan Bediüzzaman’ın talebelerinin karşılaştığı meselelere cevaplar verdiği olgunluk mektuplarıdır. Ayet’ül Kübra, Tahiri Ağabey tarafından İstanbul’da Bozkurt matbaasında beşyüz adet basılmıştır. Kastamonu’da olan Bediüzzaman özellikle Isparta ve civarındaki köyler ve şehirlerle alakadardır, onlarla mektuplaşır, postacılar diye bir nesil ve görevliler zinciri doğmuştur. 

NASRULLAH CAMİİ

Çaycı Emin, Nasrullah Cami’inin şadırvanında bir  çay ocağı işletir. Bediüzzaman onunla orda görüşür. Nasrullah Camii’nin şadırvanında bir adama rastlar, cübbeli, garip giyimli. Çaycı ona sorar “Kurban nerelisen?” Bediüzzaman “beni takib ediyorlar, bana yaklaşma zarar görürsün” der. Bediüzzaman zaman zaman bu camiye gider orada namaz kılar ve Çaycı Emin ile görüşür, ona işlerini yaptırır. Hüseyin Remzi Sönmezgil ile Bediüzzaman camiinin şadırvanında tanışırlar, ona talebe olur, Sönmezgil.

KASTAMONU KALESİ

Bediüzzaman bu kalede eserlerini tashih eder. Kale 112 metre yüksekliğinde. Zaten yüksek olan Kastamonu’nun içinden daha da heybetli görünür. Kalenin tepesine çıktık, Hurşit Kardeş ile birlikte. Oradan Kastamonu civarı panoramik bir şekilde görülür, Bediüzzaman bu panoramik bakışları çok sever hayatı hep böyle tepelerden hayata insanlara bakar. Ayaklarını kaleden sarkıtarak tashihat yapar. kastamonukalesi.jpgÇaycı Emin ilk defa etraflı olarak Bediüzzaman ile bu dağda görüşür. Bediüzzaman sıhhatinin iyi olmadığını birkaç defa zehirlendiğini söyler. Çaycı’ya üç sarı altın verir, bunlar ona Harbi umumide Enver Paşa’nın Rusya’ya gönderdiği paralardandır. Onları bozdurur Bediüzzaman’ın ihtiyaçlarını giderir.

Bediüzzaman kalede eserlerini yazar ve tashih eder. Uzun yıllar  Kastamonu kalesinde yangın gözetleyici ve Ramazan topçusu olan Yunus Çavuş Bediüzzaman’ın kaleye devamlı geldiğini, burçlara oturarak eserlerini tashih ettiğini belirtir. Bediüzzaman ona “Yunus Bey kardaşım“ diye hitap eder. Yunus Bey bu hitabın kendisine çok tatlı geldiğini belirtir.

Bir de hatırası vardır, Şahiner’e anlatır. Bir gün sabahın erken saatlerinde  Bediüzzaman yine kaleye çıkar. Şehre bakan ve altı çok derin olan burcun üzerinde oturarak ayaklarını sarkıtır, çalışmaya başlar. Bu esnada sabaha kadar içip ayyaş olan bir adam kalenin altındaki umumhaneye gitmek ister, Bediüzzaman’ın hizasına gelince çakılır durur. Ne ileri ne geri gidemez. Bediüzzaman ona şefkat ve merhametle bakar “Dön kardeşim, dön kardeşim, gitme oraya. Doğru banyoya git, yıkan, tevbe et, namaz kıl” diye seslenir. Adam ağlayarak döner hamama gider tövbe ederek evine döner.

KARAKOL

Araba Pazarı semtinde Bediüzzaman’ın atıldığı bir merdiven altıdır. Bediüzzaman yatağını satılığa çıkarmıştır. Polis Çaycı’ya böyle söyler. Çaycı Emin Karakol’a gider ve yatağa bakar, yirmi beş lira kıymet biçilir, yatağı satın alır, Bediüzzaman’a kiralar. Yatttıkça parasını ödeyecektir. Hergün kira parasını almak için Karakola gelir Çaycı Emin Efendi. Üstada zulmeden polis hastalanınca Emin’e “Sen bunun hizmetine bak” der. Emin ondan sonra onun hizmetine bakar. Karakolda bazı günler odasındaki yer tahtalarının arasına kırağı yağmış gibi olur. Küçük bir sobası vardır. Odayı pek iyi ısıtmaz. Komiser birgün yatağın altındaki mangalın içine elini sokar, eli yanar, Bediüzzaman ona “dikkat et bir daha bana ilişme” der. Komser çok hasta olur bir türlü devasını bulamazlar, aile gelir özür diler Bediüzzaman “Ben bir şey yapmadım o Kur’an’ın tokadını yedi” der.

