Himmet UÇ
Bir vaka-i acibe: Efendimizin (asm) Miraç yolculuğu
Bediüzzaman, Miraç Risalesinin ihtar kısmında miracın iman bahsindeki yerini belirtir: “Mirac meselesi erkan-ı imaniyetin usülünden sonra terettüb eden bir neticedir.“
İmanın altı erkanını bilip ve kabul eden bir kişinin itikad dünyasına miraç bahsi girebilir, onun itikad terbinde ancak bu şekilde yer alır, terettüb eder. Şu cümleler yukardaki esas cümlenin izahıdır: “Ve erkan-ı imaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur.” İmanın erkanının nurları zayıfsa miraç onlardan ışık alamaz ve kabulünde zorlanılır. Üç cümle devamlı genişleyen bir izah cümlesidir. Üçüncü cümle de yine izahtır: “Erkan-ı imaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhitlere karşı elbette bizzat isbat edilemez.“
İkinci cümle imanı yeterli ışığa sahip olmayan bir mümine dönüktür ama ondan sonraki cümle “dinsiz mülhid”lere hitab eder. Mülhid İslam’a girdiktan sonra dinden çıkan kişidir, çok tehlikeli bir durumdur. Onlara miraç elbette ki anlatılmaz çünkü imanı yok, dini yok.
Bediüzzaman bahiste bazı tipler ve muhataplar belirlemiştir. Bunlardan biri mümin ama imanının ışığı miracı kuşatmayan biridir. Onun imanının kuvvetlenmesi gerekir ta ki bu bahsi anlasın. Diğer tip ise mülhiddir, dinden çıkmış. Ona bu bahis anlatılmaz çünkü iman şubeleri yok, o şubelerin anlatılması gerekir. Bir itikad kazanırsa o zaman miraç bahsine gelinir. Bu zorunluğu anlatır Bediüzzaman. O şahsa iman kazandırmak gerekir: “Evvela o erkanı isbat etmek lazım geliyor.”
Miraç’ın muhatabının birincisi “öyle ise biz Miraç’da istibad ile vesveseye düşen bir mümini muhatap ittihaz ederek ona karşı serd-i kelam edeceğiz” ifadesindedir. İstibad yani uzak görmek. Yani inkar etmiyor ama aklı ve kalbi inanmakta zorlanıyor, uzak görüyor. İkinci muhatap, metnin hitap ettiği kişi ise mülhiddir ve konuşulanları dinleyen makamındadır, makam-ı istimadadır. İki kişi konuşurken onları kenarda dinleyen demek gibi: ”Ara sıra makam-ı istimada olan mülhidi nazara alıp serd-i kelam edeceğiz” der Bediüzzaman. Biri uzak gören, imanı zayıf olduğu için bahsi anlamakta güçlük çeken, diğeri ise mülhiddir. Ona ara sıra hitap edecektir. Bir üçlü dialogdur Miraç bahsi. Anlatıcı, istibad eden mümin ve mülhid. Bir sinema sanki. Barla’da Miraç bahsini ihvanları istemiş Bediüzzaman da şöyle elini yüzüne dayayıp biraz düşünmüş katibine “yaz” demiş, yazdırmış.
Kur’an-ı Kerim ve Hadislerde Miraç’ın anlatılış biçimi
İsra suresinin ilk ayetinde Resulullah (asm) sadece Mescid-i Haram Beytullah’tan Mescid-i Aksa’ya Kudüs’e götürülmesinden bahsedilmiştir. Bunun amacı da Cenab-ı Allah’ın kendi kuluna bazı alamet ve işaretleri göstermek olduğu belirtilmiştir. Hadisler ve siyerde vaka ayrıntılı biçimde anlatılmıştır. Bu vakayı rivayet eden sahabe sayısı en az yirmi beştir. Sayı kırk beşe kadar çıkıyor.
