Buti, Said Nursi'yi okudu ama onun gibi davranmadı
Erol Çalı'nın Risale Haber'de yayınlanan röportajında yer alan sözleri tartışılmaya devam ediyor
Risale Haber-Haber Merkezi
Suriye'de öldürülen alim Ramazan El Buti'nin "müsbet hareket"i esas aldığı şeklindeki yorumlara bir itiraz da yazar Murat Türker'den geldi.
Suriye'de yıllarca Ramazan El Buti'nin sohbetlerine katılan tarihçi Erol Çalı'nın Risale Haber'de yayınlanan röportajında yer alan sözleri tartışılmaya devam ediyor. Gazeteci Mustafa Özcan'dan sonra yazar Murat Türker, Karakalem'deki yazısında insanların ilmî değerleri ile içtimaî duruşları arasında her zaman isabet olamayabileceğini, bunların birbirinden bağımsız meseleler olduğunu belirtti.
Türker de Mustafa Özcan gibi Buti'nin Said Nursi'ye atfen ilke edindiği "müsbet hareket"i yanlış yorumladığını söyledi.
Yazısı şöyle:
El-Bûtî, Bediüzzaman ve Müsbet Hareket
1. Risalehaber.com'da yayımlanan bir röportajda Erol Çalı, geçtiğimiz günlerde öldürülen Ramazan el-Bûtî’nin, hareket metodunu Bediüzzaman’dan devşirdiğini ve Bediüzzaman’ın ‘müsbet hareket’ düsturunu örnek aldığını iddia etti. Bu önermeler de okuyucuyu doğal olarak, son Suriye olaylarında el-Bûtî’nin rejim yanlısı tavrının ‘müsbet hareket’ olarak görülebileceği ve bu tavrın da Bediüzzaman’ın genel yaklaşımıyla paralellik arz ettiği sonucuna yönlendiriyordu. Şu satırlar Çalı ile yapılan o röportajdan:
“Buti’nin istikametli düşünmesinde Risale-i Nur’ların çok ciddi etkisi olmuştur. Risaleleri ilk Arapça'ya çeviren Buti'dir. Risale-i Nur'la ilişkisi olmazsa o da sokağa çıkardı. Düne kadar bütün alimler Beşşar'ın yanındaydı. Buti hiçbir zaman rejimin yanında yer almadı.
Beşşar Esad’in babası Hafız Esed "Suriye'yi ayaklarının altına sererim yeter ki bir şey iste" dedi. Buti’nin cevabı her zaman "Ben zenginim Allah'tan başka kimseye minnetim yok" oldu. Buti işine bakardı. Düne kadar hutbelerde Beşşar’a dua edenler, olaylar çıkınca sırt çevirdiler ama Buti duruşunu hiç değiştirmedi. Sonra da Buti oldu kötü, onlar oldu iyi. Buti'yi anlamadılar.
Anlamadılar onu. Aynı şeyi Üstad hazretleri de destek vermediği halde koca koca adamlar, rektörler Şeyh Said ile Bediüzzaman'ı karıştırıyor. Türkiye gibi bir yerde böyle ise Suriye'de tanımadığınız bir adam hakkında neler konuşulur neler.
Buti, hiç bir taraftan olmadı. O fitnenin karşısındaydı. Hiç bir ıslahatın böyle olmayacağını savunuyordu. Adam öldürerek ıslahat olmaz diyordu.
Buti, iman hizmetinin olmasını istiyordu. "Siz ne yaptınız da olmadı? İslami hizmet, irşad yaptınız da sizin karşınıza kim geçti? Namazınıza mı, orucunuza mı dokundular?" diye soruyordu.
Üstad, Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün teklifini kabul etmemiş vatanına dönmüştür. Ama oradaki rejime karşı olan hadiselere de destek vermemiştir. O hep sulh yolunu tercih etmiştir. Doğu’da rejime karşı çıkılan hadiselere destek vermeyince Üstad’a Atatürkçü diyebilir misiniz? Atatürkçü olmuş mu, Atatürk'e destek vermiş mi? Şeyh Said'e de destek vermemiş. Şeyh Said'in çıkış tarihine bakın. Din diye bir şey kalmamış. Buna rağmen Üstad destek vermiyor. Suriye'de böyle bir şey de yoktu. Suriye'de namazlar kılınıyor, tefsirler okunuyor, kimse dine ilişmiyordu. Özgürlükten kastın nedir? Ne istiyorsun? Adam diyor ki "siyasete dokunduğun sürece ben devlet olarak karşındayım." Girme sende mecbur musun?”