Kastamonu halkı, yapılan zulme halen itiraz eder. Karakolda  onu merdiven altı gibi bir yere hapsetmişler denmiş, çeşitli işkencelere maruz bırakılıyor denmiş. Karakolda merdiven altı gibi bir yere dehşetli soğuğun olduğu yere kapatıp üstüne alman kilidi vuruyorlar. Sinoplu polise de, “bunu zehirle öldür ne yaparsan yap” diye emir veriyorlar. Polis bir  gün  geliyor kapı açık yatak sıcak. Birazdan Üstad elinde ibrik ile içeri giriyor, “Korkma Mehmet bu zalimler ne sana ne bana dokunduramayacaklar.” Hemen ardından kapılar kendi kendine kapanıyor şangır şangır. Üç ay içinde orada hapisken Bediüzzaman bütün Kastamonu’nun askeri ve müki amirleri hastalanır, sonra bu belanın Bediüzzaman’a edilen zulümden olduğunu anlaşılınca ev tutmasına izin veriyorlar.

KARADAĞ VE HACI İBRAHİM DAĞI

Bediüzzaman’ın Kastamonu’daki tenezzüh ve tefekkür mekanıdır bu dağlar. Çaycı Emin ile bu dağlara gider gelirler, Bediüzzaman oralarda eserlerini yazar. Ayet’ül Kübra ve Münacaat‘in tamamının veya bir kısmının burada yazıldıkları ifade edilir.
Selahattin Çelebi Üstadı Karadağ’ı bir saat yürüyerek bulur. Bediüzzaman ufak bir tepenin zirvesinde bir ağacın altında namaz kılmaktadır. Getirdiği kitabı tashih eder. Ayet’ül Kübra’yı Selahattin Çelebi İstanbul’dan aldığı teksir makinesi ile Kastamonu da çoğaltır. Bediüzzaman teksir Ayet’ül Kübra’yı görünce “Yarabbi bu kalemle beşyüz nüsha yazan Nazif Çelebi ve mübarek yardımcılarını Cennet ül Firdevste mesut kıl” diye eserin sonuna yazar.

Dağa giderken polis ve bekçiler yanına giderler, o eserlerini yazar ve tashih eder. Birgün Çaycı Emin ile birlikte ikindi namazını kılarlar, “Bediüzzaman Kambur ben mi haklıyım yoksa sen mi” diye birine hitap eder. Çaycı bir şey anlamaz. Meğerse o Mekke’deki Kutb-ı azamdır. Onunla aralarında bir ihtilaflı meseleler vardır. Bediüzzaman dünyayı bir evin odaları gibi kullanır, istediği anda iç içe açılan aynalı odalar gibi istediği kimse ile konuşur, onun zaman ve mekan diye bir sıkıntısı yoktur
Abdullah Yeğin’e Araçlı Abdullah diye hitap eder Üstad. Onunla da gezerler zaman zaman. Hancı Mehmet diye biri ona bir at verir onunla dağa çıkar Bediüzzaman.
Kastamonu’da iken bahar ve yaz mevsimlerinde Karadağ’a ve Hacı İbrahim dağına çıkar, Hilmi Bey Karadağ yakınlarında bulunan Tepelice köyünden gelerek hizmetine bakar talebelik eder. Avni Doğan ve Mithat Altıok Kastamonu da valilik yapmış zalim insanlardır. Ona sürekli zulmederler.

Mehmet Feyzi ağabey ilk defa nurlardan 32. Söz ile karşılaşır o onu celbeder. Üstad  Fevzi olan adını Feyzi yapmıştır. Bir gün dağda hastalanır at ile eve getirirler. Atla dağa giderken yolda bile boş durmaz. Siyah bir atı vardır, eserleri tashih ederken at kendiliğinden durur. Mithat Altıok Belediye reisinin evinde Üstad ile görüşmek ister ama Bediüzzaman kabul etmez.

Bir zamanlar Kastamonu’nun Hacı İbrahim dağından odunlar toplar, bunları fırıncıya getirir, fırından buna mukabil ekmek alır. “Hocam siz zahmet etmeyin biz size ekmek veririz, fırınımız emrinizdedir, canımızı da size feda ederiz” derler. Bediüzzaman “ben bu odunların mukabilinde ekmek alırım” der.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.