Habibi Nacar YILMAZ
Ciddiyetle sebat etmek
1925 yılında çeşitli bahanelerle Takrir-i Sükun adıyla güya sükûneti ve asayişi sağlamak bahane edilerek bir kanun çıkarılıyor. Mâneviyat ve dini görünür kılan çok şey ya yasak ediliyor ya da baskı altına alınıyor veya alınmak isteniyor. Yine o dönemde İstanbul'da Abdullah Cevdet ve Zekeriya Sertel tarafından çıkarılan "Resimli Ay" diye bir dergi de yeni döneme fikrî destek için elinden geleni yapmaya çalışıyor. İşte bu derginin 1927 Nisan sayısı, "Ahirete inanıyor musunuz?" manşeti ile çıkarılıyor. Abdulhakhamit'in yanında, tanınmış edebiyatçıların görüşlerinin de olduğu derginin manşet karikatürü ise tam evlere şenlik. Bir iskelet var, iskelet topraktan çıkarılmaya çalışılıyor ve bunun imkansızlığı anlatılmaya çalışılıyor. Hani, Yasin Suresinin 78. Âyetinde geçen Übey Bin Halef'in çürümüş kemiği alıp Hazret-i Peygamberin (asm) huzuruna gelerek "Bu kurumuş kemikleri kim diriltecek?" sorusuna; 79. Âyette "De ki onları İlk başta yaratmış olan diriltecek." cevabı var ya. O olayı karikatürize etmeye çalışan ibretlik bir karikatür.
Dergide yer alan görüşlere dergi de kendi yorumlarını katarak, yayın inkâra basamak yapılmış. Devam eden sayılarında aynı soru, biraz daha genişletilerek halka da sorulmaya çalışılmış ve bu konu birkaç sayı böyle devam ettirilmiş.
Kaderin garip bir cilvesi, aynı dönemde Said Nursi de Barla'nın dağ, bağ ve bahçelerinde Rum Suresinin 50. Âyetini bin defa okuyarak ilhamen yazdığı Onuncu Söz Haşir Risalesini, (Haşri, yeniden dirilmeyi ispat eden risalesini) te'lif ediyor. Risale-i Nur'un Barla'da telif edilenlerinden ilk basılan risalesi olan bu risalenin, bir de ilk baskı hikayesi var ki Onuncu Lem'a Şefkat Tokatları Risalesini okurken tekrar hatırladım.
Bu asr-ı ahirde büyük mânevî tehlikelere maruz bu ümmete, Allah'ı sevmek ve sevdirmek dini îlâ (yüceltmek) ve ibka (yaşatmak) için bir nevi ihsan-ı İlâhî ile vazifeli kılınan insanlar, bazen tebliğ ve temsil ciddiyetini kaybettiklerinde; yine rahmet-i İlâhiyenin bir tecellisiyle, cezaları ahirete kalmaması için, tembellik ve ihmalinin derecesine göre, çeşitli şekillerde şefkat tokatları yerler. Üstad, kendisinin yediği bu şefkat tokatlarını anlatırken müsaade eden talebelerini de hizmet tarihine bir ibretlik levha olarak kalsın diye kaydetmiş.
Bunların içinde altı yedi tane zecr (kovma, dışarı atılma) tokatı var ki bunlar kaydedilmemiş. Çünkü zecr tokatı, ihmal ve suistimalin kasten yapılıp bilerek zarara rıza taraflılığı var ki artık tokat Kahharâne tecelli ile belki kalbe kadar iner ve idrâk kilitlenir. Uyanıp kendini toparlaması güçleşir. Kendi rızası olduğu için, uyanması da zor olur.
Üstad, kendi tokatının sebebini "nemelazımcılık" olarak tespit ediyor. Hani Mevlana'nın Şems'ten öğrendiğim deyip hamiyet ve gayretine medar yaptığı, "Başkaları üşürken, sen ısınamazsın." sözündeki hakikate muvafık olarak, tâ ilk dönemde "Ağrı Dağı'nın parçalarını etrafa dağıttığını" gördüğü rüyasında farkına vardığı, Kur'an etrafındaki kırılan, dağıtılan surları "tahkim ve takviye" görevi "nemelazımcılığı" kaldırmıyordu. İşte üstad, bu nemelazımcılığın tokadı olarak, devamlı bir yerden bir yere intikal ettirilmiş ve sonunda zâhiren ceza hakikaten de bir tevafuk ve tavzif neticesi, yolsuz, ıssız bir köy olan Barla'ya getirilmişti.
Hulusi abinin tokatının bahsindeki "Hizmet-i Kur'aniyede bulunana ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli, tâ ihlas ile ciddiyet ile hizmet-i Kur'aniyede bulunsun" cümleleri, bahsin can alıcı noktası. Dünyanın çeşitli musibetlerle sana küsmesi veya senin zerresini de kalbinde barındırmadan dünyaya küsmen. Bir dava adamının dilindeki zikri, gönlündeki sevdası, aklındaki ezberi olması gereken yüce, asîl bir düstur.
