Belki de 'mutluluk' değil 'huzur' aramalısın?

"Herkesin sürekli mutlu olmasına gerek yoktur. Dahası dünyada kimse bunu başaramaz."

Paulo Coelho, Aldatmak'tan.

'Mutluluk' diye birşey var mı emin değilim. Zaman zaman hepimiz ona dokunur gibi oluyoruz. Tamam. Lakin asla tutamıyoruz. Elimizi mesken ittihaz etmiyor, razı olmuyor, durmuyor. Gidiyor. Veyahut ona dokunduğumuz da bir yalan. Bir aldanma ve aldatma. Kendimizle oynadığımız bir oyun. Avunuyoruz ona doğru koşarken. Belki de koşmaya âşığız sadece. Koşacak birşeyler olmadan yaşamaya ikna olamıyoruz.

Hareket etmek 'varoluşun hakkını verdiğini' düşündürüyor insana. Durmasında bulamayan eyleme anlam biçer. Koşmalıyız fakat öncesinde ayaklarımızı da inandırmalıyız. Hikmetsizlik dolayısıyla gayretsizliktir. Ayaklar da, her fail gibi, amaç ister. Gayesi olmalı varlığa çıkmanın. Varlık salt kudretle açıklanamaz. Anlamsızlık huzursuzluktur. Huzursuzluk varın var kalmaktaki güçlüğü...

İşte, o ikna, kimi zaman mutlulukla oluyor. "Öyle birşey var!" diye hayal ediyoruz. Tıpkı, filozofların ütopya, orduların kızılelma hayal etmesi gibi. Hakkında düşünmeye devam edebilmemiz için olabileceğine inanmamız lazım. Hayalin mürekkebi umuttur. Canı imkandır. Hatta bazen iş hepten çığırından çıkıyor da, delilir gibi, "Olmasa da olur. Yeter ki koştursun. Yeter ki hayatı yaşanılır, yarını özlenilir, sabahı uyanılır ve geleceği beklenilir kılsın. Yeter ki var sanılsın..." diyoruz.

Fakat 'huzur' diye birşeyin varolduğundan eminim. Huzur mutluluk gibi değil. Bir coşkunluk hali sayılmaz. Kalbi daha hızlı da attırmaz. Atmaktan memnun eder sadece. Belki bu yüzden ahirzamanda mutlulukla yarışamıyor. Onun kadar muteber değil. "Sonsuza dek mutlu yaşadılar!" diye bitiyor masallarımız. "Sonsuza dek huzurla yaşadılar!" demek pek de cezbedici gelmiyor. 'Daha fazlasını istemek' değil çünkü huzur. 'Elindekine razı olmak'a daha yakın. Neyse. Yine de huzurun varolduğunu biliyorum. Bunu güvenle dile getirebilirim. Hatta üstüme gelinirse savunabilirim. Çünkü onu bazen tadabildiğim gibi elimle de tutabiliyorum.

Doğru anlamları verdiğim her zaman, her mekan, her tavır, her kelam, her olay, her musibet, her sarsıntı, her yenilik, her 'şey...' Şey denilen herşey. Herşey huzurumun bir parçası oluyor. Sanki, doğru anlamları verdiğimde, onlar benim huzuruma çıkmış oluyorlar. Sonra hepimiz hep beraber Allah'ın huzuruna çıkıyoruz imanımızca. Cebrail efendimin, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın huzurunda aldığı cevap gibi: "İhsan, Allah'a, onu görüyormuşçasına kulluk etmendir."

Birinin huzurunda olduğunu hissetmek, onu görmekten ziyade, onun seni görebildiğini bilmektir. 'Huzur' ve 'huzurunda olmak' kuyrukları birbirine bağlı tarifler. İnsan ancak herşeyi anlamlandırabildiği yerde huzurlu olur. Herşeyin yerini bilmektir bu bir nevi. Ne yapacağını kestirebilmektir.

"Bööö!" diye çıkacak hiçbirşey olmaz karşına böylece. Korkutacak birşey kalmaz. Onun ismi şudur, bunun yeri şurasıdır, şunun amacı böyledir, bunun amacı şöyledir. Herşeyi bir yerlere sağlamca bağladığın için sen de onlara göre kendine bir yer tayin edersin. Yerlerini bilirsin. Yerini bilirsin. Huzur bu 'bilmek'ten beslenir: Onun ne olduğunu ve ahlakının (bir nevi gelecekteki etvarının) ne üzere olacağını bilmek...