Hadislerde verilen etraflı bilgiye göre gece vakti Cebrail (as) Resulullahı (asm) uyandırıp Burak üzerinde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdü. O (asm) Mescid-i Aksa’da diğer peygamberlerle birlikte namaz kıldı. Daha sonra semaya yolculuk etti ve göğün çeşitli katlarında muhtelif peygamberlerle buluştu. Semanın en yüksek katına yükseldikten sonra da Cenab-ı Allah’ın huzur-ı muallasına çıktı. Resullulah’ın (asm) Allahu Taala tarafından kabulü sırasında ümmetine beş vakit namaz farz olundu. Bu kabulden sonra Hz. Peygamber (asm) Küdüs’e oradan da Mescid-i Haram’a döndü. Yolculuk sırasında Nebi-yi Zişan‘a Cennet ve Cehennem gösterildi. Ertesi gün Hz. Peygamber (asm) bu yolculuktan bahsedince kafirler bunu bir alay konusu yapmışlardır.
Mirac’ın fiilen mi bedenen mi yoksa manen mi olduğu konusunda Mevdudi şöyle der: Bu sorunun cevabını bizzat Kur’an-ı Kerim’in kelimeleri vermektedir. “Subhanellezi esra“ ile söze başlamak gösteriyor ki bu çok fevkalade ve muazzam bir vaka idi. Ve sadece Allah’ın kudreti ile vuku buldu. Rüyasında bir kişiye bu gibi şeylerin gösterilmesi ya da bir kişinin ilham ve keşif yoluyla bunlara tanık olması böylesine kuvvetli bir ifade ile söze başlamayı gerektirmez. “Her türlü ayıp ve kusurdan münezzeh olan Allah, kuluna rüyasında ayetlerden bazılarını göstermek için“ gibi ifade kullandığı takdirde rüya veya ilhamın pek değer taşımadığı ortaya çıkar. Bunun yanısıra “gece vakti götüren“ deyimi de Mirac’ın fiilen ve bedenen olduğunu göstermektedir. Rüyada, ilhamda veya hayalde bir kişiye bir yerin gezdirilmesi için gösterme fiilinin kullanılması uygun olmaz. Onun için bu yolculuğun fiziksel ve vücutça olduğunu kabul etmek zorundayız. Bu sadece manevi veya zihni bir tecrübe değildi. Resulullah (asm) bu yolculuğa bilinçli olarak çıkmış ve herşeyi gözleri ile görmüştü.
Bir şeyin mümkün olup olmaması bahsi ancak bir insanın kuvveti, kudreti söz konusu olunca ortaya çıkar. Eğer mesele Allah ile ilgiliyse onun mümkün olması konusunda tereddüde düşmek Allah’ın Kadir-i Mutlak sıfatına inanmamak anlamına gelir. Zaman ile mekanın sınırları mahluklar için geçerlidir, Kainatın yaratıcısı için değil.
Peygamberlerden her biri kendi mevki ve makamına göre Cenab-ı Allah tarafından yeryüzünde ve göklerdeki meleklerle tanıştırılmış ve aradaki maddi perde aralanarak gaipdeki ebedi gerçekler gösterilmiştir. Mesela Hz. İbrahim’e (as) yeryüzü ve gökteki iç düzen hakkında bilgi verildi. (Enam 75) Hz. İbrahim’e ayrıca Allah’ın ölüleri nasıl dirilttiği de gösterildi. (Bakara 260) Hz. Musa Tur dağında Allah’ın tecellisini ve nurunu gördü. (Araf 143) Resulullah (asm) bazen Allah’a yakın meleklerden birini açık bir biçimde gökte görüyordu.
Miraç sadece gözlem ve incelemelerden ibaret değildi. En büyük hükümdar tayin ettiği sadrazamını çok önemli bir tarihte payitahta davet edip kendisine bazı özel görevler veriyor. Bu arada kendine bazı tenbih ve direktiflerde bulunuyor. İşte Resulullah (asm) bu şekilde Cenab-ı Allah’ın huzuruna çağırıldı ve İslami davet bir dönüm noktasına gelmişti. Bu noktada Resullullah’a (asm) bazı özel görev ve direktifler verildi. / Mevdudi.