Hakkı Efendi'nin tokatında geçen "Muvakkaten hizmet-i imaniyeyi terk etti" cümlesi, ayaklarımın bağını çözüyor, ödümü koparıyor. Bizim gibi âmî ve gabilerin (kendi adıma söylüyorum) havası, ışığı, suyu hizmet-i imaniyedir. Sen ışığını, suyunu, havanı geçici de olsa ihmal edebilir misin? Ama zamanımızda "Benden daha iyisi var, bu hafta da dersi ihmal edeyim, bir gün okumamaktan da bir şey çıkmaz" şeklinde bazen sevimli görünen bahanelerle çok kolayca ilerde bizi bekleyen "hizmet-i imaniyeyi terk" noktasına götüren bahanelerimiz var.
Nurlarda birkaç yerde geçen, Fatır Suresinin "ğarûr" kelimesi ile biten beşinci âyeti var. "Ğarûr" kelimesi, tefsirlerde "aldatma ustası" olan şeytan için kullanıyor. Sizi öyle bir yerden yakalar ki hiç farkında olamazsınız. "Muvakkaten terk" alışkanlığa, alışkanlık ise aşılması zor keyfiyete dönebilir. Rabbim seni muvakkaten terk mi ediyor ki sen O'nun dininin hizmetini muvakkaten terk edesin.
Demek hatt-ı hareketimizi derd-i maişet de dahil, her şeyin önem ve katsayı sırası tayin etmeli ki aldatma ustası olan "ğarûrun" maskarası olmayalım.
Üstadın vekaleten anlattığı Bekir Efendi'nin yediği tokat meselesinde, Barla'da yazılanlardan basılan ilk risale 10. Söz Haşir Risalesinin basıldığı tarihe dikkat edince, bu basımın haşri (öldükten sonra dirilmeyi) inkâr için manşetler atan "Resimli Ay" dergisinin neşir zamanına tevafuk ettiğini anlıyoruz. Sanki üstad, Haşir Risalesini onların bu neşriyatlarına cevap ve tahribatlarını tamir için yazmış gibi duruyor. Barlalı tüccar Bekir Dikmen, bu risaleyi İstanbul'da bastırıyor ve bu risale Meclis de dahil çeşitli yerlere gönderilip dağıtılıyor. Böylece "Resimli Ay'ın da tahribatı tesirsiz kalıyor. Hatta Abdullah Cevdet'in bu risale için "Said Nursi insanı ahiretin caddelerinde gezdiriyor, biz buna karşı bir şey yapamayız" itirafında bulunduğu da rivayetler arasında. Sonra kader konusu ve diğer risaleler telif ediliyor ki bu teliflerin hep hücum edilen konular olması, tesadüf değildir.
Peki Onuncu Söz Haşir Risalesini basan Bekir Dikmen, şefkat tokatına nereden ve neden maruz kalıyor? Üstad, bu sefer Kur'an'a hücumu karşılamak ve cevap vermek için Kur'an'ın mucizeliğini isbat ve izah eden 25. Söz "Mucizât-ı Kur'aniye Risalesini" telif edip basması için Bekir Dikmen'e gönderiyor. Telif ücretini göndereceğiz diye de yazmasına rağmen, Üstadın fakirliğinden bunu karşılayamayacağı ve hediye de kabul etmediği için kendinin de vermesinin uygun olmayacağı vehmiyle, Üstadın büyük bir hizmete medar olacağını düşündüğü bu risalenin basımını gerçekleştiremiyor. Neticede yine Üstadın tâbiri ile "Hizmet-i Kur'ana büyük bir zarar oluyor." Çok aldatıcı ve aldatma ustası olan "ğarûrun" nereden, nasıl yaklaşacağı belli olmuyor gerçekten.
İşte ilk kâtip Şamlı Hafız Tevfik... O da bir müddet risalelerden istifade edemiyor. Çok üzülüyor. Sağına soluna, hâl ve hareketine, etrafına bakıyor. "Şimdi kanaatimiz gelmiş ki, o hakkat-i Kur'aniye nurdur, ziyadır. Tasannu (gösteriş, yapmacıklık) temelluk (yaltaklanmak) tezellül (zelil olmak) zulmetleri ile birleşemiyor." itirafında bulunuyor ve bu noktadaki bazı kusurlarını anlıyor. İstifadenin ilacı ve çaresi olarak da "Cenab-ı Hak bana o hizmete layık ihlas ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu ve riyadan kurtarsın" niyaz cümlesini zikrediyor.
Evet dostlar, öncelik sırası, önceliklerin dünya ve ebedî hayat ciheti ile katsayısı daha da önemli. Hepsinden önemlisi de herhalde şefkat tokatlarına muhatap olmamak için "ciddiyet ve sebatımızı" bir ömür sürdürme başarısı.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.