Halil DÜLGAR
Gazze Kimin İmtihanı?
Gazze’de büyük bir zulüm yaşanıyor, belki daha da ötesi, adına soykırım deyin başka bir şey deyin heyhat kelimeler yaşanan dehşeti ifade etmekte yetersiz kalıyor; insanın feveran eden duygularına tercüman olmakta lisanın en çok çaresiz kaldığı zamanlardayız.
Bu ağır musibetin enkazından çıkamayacak olanlar kim? Gazze fotoğrafının altına mahkûm olarak hangi isimler yazılacak? Sahi Gazze kimin imtihanı?
Yahudileri suçlamanın çok manası olduğuna inanmıyorum. “Kahrolsun Siyonizm, yıkılsın İsrail.” Evet de, adamlar doğru yaptığına inanıyorlar, bir nesli yok edecek kadar gözlerini karartmışlar üstelik, peygamber öldüren dedelerinden irsiyet aldıkları katillik kanının gereği de bu zaten. Onlardan beklenen başka şey olamazdı; zehirlemekten lezzet alan yılanları, kan içici canileri sigaya çekmek Şeytan’ın başına nasıl bir imtihan açılmış diye sorgulamaktan çok farklı değil.
İmtihan, Filistin’deki mazlumların başına mı açıldı dersiniz? Onlara bakınca kaçıncı semada olduklarını, nerelere uçtuklarını kestirmekte güçlük çekiyoruz. Elli yaşını geçmiş biri olarak ben, Filistinli bir çocuğun o muhteşem imanına şahit oldukça, ağzından dökülen imandan kelimeleri işittikçe acaba onun kadar ciddi bir imana sahip miyim diye kendimden endişe ediyorum. Şehit olmayı cana minnet bilen, en ağır şartlarda Allah’a tevekkül eden, ölümün üzerine yürüyen, korkuyu korkutan insanlardan bahsediyoruz. Gazze’ye yağan bombalardan birkaçının her an evinin üzerine düşme ihtimaliyle yaşayıp, psikolojisi bozulmayan kahramanlar topluluğuna şahit oluyoruz. Bunlar eli silahlı, askeri eğitim almış, gözü kara, özel seçilmiş insanlar değil; çoluk çocuk, kadın, ihtiyar… Hepsi aynı adanmışlık ruhuna sahip, hepsi düşmanlarının hayatı sevdiği kadar ölüme aşık olan sahabemisal insanlar. Onlar imtihanın kazananları şüphesiz, onlar cennet çocuklarının anne ve babaları, onlar Seyyidü’ş-Şüheda Hz. Hamza’nın (ra) misafirleri…
Geriye biz kaldık. Evet Gazze imtihanının kaybedenleri bizler miyiz, Gazze bizim mi imtihanımız, Gazze bizi mi mahkûm edecek yoksa?
En önce şunu ifade etmeliyiz ki imanımız test ediliyor, imanımız kaç kuruş eder Gazze mihengine vuruluyor diyebiliriz yani imtihanın en acımazsız yerinde, tam ortasındayız aslında. İman ruhumuzdur, özümüzdür, esasımızdır, kıymetimiz, keyfiyetimizdir, varlık sebebimizdir. Eğer bu zarar görüyorsa, hırpalanıyorsa, inciniyorsa yavaş yavaş sönmeye mahkûm olan bir mum gibi eriyoruz demektir. Bu mananın altını çizerek ifade etmeliyiz: İmanımızın ayakları sallanıyor bu günlerde.
İmanından emin olduğumuz insanların çoğu ümitsizlik atmosferinde nefes almaya çalışıyor. “Allah sonsuz rahmet sahibi de bebeklerin ölmesine niye izin veriyor” gibilerden şüphe bulutları dolaşıyor üzerlerinde. Açıkça “Allah, Filistin’i görmüyor mu?” diyenlere de rastlamışsınızdır. Rahmet-i İlâhiyeden daha büyükmüş gibi acıma duyguları, insanımız nerelere savruluyor? Görüyor musunuz imtihanın dehşetini?
Allah’a hüsn-ü zan etmek imanımızın gereği lâkin kapana kısılmış gibiyiz Gazze’ye bakıp da iç ferahlatan bir pencere açamadığımız için. Allah, dizginleri elinden kaçırmış değil, olaylara hükmetme gücünü kaybetmiş değil, sonsuz şefkat ve rahmeti gölgelenmiş de değildir. Allah sonsuz hikmet sahibidir, sadece ameliyata bakıp, hastanın kesilmesine, biçilmesine itiraz etmek yersizdir. Sonra gelecek şifa hediyelerini beklemeye tahammül etmeliyiz, hikmet-i İlâhiyeye itimadımız tam olmalı. Murad-ı İlâhî elbette tahakkuk edecektir ve bunların hepsinin kader planında son derece ihtişamlı ve parlak olduğundan zerre miktar şüphe edersek ruhumuzun heybesindeki tek geçer akçe olan imanımızı riske edebiliriz.
