Ahmet AY
Çünkü herşey kendiliğinde ferahlar
"Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyeciklerle birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum." Birinci Söz'den.
İstemediği lokmayı ağzına koymak zordur çocuğun. Dua etmeyen ihsanın kıymetini bilir mi hiç? Açlığı olmayanı doyurmak, iyi de nasıl? Böyle anlarda çaresiz kalıyoruz. Ya halle, ya fiille, ya dille... Bir şekilde 'talebe' olmalısın. Sana söyleneceklere aç kalmalısın. Yararı da dokunur sana. Ne ki canını yakıyorsa azaptan yana. Ne ki hiç geçmeyen bir sancıysa içinde. Bil ki: İnkâr ettiğin birşeyler var. Üzerini örttüğün. Görmek istemediğin. Bilmezden geldiğin. Başını yastığa koyduğunda seni uyumaz hale getirenler onlar işte. Cehennemin o. Sağa-sola dönmelerin, iç çekmelerin, apansız ağlamaların falan hep o arkadaşım.
Yaranı bilsen merhemini sürersin. Elhamdülillah. Geçer gider. Yarasını inkâr edene kim merhem olur? Tedavi dediğin sorumluluğun kabul edildiği yerde başlar. Evet. Derdimi anladın. Derdine dönmelisin. Kendine dönmelisin. Yaralarına. Bizi 'kardeş' kılan o zemine. Yaratılmışlığımızın imzasına. Kabul etmediğin yanlarına. Sınırlarımızın taşlarına. Hiç geçmeyen sancılarına. Değiştiremediğin huylarına. Unutamadığın anlarına. Zamana koyduğun ayıraçlarına, yani pişmanlıklarına, yani kırıklıklarına...
Diş ağrısı gibi, hiç ağrısı gibi, geçmeyen kalp ağrıları var. Yoksunluğu hatırlatıyor. ‘Boşver’ deme. Önemsenmeyince de olmuyor. Başını çevirince uçurum taşınmaz. Zaman böylesi bir deva değil. Halîm olan “Belki tevbe edersin?” diye süre verir. "Unutalım gitsin!" demeye değil. Sen kendiliğinden geçer sanıyorsun, olmuyor, olmayacak. Fıtrat üzerine yaratıldığı düzeni unutmayacak. Bir şekilde karşısına çıkmak lazım onların. "Bu benimdir yahut bendendir!" demek lazım. Önce kabul, sonra itiraf, sonra tedavi. Kabul etmelisin bu yetimleri evlatlığına. Yoksa yitiklikleri daha çok canını yakacak. Çok denedin, biliyorsun: Sözün aşkına da geçmez, şefkatine de, hafızana da, pişmanlığına da.
Mahçup olduğun yerlerde, pişman olduğun yerlerde, sürçüp aksadığın yerlerde hep insansın. İnsan olmak ‘mükemmel olmak’ demek değildir. Zülkemal’e ayine olmaktır. Aynanın kusursuz olması gerekmez. Göstermesi gerekir. Hatta kusurlarıyla kendisini yansıttığından ayırması gerekir. Bu yüzden insan olmak 'keşke' demek biraz da. Zayıf düşmek zaafların ve güçlüklerin karşısında. Evet. Utanmak. Aldanmak. Yorulmak. Korkmak bazen. Bazen yılmak. Bazen kalbin kırılması bir kem söz ile. Bazen dilin dolanması en kolay cümlelerde. Bunların hepsi insana dair. İnsana ait. İnsan kılıcı. Kusur insanın imzasıdır.
Örtme, inkâr etme, reddetme ‘sen'e dair olanları. İnsansın sen. Barış ki cehennem kılmasınlar hayatını. İnsanın canını bilmezden geldikleri kadar ne yakar? Bir dert ki, dert olduğu kabul edilmiş, devası âsân olur. Sen derdine 'dert' demiyorsun. Kim sana deva sunar? Hem demiyor mu o Furkan-ı Hakîm kısa bir mealiyle: "Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar, cehennemliktir, orada ebedî kalacaklardır." Azap kılma varlığı böyle kendine. Duvarlarına kafa atma. Kırık kolla yumruk sallama. İnkâr etme. Hakikati kabul et. Kendini kabul et. Kaçınılmazları kabul et. Kusurlarını kabul et. İnsan olduğunu kabul et. İnan bana, ancak böyle 'cennetini' yakalayacaksın, çünkü herşey kendiliğinde ferahlar.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.