Erdem AKÇA
İslam Tarihinde Ekonomik Kaynak Kullanımı ve Ehliyet Mefhumu-3
Ehliyet Yoksunluğu ve Doğacak Problemler
Bilgi ve tecrübeye dayanan ehliyete sahip olmayan fertlerin sorumluluk isteyen ve etki sahası büyük görevlere getirilmesi, idare açısından onulmaz yaralara yol açacağı gibi, zaman-madde ve insan gibi ekonomik kaynakların israfına da yol açacağı bedihîdir. Bu noktada idarecilerin en büyük imtihanı, liyakat eksikliğinden kaynaklanan duygusallıklara kapılarak ehliyetsiz maddi ve manevi yakınlarını devlet kademelerine ve hatta yüksek görevlere getirmeleridir. Bu imtihanı her idareci bir şekilde yaşamaktadır. Hz. Peygamber’in (ASM) akrabalarıyla bu manada bir imtihanını şu vak’ada görüyoruz:
Abdülmuttalib bin Rebia bin Hâris anlatıyor:[1]
“-Rebia bin Hâris ve Abbas bin Abdülmuttalib bir yere gelerek benimle Fadl bin Abbas’ı kasdederek;
“-Şu iki genci Resûlullâh (s.a.v)’e göndersek de, kendisi ile zekât tahsildarı olarak atanmaları hususunu konuşsalar. Diğer insanlar gibi bunlar da bu görevi ifa edebilirler. Bunlar da böylece diğerleri gibi maaş almış olurlar!” diye söz ettiler. O sırada Ali bin Ebû Tâlib bunların yanına geldi ve durdu. Ona konuyu açtılar. Hz. Ali (r.a), onlara bunu yapmamalarını söyledi.
“-Vallâhi Resûlullâh (s.a.v) bu işi onaylamaz!” dedi.
Rebia bin Hâris, Hz. Ali’ye:
“-Vallâhi sen, bize hasedinden dolayı böyle söylüyorsun! Vallâhi sen Resûlullâh (s.a.v)’ın damadı oldun, ama biz yine sana hased etmedik!” diye çıkıştı. Hz.Ali bunları duyunca:
“-Peki, öyleyse gönderin!” dedi.
Gençler Resûlullâh (s.a.v)’e gittiler. Abdülmuttalib bin Rebia bin Hâris diyor ki:
“-Resûlullâh (s.a.v) öğle namazı için camide iken, biz kendisinden önce odasına giderek, gelmesini bekledik. Resûlullâh (s.a.v) odaya geldiğinde bizim kulaklarımızı çekti ve:
“-Söylemek istediklerinizi söyleyin bakalım!” dedi.
Sonra birlikte içeri girdik. O gün kendisi Zeyneb bint-i Cahş (r.a)’nın evinde bulunuyordu. Biz sözü önce birbirimize havale ettik, sonra içimizden bir konuştu:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen, insanların en iyisi ve yakınlarını en çok gözetenisin. Bizler artık evlenme çağına gelmiş bulunuyoruz. Şu sadaka, zekât toplama işlerinden birine bizi memur olarak görevlendirmen için geldik. Böyle bir görev verirsen, biz de diğer memurlar gibi görevimizi yerine getirir ve onlar gibi maaş alırız!”
Resûlullâh (s.a.v) uzunca bir süre sessiz kaldı, öyle ki biz O’nunla konuşmak istedik. Bu arada zevcesi Zeyneb (r.a), bize perde arkasından işaretle, bu halde iken O’nunla konuşmamamızı söyledi.
Sonra, Resûlullâh (s.a.v):
“-Şübhesiz ki, sadakalar Muhammed âilesi için uygun değildir. Zira o insanların kirleridir” diyerek genç akrabalarının devlet bünyesinde görev taleplerini reddeder. Fakat gençlerin evlilik hususunu devlet başkanı ve akrabaları olarak meşru şekilde karşılamak için şöyle bir uygulama yapar:
-”Siz bana Mahmiye bin Cez ile Nevfel bin Hâris bin Abdülmuttalib’i çağırın!” dedi.
Mahmiye bin Cez, o günlerde ganimetlerin beşte birini almakla görevli memurdu. Mahmiye gelince Resûlullâh (s.a.v) ona:
“-Bu gence kızını ver!” diyerek Fadl bin Abbas’ı gösterdi. O da bu genç ile kızını evlendirmeyi kabul etti.
Sonra Nevfel bin Hâris’e de:
“-Sen de kızını şu gence ver!” diyerek beni (Abdülmuttalib’i) işaret etti. Nevfel bin Hâris de kızını bana vermeye razı oldu.
Sonra Resûlullâh (s.a.v) Mahmiye’ye hitaben:
“-Her iki kıza, ganimetlerin beşte birinden oluşan fondan, şu kadar mehir ver!” diye emretti.[2]
İslam siyaset ve ahlak felsefesinde Hz. Peygamber’in (ASM) yapmayı reddettiği bu yanlış ve haksız uygulamaya “iltimas” denilir. Ki bütün İslam devletlerinin tarih boyunca en büyük sancısı ve dünya siyaset tarihinin en problemli konusunu bu husus teşkil etmektedir. Bir açıdan idareciler haklılar; çünkü insanın en güvenebileceği kişiler en iyi tanıdığı insanlar olan yakınlarıdır. İdarenin çalkantılı olduğu dönemlerde sık sık bu yola başvurulduğu târihen bilinen bir hususiyettir. Fakat bu görev alan kişilerde ehliyet ve özellikle liyakat olmadığı için idarecilerin karşılaştığı hıyanetlerin en etkilisi ve en can yakıcısı da yine bu iltimas edilen kişilerden gelmiştir. Bu sayede yapılan yanlışın bedelini ödemişlerdir.
Hz. Peygamber (ASM), toplum bünyesini ayakta tutan ehliyet ve liyakat konusunun önemini şu çarpıcı soru-cevap ile bütün zamanların insanlarına ve günümüze beyan eder:
“Bir toplantıda Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem etrafındaki sahâbîlere bir şeyler anlatırken, bir bedevî (köylü) geldi ve
- “Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu.
Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem sözünü kesmeyip konuşmasına devam etti. (O kadar ki) oradakilerden kimisi (kendi içinden)
-" Bedevîyi işitti ama, sorusundan hoşlanmadı "; kimisi de
- " Galiba işitmedi " diye durumu yorumladı. Derken Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem, sözünü bitirince
-" O, kıyâmeti soran nerede? " buyurdu. Bedevî;
-”Benim, buradayım ya Resûlallah!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber;
-" Emânet zâyi edildi mi kıyâmeti bekle! " buyurdu. Bedevî;
-”Emânet nasıl zâyi olur?” dedi. Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem de;
-" İş, ehil olmayana verildi mi kıyâmeti bekle! " buyurdu.[3]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.