Mürşidim bu sadedde diyor ki:

"Münafık olan kimse, kendisini vücut sahrâsında arkadaşlarından ayrılmış, tek başına kaldığını ve kâinat cemiyetinden tard edilmiş sahipsiz kaldığını bildiği gibi, herşeyi de mâdum bilir. Ve vahşetle ihata edilmiş, sükûn ve sükûnet içinde bütün mahlûkata ecnebî nazarıyla bakar. Münafıkın şu bakışıyla mü'minin bakışı arasında dağlar kadar fark vardır. Zira, mü'min olan zat, nur-u iman ile bütün mevcudatı kendisine dost ve aşina bilir. Ve kâinatla, tevahhuş etmek değil, tam bir ünsiyeti ve muarefesi vardır."

Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler'de Jan-Philipp Sendker kahramanının sıla özlemini şu cümlelerle anlatır: "New York'u, şehrin uğultusunu ve trafiğini, birbirleriyle ilgilenmeyen yayaların yaklaşma cesareti vermeyen yüzlerini özlemiştim. Nasıl hareket edeceğimi, nasıl davranacağımı bildiğim yere dönmek istiyordum." Aynı kitapta en iyi arkadaşa karşı hissedilenleri ise şöyle ifade eder: "Onunlayken kanıtlayacak hiçbirşeyi yoktu."

Dostunun yanında duyacağın ancak huzurdur. Çünkü ondan zarar bulmayacağını bilirsin. Âdetini bilirsin. İsimlerini bilirsin. Sıfatlarını bilirsin. Tecellisini bilirsin. Hepsinden ötesi: Seni senden daha iyi bildiğini de bilirsin. Anlam ile huzur arasında böylesi bir doğru orantı da var. İman ise hayatımıza kattığımız en büyük anlamdır.

Düşünsenize: Herşeyi yaratan bir Allah'a inanıyorsunuz ve bütün varlık algınız Ona göre şekilleniyor. Herşey Onunla ilişkilendirilerek amaç sahibi oluyor. Abes/boşuboşuna diye birşey kalmıyor. Çünkü o ilahtan başka yaratıcı yok ve amaçsız şeyler yapması bir ilahın ilahlığına yakışmaz. İnsan insanken amaçsız olanı yapmayı eksiklik olarak görür de bir ilah bunu nasıl kendisine yakıştırır? Böylece huzur duyuyorsunuz. Onun huzurunda olmaktan ve herşeyin O'nun huzurunda olmasıyla bulduğu anlamdan...

Mutluluk coşkulu, fakat çabuk giden, ânlarda boğulan birşey. Sevmiyorum peşinde koşmayı. Beni insanlığımdan uzaklaştırıyor gibi geliyor. Huzura talip olmaksa daha mantıklı. Daha dingin ama daha garantili. Daha mütevazı ama daha somut. Fakat şu da var: Huzur, mutluluğa göre, daha uzunvadeli düşünmeyi gerektiriyor. Hele ki evliliklerde.

Bence gençler eş seçiminde kendilerine şu soruyu sormalılar: "Kimin yanında huzur bulurum?" Şunu sormamalılar: "Kimin yanında mutlu olurum?" Çünkü hiçbir insan 7 gün 24 saat mutluluk vadedemez size. Kimse o kadar süre mutlu olamaz. Kimsenin gücü buna yetmez. Hedefleriniz ele geçer olmalı.

Ancak gece olup yastığa başınızı koyduğunuzda herşey yerli yerinde gibi geliyorsa ve yarına dair endişeleriniz yanında olmakla azalıyorsa, yani dertleriniz sükûn buluyorsa, işte bence evlilikten maksat budur. Allah Resulü aleyhissalatuvesselam, eş seçiminde, 'asalet, güzellik, servet' üçlüsü yerine dindarlığa meyletmeyi belki de bu yüzden tavsiye etmiştir. Dindarlık, eğer kuru bir iddiadan ibaret değilse, herşeyin anlam (ve dolayısıyla huzur) bulduğu bir dünyadır. Asalet, güzellik ve servetin yüzü ise anlık mutluluğa bakar. Hem ayet-i kerime de kısa bir mealiyle buyurmuyor mu: "Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir." Ayetin aslında geçen 'sükûn' lafzını modern zamanlara uyup 'mutluluk' diye çevirmişsen, Kur'an'ın ne suçu var bu işte? Suçu kendinde aramalısın. Ve, eğer aklın başına gelmişse, huzur aramalısın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.