Madem ki Allah Cemil’dir, onun yaptığı her iş de güzeldir, icraatlarında adaletsizlik, merhametsizlik, hikmetsizlik, çirkinlik olamaz; perdenin ön yüzü ne kadar iç acıtıcı olsa da buna müsaade eden İlâhî senaryonun sonuçları mutlaka çok hayırlı ve çok güzel olacak. Bizim ne haddimize noksanlıklardan, kusur ve hatalardan münezzeh olan Allah hakkında su-i zan etmek; buna sıra geldiği anda bilin ki helâk olmanın arefesindeyizdir ve bugün Gazze bizi bu mayınlı alana doğru sıkıştırmak üzeredir.
Gazze üzerinden verilen İlâhî mesaj tam da bu noktada tecelli ediyor aslında. Şaşkın ve perişan imanımız ve onun tezahürü olan kırk yerinden yamalı Müslümanlığımızın olayların bu raddeye gelmesinde önemli rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu gizemli bir iddia değil, hakikatin ta kendisidir. “Musibet, cinayetin neticesidir” fehvasınca hadisâtı tahkik etmek, hangi fiilimizle kadere bu fetvayı verdirdik diye kendimizle yüzleşmek zorundayız.
Ruhumuzun yakasındaki “ehl-i âhiret” rozetini nerelerde düşürdük, fanilik damgasını ne çabuk unuttuk, nasıl böyle dünya muhabbetiyle sarhoş olup çıktık da menfaatlerimizi rıza-yı İlâhînin önüne almakta tereddüt soluklamaz olduk? Allah ve Resûlüne savaş açmak olan faizli işlemlerin Müslüman dünyasına yön verdiğini saklamaya da lüzum yok, herkesin cebinde limitleri gırtlaklarına kadar dolmuş kredi kartları adım adım çıkmaz sokak olan faize sürüklemiyor mu bizleri? İsraf desen almış başını gitmiş, çöpe atılan ekmeklerle sınırlı değil bu kabahatimiz; kullanılmayan eşyalar, kaç milyonluk evler, arabalar… Rahat ve konfor düşkünü olduk çıktık maalesef. Açık saçıklığı tarife hâcet yok, gâvurları çatlatacak boyutlardayız. Günah, haram istila etmiş her yanımızı; gözlerimize, aza ve organlarımıza, ruhlarımıza ve kalplerimize kıyıyoruz; bu maddî israftan da öte berbat bir şey, ebedî hayatımız elimizden kayıp gidiyor. Gemi çok yara almış, hangi birini sayalım, batıyoruz.
Bu memlekette on bir tane şehir yıkıldı, yangınlar ve sel felâketleri oldu, öte yandan Afganistan’da, Fas’ta depremler oldu ve bugün Gazze’de katliam yapılıyor; hiç sorduk mu bu musibetlerin başımıza inmesinde benim suçum nedir, işlediğim günahların katkısı ne kadardır diye? Adetullah gereği, şer cephesinin ihanetleri, hayır cephesinin hasenatlarını geride bıraktığında musibetler yol bulup geliyor; bu durumda işlenen haramlar, günahlar, isyanlar şer cephesine kuvvet verdiğine göre hiçbirimiz masum değiliz. Evet, bugün Gazze bizi hakiki Müslüman, gerçek Mü’min olma noktasında bir yol ayrımına getirdi; başımıza kıyamet kopmadan doğru istikameti tercih etmemizin vakti gelmedi mi?
Bugün Gazze Allah dinini insanlığa tebliğ eden bir medrese hükmüne geçti. Çocuklar tevekkülü öğretti, “hasbunallah ve ni’mel vekîl” âyetini tüm dünyaya ezberletti, Allah için şehit olmak ne demek insanlığın gözüne sokuldu, ölüm dahil her türlü olumsuz şartlara rağmen kul olmanın yüceliği sergilendi ve nankörlüğümüz yüzlerimize çarpıldı Gazze’de. Su yok, elektrik yok, internet yok, doğru düzgün yiyecek bir şey yok; yokluklar içinde şükreden insanlara şahit oldu tüm yeryüzü ahalisi. Onlar Din-i Mübin-i İslâm’ı şerefiyle şanıyla, en parlak şekilde yaşarken, bize pişmanlıklarımız kaldı, “ne kadar da dinimize yabancılaşmışız”ı seslendiren iç çekişlerimiz kaldı. Evet, Gazze bizi bir yol ayrımına getirdi, talan edilen sermayemizin başına mezar taşı dikilmeden önce yeniden doğrulmamızı, kefenden önce nedamet libasını giymemizi ihtar etti, istiğfar hamurunu gözyaşımızla yoğurup tövbeyle can çekişip yeniden doğmamızı, İslâmî bir kimlikle ayağa kalkmamızı irşâd etti.
Ve Gazze’ye karşı ihmal edilemez sorumluluklarımız var, kahve içmemek, hamburger yememekten daha öte sorumluluklar; günlerdir Gazze’ye bomba yağarken hangi tatlı uykumuza kıydık, Filistin’deki bebekler canını feda ederken biz seccademize kaç damla gözyaşımızı kurban edebildik, hani Müslümanlar kardeşti, hani bir vücudun azaları gibiydi, ne kadar diğerkâm olabildik? Müslümanların birleşmesi, dağınık olan Âlem-i İslâm’ın yekvücud olması için ne kadar yalvardık Rabb-ı Rahimimize.
Bütün bunları bugün sorgulamak durumundayız ve şu soruyu da kendimize sık sık sormalıyız: “Gazze, kimin imtihanı, yoksa bu imtihanın kaybedenleri biz miyiz?”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.