Ayşenur KAHVECİ
Cemaatler arasındaki nizaya Bediüzzaman’ın bakışı
Cemaatler arasındaki nizaya Bediüzzaman’ın bakışı
“İleride, meşrebini çok beğenen bazı zatlar ve hodgâm bazı sofi-meşrepler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nur’a ve şakirtlerine karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir.” (Kastamonu Lahikası)
Bediüzzaman bugünkü tabloyu yıllar öncesinden kerametvari bilmiş ve bildirmiş.
Birbirinin cemaatlerini karalama kampanyası, bu zamanın din kardeşleri arasında hasara sebebiyet veren en tesirli sebeplerden. Falanca cemaat bir diğer cemaati elinden geldiğince kötülüyor ki, insanlar kendi inandığına iltihak etsin. Bir diğeri de onun cemaatine aynı karalamayı yapıyor. Amaç ise aynı.
Hepsi aynı davada, hepsi aynı Allah’a, aynı Peygambere, aynı kitaba, aynı güne iman etmiş bir sürü müslüman birbirini karalamaktan harici unutabiliyor.
Oysa derdimiz; ehl-i imanla değil, ehl-i dünya ile olmalı. Bu hataya düşenler sadece cemaatler değil aslında, ferdi takılan insanlar da aynı derde giriftar olmuşlar. Belki onların ki bir parça daha vahim. İmanı var ama kimseyi beğenmiyor. Zaman cemaat zamanı iken tek başına kalmayı tercih ediyor. Eleştiriyi ne yönde yapması gerektiğini bile bilemiyor. Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur eserlerini “Said Nursi sakal bırakmamış, sünnete uymayan birisi müctehid olamaz” gibi sudan bir bahane ile reddedenler aslında nasipsizliklerini ilan ediyorlar. Dilerim bunun gibi din kardeşlerimiz erken ayıkır ve bir an evvel bu ummandan nasiplenmeye başlarlar.
Benzer bir hadise Üstad Hazretlerinin zamanında da vuku bulmuş. Sakal bırakmayışını sebeb göstererek Risale-i Nur’lara zarar vermek isteyen birisi… Bakın Bediüzzaman öncelikle vazifesini ifa edip Risale-i Nur’un izzetini muhafaza namına ne buyurmuş;
"Gayet muhlis kardeşimiz Hasan Âtıf’ın mektubunda, bir ihtiyar âlim ve vaiz, Risale-i Nur’a zarar verecek bir vaziyette bulunmuş. Benim gibi binler kusurları bulunan bir biçarenin, ehemmiyetli iki mazeretine binaen bir sünneti (sakal) terk ettiğim bahanesiyle şahsımı çürütüp, Risale-i Nur’a ilişmek istemiş."
"Evvelâ: Hem o zât, hem sizler biliniz ki: Ben, Risale-i Nur’un bir hizmetkârıyım ve o dükkânın bir dellâlıyım. O ise (Risale-i Nur), Arş-ı Âzamla bağlı olan Kur’ân-ı Azîmüşşanla bağlanmış bir hakikî tefsiridir. Benim şahsımdaki kusurat, ona sirayet edemez. Benim yırtık dellâllık elbisem, onun bâki elmaslarının kıymetini tenzil edemez." (Kastamonu Lahikası-160. Mektup)
Bu müdafaadan sonra ise o zatın şahsına binaen şahane bir müsbet hareket dersi verip nazarlara hakiki hedefi göstermiş:
"Saniyen: O vâiz ve âlim zâta benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını, başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hattâ tecavüz edilse de bedduayla da mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü, daha müthiş düşman ve yılanlar var."
Müsbet hareket dersinde de Resulullah Efendimiz’in tüm hayatı ilk örneğimizdir. Taif hadisesi başlı başına bir ders değil midir insanlık için? Habibullah makamına nail olmuş bir Zat-ı Muhterem, yapılan her türlü tahkir ve tazibe rağmen ömr-ü hayatı boyunca bir an dahi enaniyetine kapılmadan tebliğ vazifesini ifa etmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri sözlerine öyle manidar devam ediyor ki; muhtemel tartışmalarda Risale-i Nur talebelerini bir nevi psikolojik baskı altına alıp, nura yakışır davranmak vazifesini onların da sırtına yüklüyor. “Bu dava sadece benim değil, hepimizin! Her biriniz nurlara yakışır hareket etmelisiniz!” mesajını verirken diğer cemaat insanlarını da tahrikten men ediyor. Şöyle ki;
"Hem elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enaniyeti de varsa, enaniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا düsturunu rehber edininiz."
Tüm bu çekişmelerin sebebi enaniyetten başka bir şey değildir. Akıl enaniyetin esiri olmuş. Direksiyon onda! Şeytanın kılavuzluğunda nereye isterse oraya kırıyor. Bu halimizle birbirimize zararımız dokunurken bundan müstefid olanlar da olmuyor değil.
Üstad bu tesbiti de yapmış ve ihtar etmiş;
"Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor, kendini mazur biliyor; ondan nizâ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor."
Öyle ise; enaniyetimizi, seyir halindeki arabamızın ibresi kırmızı rakamları gösterdiği bir anda şoför mahallinin camından dışarıya öyle bir atalım ki tarumar olsun. Direksiyona aklımız geçerse yolun sonu selamet olur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.