Ahmet KEKEÇ
Bu işi halklara bırakalım
Bu iş silahla olmuyor... “Bu iş” dedikleri, Kürt meselesinin bir şekilde hale yola koyulması mı, yoksa bağımsız bir devleti de içeren “PKK talepleri”nin bir şekilde hayata geçirilmesi mi? Yani, siyasal karşılık bulması mı?
Ne olursa, bu iş salimen çözülür?
Düşüncemi söyleyeyim:
PKK’nın sistematik saldırıları ve BDP’nin “teröre mazeret üretme ısrarı” devam ettiği sürece, bu iş çözülmez.
Kürt meselesinin hale yola koyulması (yani tam demokratikleşme) bir çözüm seçeneğiyse, bunun realize edilmesi de, yine PKK’nın bir terör yapısı olmaktan çıkmasına ve BDP’nin gerçek bir siyasi parti gibi davranmasına bağlı...
Fazla mı “devlet eksenli” düşünüyorum?
Bilakis, “halk eksenli” düşünüyorum.
Hani, iyi niyetinden kuşku duymadığım Ahmet Altan, “Bu işi halklara bırakalım. Birlikte yaşayacaklarsa da, ayrı bir bayrak altına gireceklerse de, kendileri karar versinler” diyordu ya.
Ben de tam bunu söylüyorum işte...
Bu işi halklara bırakalım.
Madem (yine Ahmet Altan’ın belirttiği gibi), devletten ve PKK’dan bir şey çıkmıyor ve “ellerinde silah bulundurdukları sürece kendilerini çözüme ulaşamayacakları bir denklemin içine hapsetmiş olacaklar”, o halde devreye halklar girsin...
Makul değil mi?
Fakat, bir dakika...
Bu iş zaten halklara, halkların iradesine bırakılmış değil miydi?
Halklar karar vermiyor muydu kimlerle bir arada olunacağına, hangi bayrak altında yaşanacağına?
Soru şu olmalı:
Halklar niçin irade koyamıyor?
Halklar (yani Kürtler ve Türkler) irade koydukları için yüzyıllarca bir arada var olmasını bildiler... İrade koydukları için akraba ve kardeş oldular... İrade koydukları için aynı cephede omuz omuza savaştılar. İrade koydukları için Türkiye’yi “ortak vatan” kıldılar...
Üstelik, aynı dinin müntesipleriydiler, birleştikleri vasatı öne çıkardılar ve bir tek halk oldular.
Klasik “et-tırnak” bahsine girmek istemiyorum.
Kürt’ü Kürt kılan ontolojik zaruretle, Türk’ü Türk kılan ontolojik zaruret aynıdır ve Kürt Türk’süz, Türk de Kürt’süz yaşayamaz.
Problem şu:
Kürt halkı, silahlı bir güç tarafından esir alınmış durumda.
Bu gücün adı, PKK...
PKK, bir tür “üst yapı örgütlenmesi” olarak, “halklar” adına karar veriyor.
Neyin doğru ve yanlış olduğunu “halklar” adına belirliyor.
Nasıl düşüneceklerini, hangi partiye oy vereceklerini, nasıl giyineceklerini, ne üreteceklerini, neye inanacaklarını “halklara” dikte ediyor.
Bunu yaparken de, eski devletin (Kemalizm’in) yöntemlerini kullanıyor.
Üstelik “din”le meselesi olan bir yapı bu ve Türk solunun bütün hastalıklarını tevarüs etmiş durumda...
Buna karşı çıkanları ya iç baskı mekanizmalarıyla susturuyor (tehdit edilen Kürt aydınlarını hatırlayalım), ya da usulünce ortadan kaldırıyor (bölgede öldürülen din adamlarını, molotoflu yurt baskınlarını, anne karnında katledilen bebekleri, canlı bomba saldırılarını, sayısı binleri bulan “iç infazları” hatırlayalım.)
Hülasa, PKK “bu işi” Kürt halkının iradesine bırakmak istemiyor.
BDP ve seçilmişler üzerinden kurduğu vesayet sistemiyle, hem bölgeyi kontrol altında tutuyor, hem de hastalıklı bir ulusçuluk temelinde “yekpare bir Kürt varlığı” oluşturmaya çalışıyor.
Bu “hukuksuzluğa” müdahale etmek, her devlet için haktır.
Devlet de bu hakkı kullanıyor işte...
Star
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.