Ramazan BALCI
Darbelerin ortak yönleri
İçinde yaşadığımız günlerin üzerinde en çok tartışılan kavramı hiç şüphesiz darbelerdir. Bu mikrobun ürediği ortamın bilinmesi, tarihten gelen genetik şifrelerin çözülmesi, insan, millet ve devlet bünyesine açtığı zararların şuurlu bir şekilde öğrenilmesi yine günümüzün en önemli ihtiyaçlarından biri haline gelmiştir.
Bu hizmete karınca kadarınca bir katkıda bulunmak gayesiyle iki yıl önce ÇETELERİN HEDEFİNDEKİ ABDÜLHAMİD adıyla bir kitap hazırlamıştım.
Bugün baskıya girmesi bir hayli geciken bu kitabın sonuç bölümünde yer alan bazı tespitleri okuyucu ile paylaşmak istiyorum.
a) Darbeler Dış Kaynaklı Hareketlerdir
Darbelerin yabancılar tarafından planlandığı bu çalışma ile bir daha ortaya çıkmış oldu. Osmanlı imparatorluğu ilk defa modern anlamda darbe ile Sultan Abdülaziz’in şehit edildiği 1878’de tanışmıştı. 78 darbesini planlayan İngiliz büyük elçi Eliot idi. Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa ve Mütercim Rüşdü Paşa’nın başını çektiği darbeciler, Osmanlı imparatorluğu’nun kaybedilmesi ile neticelenecek bir süreci başlattılar. Devlet kurumlarının normal işlevlerini gördüğü dönemlerde yabancı müdahelesi ve taviz koparma politikaları istenen başarıyı sağlayamazlar. Sömürgeci güçler, böyle durumlarda içerden ayarttıkları ikbal ve servet düşkünleri ile önce devlet kurumlarını işlemez hale getirirler. Basın desteği ile ülkenin büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğunu ileri sürer, çeşitli toplumsal grupları sokağa çağıran eylemler hazırlarlar. Bunları işçi eylemleri, öğrenci olayları, etnik kıyım haberleri, suikastlar takip eder. Ve bir sabah ülkenin bütün tehlikelerden kurtarıldığı haberi ile uyanır insanlar.
Sultan Aziz darbesinde bu merhalelerin tamamı yaşanmış, darbeciler işi ele aldıktan sonra Osmanlı mülklerini Ruslar ve İngilizler, saray hazinesini Rum sarraflar yağmalamış, sonra darbecileri Sultan Abdülhamid’in insafına bırakıp gitmişlerdi.
Sultan Abdülaziz’in hayatta kalması durumunda bu soygunların hiç biri yapılamazdı. Ruslar İstanbul’a geliyor diye darbe yapanlar, İngilizlerin teşviki ile 93 Harbini başlatmış, gerçekten Ruslar Yeşilköy’e kadar gelmişlerdi. Ne donanmamız, ne Niğbolu’dan Edirne’ye kadar topraklarımız, ne ordumuz elimizde kaldı. Ayrıca İmparatorluğun son elli yıllık geliri harp tazminatı olarak Ruslara bırakılmıştı.
İngiltere denizlerin tek hakimiydi artık. Kıbrıs’tan başlayıp Mısır’a, Aden’e, Kızıldeniz sahillerine kadar İslam mülklerini dilediği gibi yağma edecekti.
Darbelerin zararları sadece yapıldığı günün tahribatıyla kalmazdı. İçerde zayıflayan siyasî irade, ayakta kalabilmek için yabancı güçlerin istediği her tavizi vermek zorunda kalırdı. Enerji, ulaşım ve teknolojik yatırım politikalarında halktan saklanan büyük tavizler verilir, zoraki saltanat oyunu sanki varmış gibi oynanır giderdi.
Yeni bir darbe bir önceki darbenin vesayeti altında yaşayan ülke için, yine ancak yabancı güçlerin izniyle yapılabilirdi. Bu bilindiği için Çırağan, Kleanti ve Kostantin çeteleri hep yabancı bağlantılı hareketler oldu. Belki de başarısız olmalarının temel sebebi, sömürgecilerin henüz yuttukları lokmaları hazmetmeden, yeni oyunlara girmekten kaçınmalarıydı.
Bu kitapta ele alınan en önemli çetenin reisi Kleanti bir Rum idi, aynı zamanda Mason cemiyetinin reisiydi. Daha önce Sultan Aziz darbesinde de önemli roller almıştı.
