Ahmet Nebil SOYER
Bismillah ve tasavvuf
Bediüzzaman Bismillah bahsinde tasavvufi bir takım telakkileri de dizayn eder ve Bismillah bahsini tasavvufla sahih bir şekilde telif eder.
BEŞİNCİ SIR: Bir hadîs-i şerifte vârid olmuş ki: Muhakkak ki Allah, insanı Rahmân ismini tamamıyla gösterir bir sûrette yaratmıştır. (Buhârî, İstizân: 1. Bâb; Müslim, Birr: 115, Cennet: 28, Müsned, 2:244, 251, 315, 323, 434, 463, 519. Kaynaklarda "Kendisini tamamıyla gösterir bir sûrette" şeklinde geçmektedir.)
Bu hadîs-i şerîfi, bir kısım ehl-i tarîkat, akàid-i imâniyeye münâsip düşmeyen acîb bir tarzda tefsir etmişler.
(Bu sistemde bütün evren ve varlıklar, insanın yüzünde bulunduğu kabul edilen ve birine “hutût-ı ebiyye”, diğerine “hutût-ı ümmiyye” denilen yedişer hatlı iki görünüşle açıklanır; bütün dinî hükümler yirmi sekiz ve otuz iki sayısına uygulanarak bu hükümlerin insanın yüzünde temsil edildiği ileri sürülür. Âyet ve hadisleri de Hurûfîlik sistemi çerçevesinde bâtınî te’villere tâbi tutan Fazlullah ve diğer Hurûfîler, özellikle hurûf-ı mukattaanın müfessirlerce ileri sürüldüğünün aksine müteşâbih değil muhkem olduğunu savunmuşlar, sayısı on dördü bulan bu harfleri de insanın yüzündeki hatlarla ilişkilendirerek açıklamışlardır.)
Hattâ onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sîmâ-i mânevîsine bir sûret-i Rahmân nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarîkatin ekserinde sekir ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikate muhâlif telâkkîlerinde belki mâzurdurlar. Fakat, aklı başında olanlar, fikren, onların esas-ı akàide münâfi olan mânâlarını kabul edemez. Etse, hatâ eder.
(Taşköprülüzade’nin “Şakayık-ı Numaniye” adlı eserine bakılacak olursa, Fazlullah’ın halifelerinden biri Edirne’deyken genç Fatih’i etkileyecek kadar başarılı olmuş, hatta bazı müritleri ile saraya yerleşmiştir. Durumdan oldukça rahatsız olan Veziriazam Mahmud Paşa ile müftü Molla Fahreddin-i Acemi, Hurufiler’in “Hulûl” inancına (Tasavufta Hulûl, Tanrı’nın yarattıklarında meydana çıktığına inanmak demektir) sahip oldukları konusunda genç Padişahı uyarabilmişlerdir. Fatih’in huzurunda yapılan bir tartışma sonunda Hurufiler’in gerçekten “Hulûl” inancına sahip oldukları kanıtlanmış ve bunun üzerine Sultanın buyruğu ile Hurufiler tutuklanmış ve idam edilmişlerdir. Edirne’deki Yeni Cami’de Fahreddin halkı Hurufiliğe karşı uyarmış, uygulamalarını ve inançlarını anlatmıştır. Batıni bir inanç olduğundan bunların telakkilerini temyiz zorun zorudur, bu yüzden şeriat bunlara müsamaha etmemiştir.Çünkü sapıklık veya sapıklığa yönelik çok yönleri vardır. İnsan Allah’ı çağrıştıran bir büyük yaratılıştır ama bunun çok mantıklı yorumu gerekir.)
Evet, bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerrâtı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı Akdes-i İlâhînin şeriki, nazîri, zıddı, niddi olmadığı gibi, (Onun hiçbir benzeri yoktur. O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir. (Şûrâ Sûresi: 11.) sırrıyla, sûreti, misli, misâli, şebîhi dahi olamaz. Fakat, (Göklerde ve yerde tecellî eden en yüce sıfatlar Onundur. Onun kudreti her şeye galiptir; O her şeyi hikmetle yapar. (Rum Sûresi: 27.) sırrıyla, mesel ve temsil ile şuûnâtına ve sıfât ve esmâsına bakılır. Demek, mesel ve temsil, şuûnât nokta-i nazarında vardır.