Bediüzzaman Said Nursi, miraç bahsini dört kısma ayırmıştır. Miracın lüzumunun sırrı, Miracın hakikatı, Miracın hikmeti, sonuçları, semerat ve gayeleri.
Bediüzzaman Mevdudi’den farklı olarak bir sultanın iki çeşit konuşması olduğunu bunlardan birinin ami bir raiyetiyle konuşması, ikincisinin ise büyük saltanat ünvanı ile büyük hilafet, yani yönetici namıyla bir memuru ile görüşmesidir, sohbetidir, bir fermanla konuşmasıdır. Bunun gibi Allah’ın kainatın Rabbi ismiyle bütün mevcudatın yaratıcısı ünvanıyla Peygamberin Cenab-ı Hakkın sohbetiyle müşerref olmasıdır. Peygamber (asm) halktan Hakka gitmiştir. Gidişi bir velayet ise dönüşü peygamberlik görevi ile risalet olarak yerini almıştır. Risalet Allah’a yakın olmanın sırrıdır.
Mirac’ın hakikatı ise kemalatın mertebelerinde seyir ve yürümedir, süluktur. Allah yarattıkları yani mahlukatta farklı isim ve ünvanları tecelli eder. Her canlıya isimlerinin yansıması aldığı biçim farklıdır. Dairelerin düzenlenmesi ve icadı farlıdır. Oradaki tesirleri farklılık gösterir. Her sema tabakasında görünmesi ayrıdır. İlahi tecellilerin aynası olan mahlukları ayrı ayrıdır. İşte bütün bu yansımaların yerlerini mazharlarını özel bir kuluna saltanatının hudutlarını göstermek için onu oralarda dolaştırıp, saltanatının haşmetini seyrettirir. Ta ki risalet görevi ile görevlendirdiği özel kuluna mülkünü malikiyetinin ve tecellilerinin boyutlarını göstersin, nasıl bir sultanın risaleti ile görevli olduğunu ortaya koysun. Mülkünde dolaştıktan sonra ana en yakın noktaya kadar gitmiş, iki kavsin birbirine yakınlığı gibi bir yaklaşma noktasına gelmiş, O’nunla konuşmaya ve O’nu görmeye mazhar olmuştur. Bir de malikinin mülkünü dolaşmak en büyük görevli olan şahsın fonksiyonu gereğidir, çünkü onu insanlara anlatırken fiili ve gözleme dayalı verilere göre konuşmalıdır, miraç bunu sağlamıştır.
Mirac’ın hikmeti ise bir önceki bahiste bir seyirken burada Allah bir müntehab kulunu kendine muhatab etmek, ona ilahi maksatlarını anlatmak, Peygamberinin nazarı ile mahlukattaki sanatının tecellilerini, nihayetsiz kemal ve cemalini göstermek istemesidir. Bunu bir örnekle anlatır Bediüzzaman:
“Ezel ve ebed sultanı olan Sani-i Zülcelal nihayetsiz kemalatını ve nihayetsiz cemalini göstermek istemiştir ki şu alem sarayını öyle bir tarzda yapmıştır ki herbir mevcut pekçok dillerle O’nun kemalatını zikreder, pek çok işaretlerle cemalini gösterir. Esmaül hüsnasının herbir isminde ne kadar gizli manevi defineler ve herbir mukaddes ünvanında ne kadar mahfi gizli letaif incelikler bulunduğunu, şu kainat bütün mecudatıyla gösterir ve öyle bir tarzda gösterir ki bütün ulum ve funun, fenler bütün desatiriyle düsturlarıyla şu kainat kitabını Adem zamanından beri mütalaa ediyor. İşte bütün bu sarayın delillerini, ayetlerini bir özel kuluna bildirip o acip sarayın kaynaklarını, menbalarını birine bildirsin ve gezdirsin. Ahiret alemlerinde gezdirsin kullarına muallim yapsın, rızasını elde etmenin yollarını talim ettirsin, daha çok vazifeler ile onu vazifelendirsin.” Miracın hikmeti budur.