Esasen işin başından itibaren etrafına topladığı Türkleri kandırıyordu. Onun gizli maksadı Sultan Murad’ı Avrupa’ya kaçırmaktı. Baskın sırasında yakalanmadan kolaylıkla yurt dışına kaçması, önceden bu konuda hazırlık yapıldığını göstermekteydi. Şayet başarabilmiş olsaydı yeni bir Cem Sultan olayı yaşanacaktı.
b) Mithat Paşa ve Darbeciler
Mithat Paşa, Türk siyasi hayatının üzerinde en çok tartışılan isimlerinden biridir. Adı neredeyse meşrutiyet ile özdeşleşen paşanın, bu konuda samimi olup olmadığı da tartışma konusu olmuştur. Darbeci çetelerin evrakında sıklıkla onun ismine rastlanılması, hakkındaki şüpheleri arttırmıştı.
Tartışmanın boyutları zamanla Mithat Paşa’nın bütün Osmanlı neslini ortadan kaldırıp yerine bir cumhuriyet idaresi kurmak istediği noktasına kadar varmıştır. Bu türden sıra dışı iddiaların onu saf dışı bırakmak isteyen rakipleri tarafından üretilmesi ihtimali daha kuvvetlidir.
Ne varki Sultan Abdülaziz darbesindeki aktif rolü sebebiyle saltanat çevrelerinde kendisine duyulan güveni tamamen kaybeden paşanın, uzun süre görevde kalması oldukça düşük bir ihtimaldi. Ve ilk fırsatta tasfiye edilmesi beklenen bir durumdu. Kısa süren Sadrazamlığı, Kanun-i Esasinin ilanı ve Osmanlı Rus savaşı gibi iki önemli olayla uzun süren tartışmalara yol açacaktı. Nihayet 5 Şubat 1877'de Avrupa’ya sürgün edildi.
Bir süre Avrupa'da dolaştı. Kendisi Avrupa’da olmasına rağmen İstanbul’daki dostları boş durmuyorlardı. Üzerinde çalıştığımız gizli komitelerin bu dönemde faaliyete geçmeleri bir tesadüf müydü? Bunlardan Mithat Paşa’nın haberi var mıydı?
Çırağan baskınının 23 Mayıs 1878, Kleanti çetesinin Temmuz 1878, Damat Mahmud Paşa ile ilgili ihbarların Aralık 1878 ve Kostantin suikastinin Temmuz 1879 tarihlerinde yapıldığına bakılacak olursa darbeci çetelerin, Mithat Paşa ile ilgili itirafları görmezden gelinemezdi.
Suavî’nin Mithat Paşa ile ilgili düşünceleri bilinmekteydi. Öte yandan Kleanti Çetesi’nin önemli isimlerinden Mihal, Mithat Paşa hakkında şunları söylemişti:
“Burada frankoporto olacaktı. Yani her devletten birer memur gelecek o da Osmanlı devleti adına katılacaktı. Çünki Rumeli taksim edilip İstanbul, frankoporto olacakmış diye gazetelerden rivayettir”
Aynı şekilde çetenin iki numaralı ismi Aziz Bey “Mithat Paşa hakkında bir şey söyleyecek olursam, bu heyet nasıl olursa beni mutlaka telef ederler!” demişti.
Bu ifadelerin Mithat Paşa hakkında alınan kararları etkilediğine şüphe yoktur. Onun Avrupa’da serbest dolaşması, çetecilerin cesaretlenmesine ve muhalefetin daha rahat örgütlenmesine yol açtığını gören padişah, onu affetmiş ve Aralık 1878'de Suriye valiliğine atamıştır. İki yıl sonra İzmir valiliğine alınan paşa, 5 Mayıs 1881 tarihinde Yıldız Mahkemesine çıkarılacaktır.
Bu çalışma ile Yıldız Mahkemesine giden süreçte Mithat Paşa hakkında oluşan kanaatin nasıl şekillendiğini, daha yakından öğrenme imkanı elde edilmiştir.