2. Bir kere, Risale-i Nur ve muhterem müellifini referans gösteriyor olmak, bu referanstan doğru sonuçlar çıkarmayı ve referansı doğru okuyarak hayata aktarmayı tekeffül etmiyor, garanti altına almıyor. Bûtî’nin, Üstad’ı ve yöntemini referans olarak kabullendiği doğru olsa bile, üzerinde esas durulacak husus bu değil, benimsediği referansı Bûtî’nin doğru bir değerlendirme süzgecinden geçirip geçirmediği, dolayısıyla referansın muradına uygun bir anlama biçimi ortaya koyup koymadığıdır. Bir duruşu, yazarı veya eseri, başvuru kaynağı / adresi olarak gösterdiği halde bu kaynağın aslî maksadına ve metoduna zıt hareket eden yordamların varlığı, izaha gerek bırakmayacak kertede bedihidir. Böyle olmasaydı, zihnî anlamda Risale-i Nur metinlerinden ve müellifinin hayatından beslenen kimi şahıs ve zümrelerin, Risale-i Nur’dan ‘demokrasi vurgusu’ çıkarmaları gibi bir ‘tuhaflıkla’ karşılaşmayacaktık!
3. Diğer bir husus, işbu ‘müsbet hareket’ terkibinin, geniş bir mana yelpazesini tazammun ettiği, dolayısıyla bu kavrama atıf yapan türlü kişilerin, türlü mana perspektiflerine ulaşabileceği hakikatidir. Dolayısıyla bu kavram üzerinde değil, kavramdan neyin kastedildiği üzerinde yoğunlaşmak icap eder. Kimisi ‘müsbet hareket’ diyerek, mutlak bir pazifizasyonu içselleştirirken, kimisi de cârî düzenle sarmaş-dolaş bir hareket tarzını öne çıkartabilir. Bu son derece doğal ve tecrübe ile sabit bir durumdur. ‘Müsbet hareket’ vurgusundan ‘sistemle barışıklık’ sonucu çıkartanların, Bediüzzaman’ın da bu kavramın içini onlar gibi doldurduğunu ispat için, hapis ve sürgünlerin eşlik ettiği ‘bedel ödemiş’ bir hayatı yok saymak zorunda kalacaklarını hatırlatmak zorundayız!
4. Konuyla direkt ilgili olmayan bir husus da şu: Risale-i Nur’a teveccüh etmek, bir kimsenin eylem ve kavilleriyle ilgili mutlak anlamda müsbet hüküm vermek için nasıl yeterli olmaktadır? Bir insanın istikamet üzere oluşunun göstergesi Risale-i Nur’lar ile hemhal olmak mıdır? Risale-i Nur ve müellifinden istifade etmek fevkalade önemli bir hususiyet olsa da, tek başına bir değerlendirme kriteri olarak kabul edilebilir mi? Bunu şunun için söylüyorum: Yer yer meseleye bir tür meşrep / meslek taassubuyla yaklaşılmaktadır. Duruş ve tavır alış noktasında bir takım handikaplar ile mâlul kimi zevâtı, ‘Risale ile iştigal’ hatırına aklayıp paklamakta, ilmîliğe ve hakkaniyete mugayir bir tavır yok mudur? Varsayım üzerine hüküm bina edilmez ama şöyle bir soru sormak durumundayız: Risale-i Nur’ları Arapçaya tercüme etmeseydi veya Risale-i Nur’la bu tür bir irtibatı olmasaydı da, Bûtî’nin rejime direkt / dolaylı olarak verdiği manevî desteği, ‘müsbet hareket’ olarak tavsif edip olumlayacak mıydık!?
5. Şimdiye kadarki yaklaşımımızdan, Ramazan el-Bûtî’nin ilmî değerini ıskaladığımız sonucu çıkartılmamalıdır. Bundan kısa bir süre önce, Butî ile ilgili, ne onun ilmî seviyesini yok sayan, ne de bu ilmî seviye hatırına rahatsız edici rejim desteğini mazur gören dengeli bir değerlendirme yapmaya çalışmıştım. Buraya onu almak isterim:
“Ramazan el-Bûtî'nin ölümü dolayısıyla, bir meseledeki tutum yanlışlığı tebellür etti. İnsanların ilmî değerleri ile içtimaî duruş konusundaki isabetlilik durumları, birbirinden bağımsız meseleler olduğu halde, ne yazık ki bir arada değerlendiriliyor. Bir zatın ilmî anlamda oldukça yetkin ama içtimaî tavır belirleme konusunda da bir o kadar yetersiz ve zayıf olabilmesi mümkün olduğu gibi, bunun tam tersi de muhtemeldir. el-Bûtî meselesinde de kanımca benzeri bir yanlışa düçar olunmaktan kurtulunamadı. İlminin hatırına, duruş konusundaki hataları görmezden gelindi. Oysa kendisi çok değerli bir ilim adamı olsa da, Hafız Esed döneminden beri siyasetle ilişkisini 'idare-i maslahatçı' bir çizgiye oturttuğunu biliyoruz. Bu durumdan dolayı, vefatının ardından onun imanını masaya yatıran yorumlar ifratla malul olduğu gibi, ardından şehadet mersiyeleri düzen yaklaşımlar da bir başka uç-kutup yorum olarak karşımızda duruyor. Allah taksiratını affetsin; bizleri de istikametten ayırmasın.”