İslam YAŞAR
Bir şairin doğuşu 2
(Yahya Kemal Yılı vesilesiyle)
ahya Kemalin Paristen dönüşü, fiilen olduğu kadar sanat ve şiir açısından da memlekete ve memleketin aslî değerlerine, şairin tabiriyle mektepten memlekete dönüştür.
Millî tarih şuuru gibi millî edebiyat anlayışını ve hâlis şiir zevkini de Pariste kazanan Şair, Fransız tarihçilerinin yanı sıra şairlerin ve yazarların kendi edebiyat tarihlerine bakış açılarını da örnek aldı.
Fransız şairi Mallarmein Fransız gençleri şiir sanatını öğrenmek istiyorlarsa Paul Verlainein şiirlerini ezberlesinler sözünden hareket ederek şiir sanatını öğrenebilmek için Divan şiirini çok iyi bilmesi, onun bir dönemini ve bir şairini kendine rehber ittihaz etmesi gerektiğini anladı.
Ne var ki, bu anlayışla memlekete döndüğünde yeni edebiyat meraklılarının hâlâ eski telâkki edilen edebiyatı horlamakla meşgul olduklarını, hatta biraz daha ileri giderek yeni nesillere unutturma gayreti içine girdiklerini görünce şaşırdı.
Kendi medeniyet eserlerini her bahsinde olduğu gibi bu şiir bahsinde de bizim milletimiz kadar inkâr düşmanlığına uğramış bir unsur yoktur diyerek bu hamakat karşısındaki hayretini dile getirdi.
Yeni Edebiyat tabirinin çıkmasından sonra eski ve hakikî edebiyatı ruhu çıkmış bir cesede benzeterek, edebiyatta yapılması gereken yeniliğin, eski edebiyatı zamanın dili ve zevki ile canlandırarak yeniden terennüm etmek olduğunu ortaya koydu.
Eski Türklerin manevî bir hayatı varken bir edebiyatı vardı. Yeni Türklerin ancak manevî bir hayatı olursa edebiyatı olur gibi ifadelerle edebiyatın, sanatın ve hayatın ancak mâneviyatla var olabileceği hakikatini anlatmaya çalıştı.
Edebiyat hareketlerinin içinde şiir bahsine hususî bir yer veren Şair, Türk şiirinin tarihî gelişmesini inceleyince milletin manevî ve siyasî hayatı ile edebiyatı arasında sıkı bir bağın olduğunu gördü.
Şiirimiz, milletimizin Anadoludaki teşekkülüyle beraber başlar, o kadar eksidir. Şiirimizin gerçi hiçbir zaman ufukları o kadar geniş olmadı. Bunun sebebi ise öteden beri devletçi bir millet olmamızdır diyerek Türk şiirinin tarihini, meziyetini ve zaafını tesbit etti.
Buna rağmen yine de eski Türk şiirinin diğer sanat dallarından daha başarılı olduğunu fakat Avrupalıların da Batı mukallitlerinin de o şiirin dünyasına giremedikleri için anlayamadıklarını ifade etti.
Sanatının hududunu ve yazacağı şiirlerin muhtevasını tesbit ederken bu tarihî gerçekleri nazara alan Yahya Kemal, devletini sevmekle birlikte devletçi bir anlayışla sanatın, hassaten şiirin gelişemeyeceğini gördü.
Devleti koruma veya güçlendirme iddiasıyla yapılan bütün hareketlerin her şeyden önce sanata, edebiyata ve şiire müdahale ettiğini, dolayısı ile de devletin, milletin geleceğine zarar verdiğini anladı.
Çünkü her türlü fikir ve düşünce gibi sanat, edebiyat ve şiir de ancak hürriyetin hakim olduğu ictimai zeminlerde doğup inkişaf edebilirdi. Bu hakikat tarihin hiçbir devrinde değişmemişti.
Onun için Şair de Bir ictimaî müddeanın muzaffer olduğu zamanda, yani bir ihtilâl devresinde şiir asla yükselmemiş ve çok kere ortadan kaybolmuştur. Eski, orta ve yeni asırların hiçbirinde, hiçbir ihtilâlde bu kaide şaşmayarak tecellî edivermiştir diyerek tarihî bir gerçeği ortaya koydu.
Milletlerin ruhu, ancak ilhamını hür zihinlerden alan sanatla, edebiyatla, mûsikî ile teskin ve tezyin edilebileceğinden, Yahya Kemal geliştirmek istediği yeni şiir tarzında kendi milletinin değerlerini temsil edecek fikir, dil ve düşünceyi esas alarak çalışmaya başladı.
Yaptığı araştırmaların ve yaşadığı müşahedelerin neticesinde, tarihî devirler içinde Lâle Devrini, Divan şairleri arasından da Nedimi örnek alarak insicam içinde işleyen zamanın ve sanatın tadına vakıf oldu.
Kendisinin aldığı edebî tadı bütün milletin de almasını sağlamak ve yeni yetişen nesillerin bediî zevklerini o lezzetle tezyin etmek için yeni şiir tarzını tad şiir, öz şiir veya hâlis şiir diye adlandırdı.
Lâkin insanların benliklerinde yer almayan ve millete mal olmayan hiçbir şiirin, eserin veya edebî hareketin zamanında rağbet görse de geleceğe intikal edemeyeceğini bildiği için bu tarzı bizzat kendisi tarif etti.
Öz şiir odur ki, dilde gezer mesel gibi.
Yaptığı tarife önce kendisi ittibâ etti. Onun zamanında çoğu şair, şiirde şekil ve muhteva itibariyle eskiden yeniye doğru giderken o yeniden eskiye doğru gitmeyi tercih etti.