Bu hareketler her ne kadar Sultan Murad’ı tekrar saltanata iade etme iddiasında bulunsalar da bunların Sultan Murad ile bir hesapları yoktu. Bütün hesaplar Mithat Paşa’nın sadrazamlığında köklü değişiklikler yapmak üzerine kurulmuştu. Sultan Abdülhamid olayın kaynağını bulmuştu. Amcası Sultan Abdülaziz darbesine katılanlar için yargı yolunu açtı. Yargılanma korkusu üst düzey paşaların gözünü korkutmuş olmalı ki; uzun bir süre önemli bir darbe teşebbüsü ortaya çıkmadı. (1)
Kleanti Skaliyeri, Avrupa’da Sultan Murad lehinde yürüttüğü çalışmalardan bir sonuç alamadı. Masonlar, mahkum biraderleri Sultan Murad yerine tahtın gerçek sahibi sultanla anlaşmayı daha yararlı görüyorlardı. Onlar bir daha Sultan Murad lehinde herhangi bir çalışmada bulunmadılar.
Bu bahsi tamamlamadan saray entrikalarından birine daha işaret etmek yerinde olur. Nakşifend kalfanın iddialarına göre Sultan Murad’ın hastalığı tesadüfi değildi:
“Kalfaya ‘deli adam yazı yazamaz, nasıl yazıyor’ diye sordum. Kalfa ‘bir şeyi yoktur, hekim Kapilyon bir takım ters ilaçlar vermiş, bunları o yaptı’ dedi.”
İddiaya göre Sultan Murad bilinçli bir şekilde verilen ters etkili ilaçlarla dengesini bozmuştu. Tarihin pek çok sırrı gibi bu da belki sadece Mason biraderler tarafından bilinmektedir.
c) Vatan Sevgisi Darbecilerin En çok Kullandıkları Maskedir
Gayr-ı meşru her isteğin bir kılıfı bulunur. İnsanlar doğrudan isteyemedikleri ya da ellerini uzatamadıkları haksız kazançlara sözde meşru bir bahane uydururlar. Darbecilerin kanunsuz eylemleri için buldukları kılıf, vatan sevgisidir. Güya onlar vatanı herkesten daha çok severler. Vatanı kurtarmak için -bedelini halkın ödemesi koşuluyla- yapmayacakları fedakarlık yoktur.
Kleanti, Aziz Bey’e verdiği pusulaya şu ifadeleri yazdırmıştı. ‘Vatanımı, milletimi, devletimi, severim ve saadet-i halini isterim!’
Çeteye dışarıdan adam toplamak için hazırlanan beşer yapraklı defterin üstünde ‘milletin selameti için elimden geldiği kadar çalışmayı ve gayret etmeyi taahhüt ederim’ ibaresi vardı. Çeteye alınacak şahıs önce bu ifadeyi okuyacak sonra deftere adını yazıp imzalayacaktı.
Kleanti çete sempatizanları yanında “ben de devlet ve millet içinde fesat çıkmasına taraftar değilim” derdi.
O Rum olduğu halde bu vatan için bu kadar çalışıyorsa, elbette Müslümanlar daha çok çalışmalıydı. Siz ‘Müslüman değil misiniz, Sultan Murad’ı çıkarmanın yolunu bulalım bir çare arayalım!’ diye söze başlardı.
Vatan sevgisini şahsî emellerine ve ikbal hırsına basamak yapan seçkinler için en zor durum, vatanın gerçek sahipleri ile kanun önünde eşit olmaktır. Bu böyle olduğu için etraflarındaki koruyucu zırh delinmeye yüz tuttuğu her dönemde, hukuk kurallarını rafa kaldırmak için, vatan sevgisini sahiplenirler.
Oysa vatan sevgisi, her şeyden önce vatanı, dış kaynaklı darbecilere karşı korumak için vardır. Herhangi bir sınıfın kendi milletine karşı darbe yapmaya kalkışması ise zaten anlamsızdır. Vatan sevgisinden bahsedilen yerde samimiyetin ölçüsü, yasal düzene -ya da diğer tabirle hukukun üstünlüğüne- sahip çıkmak olduğu bugün bilinmeyen bir durum değildir.
d) Darbeler Alimlerin Aracılığı İle Yapılır
Meşhurdur fısk ile olmaz cihan harab
Eyler onu müdahene-i aliman harap.