Manevi bir tuba ağacı olan Miracın beş yüzden fazla meyvesi, sonucu vardır. Beş tanesini zikreder Bediüzzaman. Biri imanın erkanının kaynağı olan cenneti, ahireti Zat-ı Zülcelali gözle görmüş ve gerektiği şekilde insanlara risalet vazifesini anlatmıştır. Cennetin ve cehennemin ne olduğu ayrıntısıyla insanlara anlatılmıştır.
Cennetin yolunun meşakkat ama cehennemin yolu ise gayet kolay olduğunu anlatmış. İnsanlar cenneti görse muhakkak oraya gelmek isteyeceklerini ifade eder. Allah’ın kullarından istediği, en önemli kulluk vazifesi olan namazı insanlara getirmiştir. Allah’ın kainatı yaratıp insana vermesine karşı insanın bir teşekkür ve tahayyür vesilesi olarak namazı ona sunması böylece tahakkuk etmiştir. Ebedi saadetin nasıl elde edileceğini insanlara gelip izah etmiştir, ebedi saadetin definesini göstermiştir. Onu ne yapılırsa görüleceğini o saadete nasıl varılacağının anahtarını getirmiştir. Allah’ı görme yani O’nun rüyeti ile müşerref olmayı bizzat görmüş ve insanlara da görmenin yollarını tarif etmiştir. İnsanın önemi Mirac ile anlaşılmış, Allah en seçkin kuluna bütün kainatı ve ihtiva ettiği güzellikleri göstermek suretiyle nasıl bir hal ve nasıl bir gelecek hazırladığını Miraç ile göstermiştir.
Mevdudi inanan bir insana hitap eder, Bediüzzaman ise inanmayan bir mülhidle de ara sıra konuşur. Ama asıl muhatabı Miracı anlamakta yetersiz olan bir mümine ayrıntıyı anlatıp onu ikna etmektir. Her iki müellif farklı şekillerde konuşurlar. Bediüzzaman asrın hastalanmış aklına ve eksik inancına hitap eder.
Mirac’ın ayrıntısı/Mevdudi
Peygamberliğinin on ikinci yılında Mirac’a gitmiştir Peygamberimiz (asm). Günlerden birinde Resulullah (asm) Kabe’de uyurken Cebrail gelip kendisini uyandırdı. Onu zemzeme götürdü, orada Cebrail tarafından göğsü yarıldı. Zemzem suyu ile yıkandı ilim, metanet, zeka, iman ve itimad ile doldurdu. Yeni görevinin gerektirdiği genişliği kazanmak için tabiri caiz ise voltajı yükseltildi. Çünkü Miraç ve acip alemleri görmek ancak yeni bir psikolojik ve fizyolojik yapı ile mümkündü. Cebrail ona beyaz, boyu merkepten büyük katırdan biraz küçük bir hayvan getirdi. Bu yıldırım gibi koşuyordu, her adımı bir görüş mesafesi kadardı. Adı Burak idi. Peygamberimiz (asm) ona binerken hayvan irkildi. Cebrail ona “hey ne yapıyorsun Muhammed (asm) gibi büyük bir şahsiyet şimdiye kadar senin üstüne binmemiştir“ dedi ve okşadı. Burak da utançtan terledi. Önce Resulullah sonra Cebrail ona bindiler, yola koyuldular. İlk durak Medine idi orada Resulullah hayvandan inip namaz kıldı. Cebrail “siz hicret edip buraya geleceksiniz” dedi. İkinci durak Tur dağıydı. Burada Hz. Musa Allah ile konuşmuştu. Üçüncü olarak Hz. İsa’nın doğduğu Beytüllahm’dı. Dördüncü durak Kudüs’tü. Burak’ın uçuşu burada son buldu.
Devamı var
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.