Hâlis şiirin özelliklerine kendisini son derece bağlı hissettiğinden, bu anlayışı kazanmadan önce yazıp neşrettiği şiirlerini kendi şiiri saymadı. Herhangi bir dergide neşretmediği şiirlerini de yaktı.
Eski edebiyatı, dilde gezen mesel gibi herkesin anlayıp zevk alabileceği sade dille ve yepyeni bir ruhla canlandırırken şekil ve âhenk unsurlarını kullanmayı da ihmal etmedi.
Şair kimliğini Avrupada kazanmış ve başarısını ispatlamış bir kişinin, Divan edebiyatı tarzında aruz vezni ile şiir yazması o günün şartlarında şayân-ı hayret bir hadise telâkki edildi.
Bu hareketin yeni edebiyat anlayışını halk arasında yaymayı zorlaştıracağını düşünen bazı zamane münekkitleri Şairi, Ziya Paşayı tedâi ettiren bir tabirle Harabat şairi olarak tavsif edince onun cevabı gecikmedi.
Ne harabı, ne harabatiyim,
Kökü mazide olan atîyim.
Şiirlerine yapılan Harabat benzetmesine bu veciz beyitle mukabele eden Şair, aynı zamanda geleceğin, ancak maziye bağlandığı zaman özlenen güzel günleri getirebileceğini, sanatın da bu teâmülün dışında kalamayacağını ve maziye bağlı olduğu nisbette değer kazanacağını ifade etti.
Yahya Kemal Hâlis şiir adı ile iştihar eden şiir tarzında sadece Divan edebiyatının şekil ve âhenk unsurlarını kullanmakla kalmadı. Onları Batı şiirinin bazı hususiyetleri ile de zenginleştirdi.
Kendisinden öncekilerin yaptığı gibi kendi zamanındaki bazı şair ve yazarların da Batı tarzı edebî türleri alırken ölçüsüz davrandıklarını, onun için de eserlerinin millete yabancı kaldığını gözardı etmedi.
Bence ecnebi şiir ekollerinin esaslarını öğrenmeli, bilmeli; fakat aynen kabul etmek ve tatbik etmek hususunda ihtiyatlı davranmalıdır diyerek bu sahada çalışmak isteyen edebiyatçılara yol gösterdi.
Aslında Batı medeniyetinin değerleri karşısında takınılması gereken ihtiyatlı tavrın, yalnız şiir ve edebiyat sahasına münhasır kalmaması, her türlü ictimaî hareketlerde de gösterilmesi gerekirdi.
Uzun süre Pariste yaşayıp Avrupanın pek çok yerini gezen Şair. Ecnebi memleketler bizim için mekteptir. Vatan ise hayattır. Vatana döndüğümüz zaman öğrendiklerimizin bir kısmını unutmalıyız. Ancak bizim hayatımız ve vatanımız için kabil-i tatbik olanları almalıyız gibi ifadelerde ihtiyatlı hareket etmenin lüzumunu nazara verdi.
Yahya Kemal, ictimaî gerçekleri söyleyip geçmenin insanlar üzerinde fazla müessir olmayacağını; konuşanların, söylediklerini önce kendilerinin yaşayarak örnek olmaları gerektiğini biliyordu.
Onun için Paristen döndüğü zaman Türk şiirindeki yabancı unsurları ayıklayarak Hâlis şiir adı altında edebiyata kazandırmak istediği tarzı tesis ederken memleketin siyasî ve cemiyetin ictimaî durumu ile edebiyatın geldiği noktayı nazar-ı itibara alma ihtiyacı hissetti.
Yapacağı yeniliklerin hepsini başarı ile gerçekleştirse de halka iyi anlatamadığı takdirde netice alamayacağını düşünen Şair, bilhassa eserlerinde herkesin anlayabileceği bir dil kullanmaya gayret etti.
Gelmiştir o nâzır-ı yegâne,
Gûyâ bu kelâm içün cihâne.
Yahya Kemal ismi ve Türkçe kelimesi bir araya geldiğinde, zihinlerde gayri ihtiyarî kendisinin de eserlerinde zikrettiği bu beyit canlanır. Zira o Türkçeyi, cihana bu lisanı terennüm etmek için gelmişçesine itinalı ve güzel kullanan bir şairdir.
Yahya Kemal, dili kullanmakta gösterdiği hassasiyeti, hududunu tayin etmekte de gösterdi. Kelimelerini seçerken menşeinden, yerinden ziyade mânâsını, âhengini ve halk arasındaki kullanılışını esas aldı.
Bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçedir. Bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar. Türkçenin çekilmediği yer vatandır, ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın kendisi gövde ve ruhu Türkçedir.
Her vesile ile dile getirdiği bu ve benzeri ifadelerde vatan, millet, lisan mefhumlarını birlikte değerlendirdi ve milletin bütünlüğünün korunmasında lisanın vatandan daha büyük ehemmiyet arz ettiğini nazara verdi.
Bunu yaparken kendisi örnek olmayı da ihmal etmedi ve sokakta, evde konuşulan, mânâsı herkes tarafından bilinen sade kelimelerle sanat dili tabir edilen mânâ yüklü kelimeleri şiirlerinde birlikte kullandı.
Böylece Divan şiirlerinin diline yakın bir dille şiirler yazarak sanatı halka sevdirirken halkın ruhunu sanat sevgisiyle besleyip insanların idrakine anlayış derinliği kazandırmaya gayret etti.
Yeni Asya
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.