Şu mezkûr hadîs-i şerîfin çok makàsıdından birisi şudur ki:
İnsan, ism-i Rahmânı tamamıyla gösterir bir sûrettedir. Evet, sâbıkan beyân ettiğimiz gibi, kâinatın sîmâsında bin bir ismin şuâlarından tezâhür eden ism-i Rahmân göründüğü gibi ve zemin yüzünün sîmâsında rubûbiyet-i mutlaka-i İlâhiyenin hadsiz cilveleriyle tezâhür eden ism-i Rahmân gösterildiği gibi, insanın sûret-i câmiasında, küçük bir mikyasta, zeminin sîmâsı ve kâinatın sîmâsı gibi yine o ism-i Rahmânın cilve-i etemmini gösterir demektir.
Hem işarettir ki, Zât-ı Rahmânirrahîmin delilleri ve aynaları olan zîhayat ve insan gibi mazharlar, o kadar o Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda delâletleri kat’î ve vâzıh ve zâhirdir ki, güneşin timsâlini ve aksini tutan parlak bir ayna parlaklığına ve delâletinin vuzuhuna işareten, "O ayna güneştir" denildiği gibi, "İnsanda sûret-i Rahmân var" vuzuh-u delâletine ve kemâl-i münâsebetine işareten denilmiş ve denilir. Ve ehl-i vahdetü’l-vücudun mûtedil kısmı, -1-, bu sırra binâen, bu delâletin vuzuhuna ve bu münâsebetin kemâline bir ünvan olarak demişler.
(Bediüzzaman bu tuhaf yorumu çok net ve nezih bir biçimde sınırlamıştır)
ALTINCI SIR:
Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan bîçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesîle ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki: O rahmet, öyle bir Sultan-ı Zülcelâle vesîledir ki, yıldızlarla zerrât beraber olarak kemâl-i intizam ve itaatle, beraber, ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zât-ı Zülcelâlin ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-i zâtîsi var; ve istiğnâ-i mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudâta ihtiyacı olmayan bir Ganî-i Alelıtlaktır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celâline karşı tezellüldedir.
İşte, rahmet seni, ey insan, o Müstağnî-i Alelıtlakın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve Ona dost yapar ve Ona muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat, nasıl sen güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat güneşin ziyâsı, güneşin aksini, cilvesini senin aynan vâsıtasıyla senin eline verir. Öyle de, o Zât-ı Akdese ve o Şems-i Ezel ve Ebede biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız; fakat Onun ziyâ-i rahmeti Onu bize yakın ediyor.
İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî tükenmez bir hazîne-i nur buluyor. O hazîneyi bulmanın çaresi, rahmetin en parlak bir misâli ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisânı ve dellâlı olan ve Rahmeten li’l-âlemîn ünvânıyla Kur’ân’da tesmiye edilen Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebâiyetidir. Ve bu Rahmeten li’l-âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesîle ise, salâvâttır.
Evet, salâvâtın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duâsı olan salâvât ise, o Rahmeten li’l-âlemînin vüsûlüne vesîledir. Öyle ise, sen, salâvâtı kendine o Rahmeten li’l-âlemîne ulaşmak için vesîle yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmâna vesîle ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li’l-âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle rahmet mânâsıyla salâvât getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir sûrette ispat eder.
Elhâsıl: Hazîne-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi ’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvâttır.
(Altıncı sır bu bahsin harika bir özeti ve değerlendirme metnidir. Bediüzzaman bir çok konuda olduğu gibi tasavvufun da hatarlı ve tehlikeli bahislerini ehli sünnetin temyiz edici telakkileriyle temizlemiştir, nezih hale getirmiştir. Çünkü Bediüzaman çok yönlü büyük bir eleştirmendir. Bediüzzaman ve eleştiri diye uluslar arası sempozyumlar düzenlenmelidir, Temel temalar zaten kaldırıla indirile orjinalitesini eskitmiştir, ayrıntı önemlidir, Bediüzzaman daha çok ayrıntı da gizlidir.)
Allah’ım! "Bismillâhirrahmânirrahîm"in sırları hürmetine, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve onun bütün âl ve asâbına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır şekilde salât ve selâm eyle. Bize de, Senden başka, hiçbir mahlûkunun merhametine ihtiyaç bırakmayacak bir şefkat ve rahmetle merhamet eyle. Amin.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.