"Cihanı harap eden günah ehlinin taşkınlıkları değildir. Onu harap eden alimlerin çıkarları için ikiyüzlü davranmaları, güçlülerin yanında zulmü alkışlamalarıdır.” İzzet Molla
İzzet Molla kendisinden çok daha uzun ömürlü olan bu sözüyle belkide iki, üç asırlık tarihimizi özetleyivermişti. Ortaköy Camisi imamı Hatip Mehmet, Çırağan baskınını haber aldığı halde hükümete haber vermeme sebebini şöyle açıklamıştı:
“Şeyhler, alimler ve muhacirler bütün millet Tophane’ye toplanacak diye haber verişinden korktum. Alimlerin aracılığı ile yapılacak dedi. Daha önceki darbe de böyle alimlerin aracılığı ile yapıldı dedi. Ben de alimlerin bilgisiyle olacak diye söyleyemedim.”
İslam’ın ilk devirlerinde alimler, “En büyük rütbe, ilim rütbesidir” diyen Allah Rasulü (as)’a tabi olur, izzetlerini korurlardı. Herkes onların kapısına gider, onlar için ayağa kalkılır, onların elleri öpülür, onların sözleri emir kabul edilirdi. Sonra işin içine dünya sevgisi girdi. Rakibinden makam kapma yarışı başladı. Bu sefer alimler emirlerin, paşaların kapılarına gider oldular.
Onlarda gördükleri yanlışlara ilerde tayin edilmeyi bekledikleri görevler için göz yumdular. Zamanla bilim adamları darbelerin en güçlü ortakları haline geldi.
Hatip Mehmet’in kastettiği Sultan Aziz darbesinin önde gelen isimlerinden Hayrullah Efendi’ydi. Halkın taleplerini ve ülkenin yüksek menfeatlerini en iyi şekilde bilmesi gereken bilim adamlarının, darbecilerin peşine takılmasından daha büyük bir felaket olabilir mi?
e) Darbe ve Para
Darbe ile para arasındaki ilişki Türk tarihinin en eski tecrübeleri arasında yer alır. Söz gelimi Meşhur Aşık Paşa bu ilişkiyi kendine mahsus üslubu ile şöyle anlatır.
“Merhum Yıldırım Hünkar mal cem etti. Tedbir-i memleket kıldı. Akçalar toplayıp hazinelere konulunca memlekette kesatlık kıtlık oldu. Sonunda o malı bedbaht Timur yedi. Vilayet ayak altında kaldı.
Bağdat padişahı Sultan Ahmed hazine cem etti. Malı taş sandıklara koydurdu. Geceleyin Dicle Nehrine bıraktırdı. Irmağın içine indirtti. İleten kişileri helak ettirdi. Kim bu malı kimseye demeyeler. Ahır ol mal suda kaldı kendisi de bütün nesli ile birlikte telef olup gitti.
Diler kim dünyasın suya yatıra
Muhabbet malı anı dinden çıkara
Mal odur kim hayra sarf ola. Padişahların dostu oldur kim karnı tok ola ve doğru ola. Sağlam asker ana derler kim tok ola ve çok ola. Açlık kaygısı olmaya.”
Ariflerden birine sordular: "Padişahlara hazine gerek midir?"
Arif cevap verdi kim: "Bir asıl hazine vardır ol gerekdir."
Sordular kim: "Asıl hazine nedür?"
Arif: "Halkının hayır duaları padişahlara hazinedür" dedi. (2)
Devlet hazinesinde çoklukla mal biriktiğinde birileri ona göz koyar. Darbecileri asıl ilgilendiren hazinede biriken bu paralar olur. Pek çok yalancı kavramla bu ilginin üzeri örtülür. Paranın farklı güçleri bir araya getirme cazibesi olduğu için, darbe için en tehlikeli dönemler hazinenin dolu olduğu dönemlerdir.
Aziz Bey, asıl maksadını soran savcıya;
“Benim maksad-ı asliyem paradan başka ne olacaktır” cevabını verir.
Paranın şerrinden fakirlerin duasını alarak kurtulmak mümkündür. Parayı darbecilere bırakmak yerine büyük çaplı sosyal projelere yatırmak daha akıllıca bir yöntem olmalıdır. Ya da devletin ekonomideki payını küçültüp parayı özel sektörün kontrolüne vermekle darbeleri karlı bir iş olmaktan çıkarmak gerekir.
DİPNOTLAR:
1-Mithat Paşa ve Yıldız Mahkemesi, Beyaz Atlının Ölümü Sultan Abdülaziz, isimli kitabımızda etraflı bir şekilde ele alınmıştır. (R.B.)
2-Aşık Paşa, Tevarih-i Ali Osman, bab, 157
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.